Sayın Hayrettin Bey,
1.5.2007 tarihli mailinizi aldım.
Efendim, tam da hassas bir noktaya dokunmuşsunuz. Bütün Fenerbahçeliler ıstırabın en koyusunu yaşarken öteden beri benim Fenerbahçe için söylediğim bir söz vardır. Müsaadenizle size de tekrarlayayım: Bir kimseye beddua etmek istiyorsanız, sağlığını, hayatını, işini gücünü, çoluğunu çocuğunu hiç karıştırmayın, deyin ki “İnşallah Fenerbahçe taraftarı olursun. Bir daha ölünceye kadar yüzün gülmez”. İşte Fenerbahçe öyle bir takım. Hele son yıllarda Aziz Yıldırım isimli en negatif bir insan başkan olduktan sonra hiçbir taraftarın yüzü gülmüyor ve gülmeyecek. Çünkü o öyle bir başkan ki parasına güvenerek hayatta sataşmadığı insan, çatmadığı makam, sürtüşme halinde olmadığı kimse kalmadı. Son derece agresif, saldırgan, mütecaviz bir insan. Benim Fenerbahçeye gönül verdiğim yıllarda o devrin başbakanı merhum Şükrü Saraçoğlu klüp başkanıydı. Şükrü Saraçoğlu, çalışkan, temiz, dürüst bir Anadolu çocuğu idi. Hayat boyu bir beyefendi olarak yaşadı, bir beyefendi olarak Hakka göçtü. Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaati üzerine olsun. Hayatı boyunca kimseye sataşmadı, kimseye bulaşmadı. Bir karınca bile incitmedi. Ne yazık ki Aziz Yıldırım, parasına güvenerek Fenerbahçeyi sevilen değil, sevilmeyen bir takım haline getirdi. Öyle insanlar var ki, “kardeşim sen Fenerbahçeli misin” dediğiniz zaman, “neden bana hakaret ediyorsun” diye kaşlarını çatıyor.
Senelerce, senelerce evveldi. Beş yaşında bir çocuktum. Fenerbahçeye gönül verdim. Ama neden? İnanın ben de bilmiyorum. Daha o zamanlar söylenirdi, “Fener, dünyayı yener, Beşiktaş’ın karşısında puf, diye söner”. Aradan yıllar geçti, yaşlandım, saçım, sakalım ağardı. Birçok insan bana dede diye hitap ediyor. Ama çocukluğumdaki terane değişmedi. Bugün de aynı şey söyleniyor: “Fener, dünyayı yener, Beşiktaş’ın karşısında puf diye söner”.
Ortaokulda bir öğrenciydim, o sıralar efsanevi kaleci Cihat Arman’ın bir kitabı çıkmıştı: “Futbolda Onaltı Sene”. Kitap, uzun süre elimden düşmedi, okudum, tekrar okudum, tekrar okudum. Hatıralar gözümün önünde canlandı. Fenerbahçe Ankara’ya geldiği zaman biz Fenerbahçe taraftarları stadyumun önünde futbolcuları beklerdik. O zamanlar Fenerbahçe Ankara’da Belvü Palas’da kalırdı, şimdi orası Merkez Bankası. Otelin önünde beklerdik. Cihat’ın Samanpazarı’nda bir teyzesi vardı. Cihat, otele gelir, elbisesini giyerdi. Sonra onu yine omuzlarımıza alır Samanpazarı’ndaki teyzesine götürürdük. Yolda tezahürat yapardık, “Fenerbahçe çok yaşa, Cihat Arman çok yaşa” diye... İşte Cihat Arman, kitapta bir hatırasını anlatıyordu. Bir takımla final maçı oynayacaklar. Fenerbahçenin şampiyon olması için dört sıfır galip gelmesi gerekiyor. O günkü rakibi de güçlü, dişli bir takım. Futbolcular sahaya çıkmazdan önce yanyana geliyorlar, el ele tutuşup bir halka oluyorlar. Hepsi heyecandan tir tir titriyor. Gözyaşlarını tutamıyorlar. Ve orada yemin ediyorlar, “Ya bu kupayı alacağız, ya bu saha bize mezar olacak”. Ok gibi tünelden çıkıyorlar. Maç başlıyor ve Fenerbahçe arka arkaya dört gol atarak şampiyonluk kupasını alıyor.
İşte çocukken benim tuttuğum Fenerbahçe böyle bir takımdı. Bugünkü Fenerbahçeyle uzaktan, yakından bir ilgisi yoktu. Ama bugün öyle bir başkanın, öyle bir yönetim kurulunun, öyle ruhsuz, köksüz, aşksız, heyecansız, vicdansız futbolcuların elinde ki, artık Fenerbahçeli olmak bir utanç oldu bizler için. Son Denizli maçı bardağı taşıran son damla oldu. Utanç duyuyorum. Bu kadar ruhsuz, bu kadar köksüz futbolcular dünya spor tarihinde görülmemiş. Adına Tuncay denilen o şımarık yaratık yüzde yüz gollük pozisyonda topu arkadaşı Kezman’a vermiyor, korkunç bir egoizmle kendisi atarak dünyanın en berbat vuruşuyla takımını şampiyonluktan uzaklaştırıyor.
Başkan ve yöneticilerin bildikleri tek şey var: Hakemlere saldırmak. Laf mıdır bu? Hakem de insandır, onun da hatalı kararları olabilir. Kendi aczinizi, salaklığınızı cebinizdeki cüzdanlara güvenerek başkalarına saldırmak şeklinde kamufle etmeye çalışmak nasıl medenice bir hareket sayılır? Herkes müttefik, Fenerbahçenin müdafaası kaç senedir teneke. O müdafaayı geçmeyen kalmıyor. Bir lise takımı bile aşkla, heyecanla oynarsa Fenerbahçeyi yenebilir. Çünkü hiçbir futbolcuda aşk ve heyecan yok. Bu sene futboldan zerre kadar anlayan insan bilir ki Fenerbahçe hiçbir maçında güzel, doyurucu, gözalıcı bir futbol oynamadı.
Ben Fenerbahçe taraftarına da kırgınım. O Aziz Yıldırım’ın bir firavun edasıyla yaptırdığı o stadtum artık bütün güzelliğini kaybetti. Orası taraftara kan kusturan bir mezar oldu. Keşke Aziz Yıldırım o stadyumu yaptırmasaydı, keşke Fenerbahçe bir arsada antremanlarını yapsaydı. Ama takımda aşk olsaydı, inanç olsaydı, arkadaşlık ruhu olsaydı. Yok, yok, yok... Başkan, ruhsuz ve şımarık, yönetim kurulu içlerinde hiçbir aşk, heyecan olmayan, duygusuz, sevgisiz, saygısız insanlar. Antrenör Ziko, Türkiye’ye gelmiş geçmiş en kötü antrenör. Zerre kadar futboldan anlamıyor. Zerre kadar ekmeğini yediği takıma saygı duymuyor. Aptal, geri zekalı bir adam. Onun ne kadar salak olduğunu anlamak için gazetelerdeki resimlerine bakın. Bomboş bakışlar. Eğer idare heyetinde futboldan anlayan bir kişi olsaydı onu takımın başından çekerdi. Fenerbahçeyi Denizli önünde bu kadar rezil, kepaze, aşağılık bir duruma getiren yine bu Ziko denilen aptal, salak, hain adam oldu. Yorgun futbolcularını tek oyuncu değiştirmeden sahaya sürdü. Eğer paf takımı çıksaydı, garanti maçı alırdı. Fakat o kof, o ruhsuz, o köksüz futbolcular hayalet gibi dolaştılar. Ve Fenerbahçeyi şampiyonluktan uzaklaştırdılar.
İnsaf yahu. Fenerbahçe yirmi dört senedir Türkiye kupasını alamıyor. Bu ne büyük zillet, bu ne büyük utanç vesikası. Erdoğan Demirören takımını nerelerden getirdi. Onlara aşk, heyecan, ümit aşıladı. Ve bugün Beşiktaş her iki kupayı da almaya aday. Helal olsun.
İşte böyle Sayın Hayrettin Bey. Kötü bir yönetimle Fenerbahçe bu hale getirildi, daha doğrusu düşürüldü. Sebep olanlar Allah’ından bulsun.
Sene 1946, Stockholm’de Dünya Grekoromen şampiyonası yapılıyor. Yetmişüç kiloda efsanevi sporcu Yaşar Doğu güreşiyor. Karşısına Rus rakibi çıkıyor. Yaşar Doğu, birkaç dakika sonra rakibini tuşa getiriyor. Hakem kızıyor. Çünkü o da o günün politik çizgisinde Demirperde ülkesinden. “Yok birşey”, diyor, “tuş olmadı, devam”. Yaşar Doğu, o Anadolu’nun tertemiz, pırıl pırıl evladı hiç sesini çıkarmıyor, itiraz da etmiyor. Güreş tekrar başlıyor. Biraz sonra yine tuşa getiriyor rakibini. Kalkıyor. Hakem aynı vicdansızlıkla “yok birşey” diyor, “devam”. O, mübarek insan hiç sesini çıkarmıyor, sükunetle yine müsabakaya devam ediyor. Biraz sonra yine tuşa getiriyor. Ama bırakmıyor. Rakibinin sırtını mindere sürtmeye başlıyor, adam avaz avaz bağırıyor, “yetişin, kurtarın beni” diyor, “kemiğim dışarı çıkacak”. Yaşar Doğu gene sürtmeye devam ediyor, onun üzerine dört kişi sağ kolundan, dört kişi sol kolundan tutuyorlar, Yaşar Doğu’yu kaldırıyorlar. Yaşar Doğu gayet sakin, çünkü onun adı Tuncay Şanlı değil, onun adı Yaşar Doğu. Hakem, istemeyerek de olsa Yaşar Doğu’nun elini kaldırıyor, şampiyon ilan ediyor. Sonra Yaşar Doğu hiçbirşey olmamış gibi hakemin elini sıkıyor, teşekkür ediyor, minderi terkediyor.
Efendim, mesele burada. Hakem de insandır, hata edebilir, yanılabilir. Nitekim Selçuk Dereli’nin nasıl kötü bir yönetim gösterdiğini herkes gördü. Sanırım sonradan kendisi de pişman olacak. Çünkü gerçekler ortada. Evet, Fenerbahçenin hakkı olan bazı penaltılar verilmedi ama sen niye penaltıdan medet umuyorsun, aslan gibi gollerini at. Öyle vur ki ağlar yırtılsın. Sana ne kardeşim, sen takır takır futbolunu oyna, birbirinden güzel goller at, elini tutan mı var? Hakeme saldırarak niye zevahiri kurtarmaya çalışıyorsun, kötü futbolunu, kötü, kepaze, teneke müdafaanı sağlamlaştır. Ne kadar teneke adam varsa müdafaaya aldınız. Berbad ettiniz, rezil ettiniz.
Fenerbahçenin asıl problemi nerede biliyor musunuz? Klübün başına bu para babaları, cüzdanı dolgun, aşkı heyecanı olmayan insanlar geçtikten sonra Fenerbahçeye olanlar oldu. Aşkını kaybetti, inancını kaybetti, heyecanını kaybetti. Sadece firavun taslağı bir takım yüreksiz insanlara sarı lacivertli forma giydirildi. Meraklıları bilirler, futbol İngiltere’de doğdu, gelişti. Bir adı da “takım oyunu” dur. Fenerbahçede ne sevgi kaldı, ne saygı, ne aşk kaldı, ne heyecan. Bugün Fenerbahçe’de Hakan Şükür gibi klübüne, renklerine aşık bir tek kişi yok. Var diyen göstersin. Tuncay’da en ufak bir şekilde takımına karşı sevgi, saygı olsaydı, arkadaşı Kezman bomboş dururken o berbat vuruşuyla takımını golden, galibiyetten hatta şampiyonluktan eder miydi? Ama sevgiyi, saygıyı, takım içinde yaratacak olan başkandır, idarecilerdir, anterenördür. Onların hangi birinde aşk var ki? Hepsi paradan başka düşünceleri olmayan, Fenerbahçe müdafaası gibi bomboş insanlar. O Ziko denilen antrenör müsveddesi bir tek maçta, bir tek saniye heyecanlandı mı? Aptal gözleriyle korkuluk gibi bakıyor. Ruhsuz, duygusuz, hareketsiz. Her haliyle “bana ne” diyor. “Ben paramı almışım, umurumda mı?” Bir Fatih Terim’i düşünün. Adam maçı takip ederken neredeyse kendini parçalayacak. Aşk dolu, inanç dolu bir insan. Gel de saygı duyma. Fenerbahçe’de en ufak ama en ufak bir arkadaşlık duygusu, sevgi, saygı olsaydı taraftara böyle ıstırap çektirir miydi? Şunu unutmayalım ki sevginin, saygının, dostluğun, arkadaşlığın olmadığı bir yerde hiçbirşey olmaz. Hayatı hayat yapan ona renk, ışık ve güzellik veren bu duygulardır. Ne yazık ki Aziz Yıldırım yönetimindeki Fenerbahçe’de bu duyguların zerresi bile yok. Onun için de takım böyle yıkık, perişan, zavallı, yürekler acısı.
Sevgili Hayrettin Bey, bilmem istediğiniz cevap oldu mu? Ben, samimi olarak duygularımı, düşüncelerimi anlattım. Yalnız, İstanbul’da otursam bir daha bu takımın maçlarını seyretmeye gitmem. Boykot ilan ederim. O paranın şımarttığı ruhsuz insanlar boş tribünlere oynasınlar...
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Fenerbahçe denilen hayalet Yazan Hayrettin
Cvp: Fenerbahçe denilen hayalet Yazan Sabri Tandoğan