SABRİ BABA'DAN SOHBET
KONU: HEM ÖĞRETMEN, HEM ÖĞRENCİ OLMAK
Kıymetli yavrum,
Senelerce... Senelerce evveldi. Bir gün, bir dergiden röportaj yapmak için geldiler. Sorular, cevaplar birbirini takip ediyordu. Sorulan bir soru, beni uzun uzun düşündürdü. Öğrencilik hayatınız nasıl geçti? Gülerek, öğrencilik hayatım bitmedi ki dedim. Hayat bir okul, bizler de o okulun ebedî öğrencileriyiz. Kâinatın en büyük insanı, bir Hadis-i Şerifinde “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” buyurmuyor mu?
Mevlevî dervişlerinin dönüşleri ne kadar anlamlıdır. Göğe çevrilen elleriyle, mânâ âleminin güzelliklerini devşirirken, yere çevrilen elleriyle de bu güzellikleri insanlara ulaştırırlar. Hayat ne daimî bir alış, ne ebedî bir veriştir. Hepimiz her an o alış ve veriş evreninin ortasında bulunuyoruz. Kur’an-ı Kerim’de: “Allah her an yeni bir şe’n üzeredir.” buyruluyor. Şe’n, oluşum, varoluş, değişim, başkalaşım anlamlarını içerir. Hayat her an yeniden kuruluyor, yeniden mahvoluyor. Bir şehrin elektriklerine uzaktan bakacak olursak, kıpır kıpır ışıkların, bir yanıp bir söndüğünü görürüz. Her gün yeni keşifler oluyor. Bilinmeyenler ilmin ışığında açığa çıkarılıyor. Hayatın içinde ve ortasında, her an, bitmeyen tükenmeyen bir değişim süreci içindeyiz. Hiçbir zaman, hayat geriye adım atmıyor. Öyle baş döndürücü bir hız içindeyiz ki...
Ancak, her an uyanık, dikkâtli olanlar, her an sonsuz bir hayret duygusu yaşayanlar, hayatın gündemini yakalayabiliyorlar. Yunus bir şiirinde “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” der. Fikret, “Bir örümcek götürür Hak’ka beni” diyor. Hayat yolunda, bu sonsuz oluşumun bilincine varabilmek için, her an kendimizi yenilemek, bilgilerimizi tazelemek, ufkumuzu genişletmek zorundayız. İşte bunun için Kâinatın Efendisi “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” buyuruyor. İlmin âfetlerinden biri de, onu kendi kafasının dar sınırları içinde hapsetmek, egoistçe arzularla onu başkalarıyla paylaşmamaktır. “Rabbena hep bana” diyenler, ilminden başkalarını faydalandırmayanlar, ne büyük aldanış içindedirler. Gerçek insan, hayat boyunca hem öğretmen, hem öğrenci durumundadır. Paylaşmanın sevincini tatmayanlar, gafletin, bencilliğin uçurumundan kurtulamazlar. Ben artık belli bir düzeye geldim, benim bir şey öğrenmeme gerek yok diyenler, kendi yollarını kesen harami gibidirler. Allah cümlemizi böyle iddialardan, bu gibi durumlara düşmekten korusun. Şair “Yüksel ki yerin bu yer değildir, dünyaya gelmek hüner değildir.” diyor. Son nefeslerine kadar hayat yolunda hem öğrenen, hem öğreten, hem öğretmen, hem öğrenci olanlar, ne güzel insanlardır. Bir gün, doksanlık bir adam, elinde bir kayısı fidanı, bahçeye iner. Fidanı dikerken yoldan geçmekte olan gençler hayret ederler. İlâhi dede derler, bu fidan ne zaman meyve verecek de, sen onu yiyeceksin, niye boşuna zahmet çekiyorsun, canına yazık değil mi? İhtiyar gülümser, sevgili gençler der, ben dünyaya geldiğim zaman, birçok meyve ağaçları buldum. Onları yiyerek büyüdüm. Şimdi ben bu fidanı kendim için değil, sizler için, sizlerin çocukları için dikiyorum der. Gençler, özür dilerler. Kültür ve medeniyet, bir bayrak yarışı gibidir. Hepimiz o bayrağı bir başkasına devretmekle görevliyiz. Ancak bir ömür boyu, hem öğretmen, hem öğrenci olanlar, uygar insan sıfatına lâyıktırlar. Sâde bir hususu kendileri bilmekle yetinenler, onu kendinden sonra geleceklere öğretmeyenler, hayata ve medeniyete ihânet içindedirler. Her nesil, bir önceki nesilden birçok şeyler öğrenmek zorundadır. Aptalca bir megalomani, büyüklük ve ukalâlık duygusu içinde olanlar, kültürün yalnız kendilerinden başlayacağını sananlar, nasıl da kendilerini aldatıyorlar. Yahya Kemal, “Kökü mazide olan âtiyim” derken, geçmiş ve gelecek arasında kurulan köprü ile medeniyet ve kültür arasındaki bağlantıyı ne güzel anlatmıştır. Maziyi inkâr etmek, yok saymakla bir yere varılamaz; ama yalnız mazide takılıp kalıp hayatın değişimine ayak direyenler de bir yere varamazlar. Önemli olan, tevhide ulaşmaktır. Ruh ile beden, madde ile mânâ, dün ile bugün, akıl ve gönül arasında denge kurup, birliğe varamayanlar, mes’ut ve bahtiyar olmak için boşuna çırpınır dururlar. Gerçek medeniyet, hayat olayları arasında denge kurup, adına yaşamak sanatı denilen o harikulâde güzel kompozisyona varabilmektedir. Günümüzde, insanların ve toplumların çektikleri bütün ıstıraplar hep tevhitten uzak yaşamalarının sonucu değil mi? Tevhidî görüşe ulaşmadıkça, ne bir insanın, ne bir toplumun renk dolu, ışık dolu, huzur ve güzellik .dolu bir hayat yaşayacağına kesinlikle inanmıyorum. İnsanlık kültür tarihi, ciddi olarak incelenecek olursa, gerçek kendiliğinden ortaya çıkar. Ne olur, birtakım yaldızlı lâflarla ne kendimizi, ne başkalarını aldatmayalım. Madde âleminin nasıl kendine göre kanunları varsa (yerçekimi kanunu gibi) mânâ âleminin de hiç değişmeyen kanunları vardır. Gerçekleri kabul etmemekte ayak direyenler, hüsran içinde kalacaklardır. Hayatın özetini büyük Yunus bir şiirinde ne güzel söylüyor:
Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım.
Sevelim, sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.