Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Çok uyanık ve dikkatli olanlar için hayatta tesadüf diye bir şey yoktur.
Gönderen : Sabri Babayla Sohbet
Tarih : 9/13/2018 12:32:44 AM


.






SABRİ BABA İLE SOHBET


HAYATTA TESADÜF DİYE BİR ŞEY YOKTUR, ANCAK ÇOK UYANIK VE DİKKATLİ OLANLAR OLAYLARIN İÇYÜZÜNÜ ANLAYABİLİRLER





Sabri Baba'mıza soruyoruz:





-Efendim, siz hayatınız boyunca nasibolmuş, çok güzel insanlarla karşılaşmış, onlara karşı önyargılı davranmamış, kıymetlerini bilmişsiniz. Ancak sade karşınıza çıkan durumları değerlendirmekle kalmayıp hayatınıza damga vuracak bazı insanları da kendiniz arayıp bulmuşsunuz. Sizde her konuda çok büyük bir tecessüs ve merak duygusu var aynı zamanda?





Sabri Tandoğan Efendi Hz:




Evet yavrum öyle oldu. Ama her insanda çok büyük bir gerçeği arama aşkının ve merakının olması lazım. Biz bunun için bu dünyaya gönderildik! Ben mesela çocukluğumdan beri eve gelen misafirleri, okula başladığımda koridorda yakaladığım öğretmenlerimi soru yağmurlarına tutardım. Hatta bir öğretmenim Sabri, senin sorularından kurtulmak için emekli olmaya karar verdim, demişti. Ben sanmıyorum ki bir başka insanda bu kadar gerçeği arama aşkı, öğrenme aşkı olsun. Mesela Şemsettin Yeşil Hazretlerinin ağzından bir tek cümle öğrenebilmek için her hafta sonu Rana ile birlikte tutar İstanbul’a giderdik. Sadece bir tek cümle öğrenebilir miyiz diye. Şemsettin Yeşil Hazretleri’nin İstanbul’da sahaflarda küçük bir yeri vardı. Adı Yeşil Kitabevi idi. Kendisi de orada olur, bir köşede otururdu. Ben onun o mütevazı haline rağmen çok büyük bir zat olduğunu keşfetmiştim. Ve sonra ona büyük bir aşkla bağlandım. Şemsettin Yeşil Hazretleri Hakka göçtükten sonra Münir Derman Hazretleri’ni tanıdım. İslam dergisinin “Allah Dostu Der Ki” başlıklı bölümünde yazılar yazıyordu her ay. O yazıları okuyunca Onun çok özel bir insan olduğunu anladım. Dergiyi arayıp telefonunu rica ettim. Arayıp randevu istedim, görüştük. Bana imzalı bir fotoğrafını hediye etti. O günden sonra onun peşinden hiç ayrılmadım. Her hafta sonu Rana ile Eskişehir’e Onun haftalık sohbetlerini dinlemeye giderdik hiç aksatmadan. Eğer onlar bana “Biz Allah yolunun, Peygamber yolunun kölesiyiz.” dememiş olsalardı acaba bunu yapar mıydım. Ama onlar bana en güzel bir şekilde ışık tuttular, hayatıma renk verdiler, anlam verdiler.










Mesela “20. Yüzyılın Işığında Müslümanlık” kitabını okuyunca da Samiha Ayverdi ve Safiye Erol Hanımlarla tanışmayı çok istedim. Önce Samiha Hanım’la tanışmak için İstanbul’a gittik. Sadece Caddebostan’da oturduğunu öğrenebilmiştik. Sokaklarda öylece dolaşıyoruz. Ama koca bir cadde. Ancak içimde çok büyük bir inanç var, bulacağız diye. Rana, o mübarek kadın, da öyle yanımda yürüyor. Bana bir kere olsun “Sabri, hiç böyle şey olur mu, hiçbir şey bilmeden ev aranır mı, nasıl bulacaksın...” bile demedi. Sonra giderken birden bir apartmandan bir pencere panjuru açıldı, o güne kadar tanımadığımız bir hanım –Sabiha Hanım, ki o da veli bir hanımdı- başını uzattı, bize seslenerek “Samiha Anne’yi mi arıyorsunuz?” dedi. Bizi yukarıya buyur ettiler. Samiha Hanım’la tanıştık, üzerinde sarı ile yeşil arası uzun kollu, yakası yuvarlak, kapalı bir elbise vardı. Birbirimizi çok sevdik, çok iyi dost olduk. O da sonraları Ankara’ya geldiğinde bize uğrardı, çok güzel sohbetler ederdik.










Sonra başka bir zaman aynı kitabın yazarlarından Safiye Erol Hanım’la tanışmak istedik. Onun da oturduğu yerle ilgili çok küçük bir ipucu edinebilmiştim İstanbul’da oturduğu yerle ilgili. Rana ile gittik. O civarda bir mahalle bakkalı gördük. Belki dedim bu bakkaldan alış veriş etmiştir, ona bir soralım. Bakkal buraya pek çok kimse gelir, çoğunu tanımam diye cevap verdi. Yalnız orada kenarda duran meczup kılıklı bir adam atıldı, ben dedi tanıyorum. Ve evini uzun uzun tarif etti: şurdan girilecek, sağa dönülecek, ordan filan yere ordan tekrar sağa, sola... filan filan diye. Bana kalsa bulamazdım belki ama Rana’nın adres bulma yönü çok kuvvetliydi. Adam bize dairenin numarasına kadar anlattı. Filan apartmana gelince filan kata çıkarsınız, iki daire göreceksiniz, soldaki daire, dedi. Aynen tarif edildiği üzere evi bulduk, Safiye Hanım’la tanıştık. Birbirimizi çok sevdik. Onu Ankara’ya davet ettik. O da “Çocuklar eğer kısmet olur tekrar gelebilirsem söz veriyorum, en önce size uğrayacağım.”, dedi. Sonra döndük. Ama Allah’ı takdiri, bir hafta sonra vefat ettiğini öğrendik. Nur içinde yatsın.










-Efendim, bir an önce tanışmanız iyi olmuş demek ki. Biraz daha erteleseymişsiniz çok geç kalmış olacakmışsınız ve böyle bir dostluk kurulamayacakmış. Yalnız efendim bir şey dikkatimi çekti. O bakkalda rastladığınız meczup görünümlü adam, olayı size öyle rahat ve detaylarına inerek anlatmış ki. Oysa meczup haline rağmen yaptığı tarife ve Safiye Hanım’ı çok iyi tanıyor olduğuna bakılırsa aslında o da özel bir kimseymiş. Ama kendisini sıradan biri gibi, bir meczup gibi gösteriyormuş galiba. Bu çok ilginç değil mi efendim. Hayatta aslında karşımıza çıkan olaylar, insanlar içinde sıradan gibi görünenlerin arkasından çıkıyor en ilginç haller?





Sabri Tandoğan Efendi Hz:





-Öyle yavrum. Doğru. Basit, sıradan sandığımız durumlar, rastladığımız insanlar çok önemli aslında. Onlara çok dikkat etmek lazım, çok uyanık olmak lazım.










-Efendim, sıradan sandığımız bazı insanlarda da muhteşem bir manevi enerji olabiliyor. Küçücük bir atom parcacığının koca bir şehri yok edecek gücü taşıyor olmasına benzetebilir miyiz bunu, çok çok küçük hatta görülemeyecek kadar küçük olmasına rağmen muhteşem bir enerji taşıyor olması nedeniyle.







Sabri Tandoğan Efendi Hz:





-Öyle yavrum. Çok doğru. Hayatta basit, önemsiz, küçük diye hiçbir şey yok, sıradan bir insan yok. Her şey, her insan bizim sandığımızdan çok ama çok daha önemli... Kimde ne olduğunu bilmek her insanın harcı değil...










- Efendim, Ahmet Kayhan Hazretleri’nindi sanırım bir sözü olacak: “Sen,” diyor “Allah dostlarını öyle kanatları filan olan insanlar mı sanıyorsun. Onlar da senin gibi, benim gibi kimselerdir.”







Sabri Tandoğan Efendi Hz:





-Yavrum, mesela bir gün bir adam bir büyük veli zata geliyor ve diyor ki “Efendim, bana bir nasihatte bulunun da o nasihati uygulayarak hayatıma istikamet verebileyim. Ancak benim öyle uzun uzun öğütleri uygulayabilecek gücüm yok. Mümkünse çok kısa bir öğüt olsun.” Bunun üzerine o veli zat diyor ki: “Evladım, her geceni Kadir, her gördüğünü Hızır bil. Bu sana yeter.”










-Efendim, siz de bunu en güzel şekilde uygulayan kimselerden birisiniz. Kitaplarınızda çok değer verdiğiniz insanlar hep halkın arasından seçilmiş, börekçi, odacı, çaycı, ayakkabı boyacısı, hamal gibi çok mütevazi kimseler. Ayrıca siz yaşadığınız örnek hayat ve verdiğiniz hak, hukuk ve doğruları ölüm bahasına da olsa savunma mücadelesi ile bize göre Resulullah Efendimizin yaşantısının bugüne bir yansımasısınız. Peygamber Efendimiz, “Allah’a kasem ederim ki hiçbir insan dünyada benim kadar sıkıntı çekmedi.” Buyurmuşlar. Tabi Onun yaşadığı, karşılaştığı her hadise, yapmış olduğu evlilikler vb. Ondan sonra gelenlerin benzer durumlar ortaya çıktığında örnek alması içindi. Siz de yaşantınız boyunca hep Hakkın, haklının zaferi için çalışmışsınız, hakkı dolu dolu verilmiş güzel bir hayat yaşayarak hayat yolunda karşılaştığınız insanlar ve olaylardan en güzel dersleri çıkarmışsınız. Ortaya imbikten bir özsu gibi süzülerek çıkan çok değerli hayat görüşlerinizi ise bütün nüanslarıyla şimdi de bütün insanlığa hiçbir ayrım yapmadan sunuyorsunuz. Bir de şurası çok önemli, siz yapmadığınız hiçbir şeyi söylemiyorsunuz. Mesela bir fakir kızın çeyizine yardım etmek, kimsesi olmayan bir hastayı ziyarete gitmek, dertli bir insanın gözyaşına ortak olmak... gibi birçok tavsiyelerinizi bizzat kendiniz hayatınızda uygulamışsınız. Onun için sözleriniz insanlara bu kadar tesir ediyor.










Sayın Büyüğümüz dalmış, öne eğik, hafif uyur vaziyetteki başını çok ince ve hafif bir hareketle sallayarak sözlerimizi tasdik ettiğini ima ediyor.










-Allah sizden razı olsun, daha nice hayırlı ömürler bağışlasın Efendim. Çünkü insanlığın yaşayan, canlı bir örnek olarak size daha çok ihtiyacı var. (Amin)










Ankara





Ağustos 2010

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]