.
Selam üzerinize olsun muhterem büyüğüm,
Geçenlerde biryerde şu hadisi okudum:
"Cehennemden uzak kılınmayı ve cennete girmeyi seven kişiye ölümü, Allah’a ve ahiret gününe inanır olduğu halde ulaşır. O kişi insanlara, kendisine davranılmasını istediği gibi davranır."
Murakabe yapıp kendimin nasıl davrandığını düşününce bazen umutsuzluğa kapılıyorum. Bu konuda ne kadar yanlış ve eksik olduğumu anlıyorum. Herşeyin Allah'ın birer vechi olduğu bilgisi var ancak bunu hayata geçirmek bir o kadar zor benlik için. Hayatın en büyük amacı bir süreç sonucunda insanın benliğini yakması, perdelerin kalkması, "Ölmeden önce ölünüz" hadisi gereğince fıtri kulluğundan, mutlak kulluğa geçmesi. Bir süper iletken olması, saf ve temiz olup direnci, benliği olmaması. O zaman her yere eşit gelen Allah'ın rahmeti (benzetmek caizse gerilim, voltaj), o kişinin benliğini-direncini azaltması ölçüsünde, teslim olduğu oranda yüksek bir enerji, nur açığa çıkaracaktır. Allah'ın manaları, renkleri Allah'ın boyasıyla boyanan kişide cem edilecektir. Onlar herşeyin Allah'tan olduğuna mutmain olmuş kişilerdir. Halleriyle o durumu yaşamaktadırlar, bize umut vermektedirler. Bize gerçek hayatta böyle insanların varolabileceğini gösterdiğiniz için Allah sizden ve sizin gibi olan zatlardan razı olsun. Ellerinizden öper, size ve siteyi takip edenlere hayırlı bayramlar, teslimiyetin verdiği huzur içinde mutlu seneler dilerim. Selamlar, saygılar, sevgiler, hürmetler.
Göktürk Aşıcı
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Göktürk Aşıcı,
Efendim, kıymetli mailinizde değindiğiniz husus ne kadar önemli. Hepimiz bu dünyaya imtihan için gönderildik. Maddi manevi ne ile karşılaşırsak hepsi bir büyük sınavın değişik soruları. İnsan bazan zenginlikle, bazan yoksullukla, bazan sağlıkla, bazan hastalıkla, bazan sevgi görerek, bazan en nezih, en temiz sevgilerinizin karşı tarafca anlaşılmaması ile, hor görülmesiyle imtihan ediliyor. Önemli olan dünyaya niçin geldiğimizin bilincinde olmak. Bütün davranışlarımızı ona göre ayarlamak. Bütün konuşmalarımızı ona göre yapmak. Sevgili Göktürk, bütün bunlar ne ile başlıyor biliyor musunuz? Hep edep ve tevazu ile. Biz, nefs denizlerinde kulaç atarken kendimizi olgun, kamil, yetişmiş bir insan gibi görürsek, sevgili dost, maç orada biter. Kainatın en büyük şairi kendi nefsine şöyle hitap ediyor:
“Miskin Yunus, sen seni bir adam mı sanırsın
Halini, miktarını bil derlerse ne dersin?”
Keşke Yunus’un bu şiirini hergün okuyabilsek de kendi nefsimize seslenebilsek. Maşaallah burnumuzdan kıl aldırmıyoruz. Divan edebiyatının güçlü şairlerinden Bağdatlı Ruhi ne güzel söylüyor:
“Ebnayı zamanı talebi nam-ü nişandır
Her biri tasavvurunda falan ibnü fialndır”.
Eğer, kendimizde hava basacak bir taraf bulamıyorsak o zaman İstanbul’un sosyete hanımları gibi, Üsküdar’ın bit pazarına gidip oradan Paşa resimleri alıyor, duvarlara asarak “falanca benim dayım, filanca benim dedem” deyip caka satıyoruz. Ah bu nefs, insanı ne hallere düşürüyor. Onun için Yüce Peygamberimiz harpten dönerken nefisle mücadeleyi kastederek “Biz şimdi küçük cihattan büyük cihada gidiyoruz” diyor. Mesele bundan ibaret sevgili dost. Allah cümlemize nefsimizi arıtmamızı, temizlememizi, müslüman etmememizi nasip etsin. Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.