HER DEM TAZE DOĞARIZ, BİZDEN KİM USANASI
İnsanlar gibi toplumlar da zaman zaman çeşitli sıkıntılar yaşar, bunalımlar geçirirler. Dünyada hiçbir toplum bütün sorunlarını çözümlemiş değildir. Bazı saf, tecrübesiz, bilgisiz, belli bir kültür düzeyine ulaşmamış insanlar, kafalarına takarlar, efendim, falanca toplum şöyle ilerlemiş, böyle ilerlemiş, biz de örnek alalım, onlar gibi olalım, yükselelim, ilerleyelim. Gidip baksanız, o toplumu görürsünüz. Yazılanların, çizilenlerin hiç de anlatıldığı gibi olmadığını, onların da arkasında nice dev gibi sorunların çözüm beklediğini, o güzelim yolları, caddeleri, sokakları dolduran insanların hiç yüzlerinin gülmediğini, iç dünyalarından gelen sıkıntıların, bunalımların, yaşadıkları dramların yüzlerine acı çizgilerle yansıdığını farkedersiniz. Gidin görün. Telefon rehberini açın. Psikologların, psikiyatristlerin bölümü bir türlü bitmez. Sözüm ona insanlara yol gösterecekler...
Merhum bir arkadaşım, bir tarihte, annesini bir psikiyatriste götürür. Muayenenin ortasında, profesör, “anacığım” der, “kusura bakma biraz ara vereceğiz. Ben alkoliğim. İçki içme vaktim geldi. Devam edemeyeceğim”. Bir dolabı açar. İçkisini, mezesini çıkarır. Demlenir. Kafasını bulur. Sonra “haydi başlayalım” der. Yaşlı anne hayretler içindedir. Gördüklerine inanamaz. Muayene başlamadan önce, hayretle, şaşkınlıkla, doktora bakar. Doktor ne oldu deyince, dayanamaz. “Şimdi beni sen tedavi edeceksin” der. “İyi, güzel. Sağolasın. Ama merak ettim, seni kim tedavi edecek?”
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, tedâvi edecek insanların kendileri de tedâviye muhtaç. Bir Allah dostuna sormuşlar: “Efendim, insanın başına gelecek en büyük felâket nedir?” Cevabı şu olmuş: “Gözleri olduğu halde görmemek...” Çünkü, gözlerimiz çirkinlikleri değil, güzellikleri görmek için yaratıldı. Ancak sevgiyle saygıyla, edeple bakan gözler güzelliği bulabilir. Sevgi temiz ruhların içinde, çiçeğin üstündeki bir çiğ damlası gibidir. O sevgiye ulaşabilmek için, pek çok şeye tahammül etmeyi bilmek lâzımdır. Yusuf’un kuyusunda çile çekmeyenler Mısır’a sultan olamazlar.
Vaktiyle Hz. Yusuf’a eziyet eden insanlara biz de dahiliz. Biz de kendi gönlümüze, nefsanî azgınlıklarımızla eziyet ediyor, gönlümüzdeki çiçeklerin gün ışığına çıkmasına imkân vermiyoruz. Nefsine ağır gelen durumlara katlanamayan insanlar hiçbir zaman tekâmül edemezler. Hz. Ali “Ben Rabbimi arzularımın olmaması ile bildim” diyor. Bugün bizi üzen bazı durumların yarın bize huzur, mutluluk getirmeyeceği ne mâlûm? Bütünün parçalarından birini görmemiz bizi onun hakkında yanıltabilir. Şüphe yok ki, Allah insanlara hiçbir surette zulmetmez. Fakat, insanlar kendi kendine zulmederler. Hiç kimsenin hayatı tek bir çizgi üzerinde gitmez, sevinçler paylaşılınca çoğalır. Acılar paylaşılınca azalır. Varlığınız ile çevrenizdeki insanlar da varlıklı olsun. Bir selâmınız, bir hatır sormanız bile, onların içinde güller açtırsın. İnsan kalbinin kapısı dışardan değil, ancak içerden açılabilir. Sevgi sevgiyi, kin kini doğurur. Gerçekten seven insan her an ayrı bir sevincin içindedir. Sabır acıdır ama meyvesi güzeldir. Zarafet insanı karşı konulmaz yapar. Bir kimseye şer olarak bir müslüman kardeşini küçümsemesi yeter. Pay edemediğiniz ne? Bu kısa yolculukta yol arkadaşıyız hepimiz. Gerçeği, insanların ölçüsü ile değil, insanları gerçeğin ölçüsü ile tanımalıyız. Çocukluğunda ne düşünürse, yaşlılığında da ona ulaşır insan. Kini kinle değil, sevgi ile temizleyiniz, insanların çoğu şükretmenin sadece zannı içinde yaşarlar. Gerçekte şükretmesini bilenler huzur ve sükûn içindedirler. O ne güzel bir hâldir. İnsan şükür kapısından geçmeden sabırda da yücelemez. Bugünkü ahvâle şükür, yarınki hamlenin gücü olur.
Düşünmek, görülen şey üzerinde, daha derine inip sonuçlar çıkarmaktır. Bu dikkatle başlar. En büyük başarılar az fakat devamlı çalışmalarla gelir. Karanlık, ışığın olmadığı yerdedir. Bazen küçük bir hareket asırlarca sonra doğacak bir inanışı hazırlar. Yarın, bugünkü aksiyonun ürünüdür. Her şeyin, herkesin yeri, değeri ayrıdır. Uygarlık eğer insanın kalbinde değilse, hiçbir yerde değildir. Bir damla yağmurun denize faydası vardır. Karşılaşılan her şey, insana, ya bir şeyler katar ya da ondan iyi veya kötü bir şeyler alır götürür. Bilim ve sanatın temelinde hep küçük dikkatler yatar. Bilim adamı ve sanatçıyı diğerlerinden ayıran hep onların yoğun bir dikkate sahip oluşlarıdır.
Aşılması gereken ilk engel, öfke, peşin hüküm, yarım bilgi ve umutsuzluktur. Dikkat ve sezgiyle bakılırsa, her şey bir işarettir. Bir yanlışı düzeltirken, başka bir yanlışın kucağına düşmemek gerekir. İnsanlarda çamuru görüyoruz hep. İçindeki cevherle kimse ilgili değil. Kaba, hoyrat, saygısız bir davranışla bir insanı ebediyen yaralayabiliriz. Ruhundaki son kıvılcımları da söndürebiliriz. Hiç kimsenin yüzüne karşı yanlışını çarpmayın. İtiraf için kimseyi zorlamayın. İç dünyasında bir çıkış yolu bulabilmesi için sevgiyle, saygıyla, incelikle ona fırsatlar verin. Öyle günlere geldik ki, insana neyi eksik diye değil, hâlâ neyi kaybolmamış diye bakmak gerekiyor. Her insanın ruhunda Nur-u Muhammedî gizlidir.
Onu sabırla, aşkla, ustalıkla gün ışığına çıkarmak gerekmektedir. Her kaçış bir aldanıştır. O akıl ki dine uygun değil, o akıl değildir; o din ki akla uygun değil, o din değildir. İçimizde uyuklayan, uyanmak için bir bakış, bir ses, bir kelime bekleyen nice gerçekler vardır. Sevgiler yeşertilecekken, neden nefretler üretiliyor? İnsanoğlu sahip olduğu şeylerin farkında değil. Kendini ıssız bir vâdide dışlanmış, terkedilmiş görüyor. Hiçliğe sarılıyor. Boş eğlencelerle kendini avutmaya, oyalamaya çalışıyor. Her şey, her an, insanı etkiliyor. Her olay zincirleme birbirine bağlı. Biri diğerine tohum oluyor. İçten içe oluşarak tohumlar meyvelerini veriyorlar. Her şey çok ince, akıl almaz incelikte ipliklerle birbirine bağlı. Onları göremiyor, sezemiyoruz. Sonra da tesadüf deyip işin içinden sıyrılıyoruz. Hayatta bir tesâdüf var. O da sözlüklerdeki tesâdüf kelimesi... Bazen otuz yıl, kırk yıl önce söylediğimiz bir sözün, yaptığımız bir hareketin karşılığını, aradan bunca yıl geçtikten sonra karşımızda görüveriyoruz. Her şey çok ince, çok derin nedenlerle birbirine bağlı. Göremiyorsak kabahat bizim. Aşık Veysel “yumma gözün kör gibi” der, mesele, her şeyin değerini, yerini, rolünü kavramada. Japon dilinde küçük, basit, önemsiz, değersiz gibi kelimeler yok. Onlara göre her şey önemli, değerli. Görevini iyi yapan, aşkla yapan her insan büyüktür, saygıya değer. Huzur içte sağlanan dengenin meyvesidir. Bu denge üzerinde büyür, yücelir ruh. Damlayan sular bazen mermeri deler. Bir damla yağmurun denize faydası vardır. Bazen bir damla su kayanın içine girer. Donar. Kayayı çatlatır. Buhara dönüşür. En güçlü motorları çalıştırır. Kâinatın Efendisi “Sizin en hayırlınız, insanlara en fazla yararı dokunandır” buyurmuyor mu? Her şey küçük başlangıçlarla olur. Vehbi Koç’a sormuşlar. Bu kadar serveti nasıl elde ettiniz, demişler. Cevap vermiş, ilk bir lirayı kazanarak demiş. Dağ diye gördüğümüz birleşen atomlardır. Unutmayalım. Önemli olan iIk adımdır. İyiye de, kötüye de gidiş ilk adımla başlar. Hayatta küçük, basit, önemsiz bir şey yoktur. Öyle görüyorsak, kabahat bizdedir. Ama atılan bir yanlış veya doğru adım, sade bizi değil, denize atılan bir taşın halkalar halinde büyümesi gibi, derece derece bütün insanları ilgilendirir.
Sorun, insanın evrendeki âhenge kalbini açmamasından doğuyor. Bir şey, göründüğünden çok fazla şeyi kapsar. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Alışkanlıklar, tembellikler, önyargılar gerçeği ve güzelliği görmemizi engelliyor. Gözlerin açık diye her şeyi gördüğünü mü sanıyorsun? Görmesini, okumasını bilenler için bu evren bir kitaptır. Her olay arkasında bir dünya gizler. İster büyük, ister küçük olsun, kâinatta ne varsa, saatin çarkları gibi, birbirleriyle ilgilidir. En büyük ustalık, ustalığı gizlemeyi bilmektir. Bağırmayın, sinirlenmeyin, öfkelenmeyin, sadece ama sadece anlamaya çalışın. Her şeyin bir bedeli vardır. İnsan içinde ne taşıyorsa, dışında onu bulur. Her tohum kendi meyvesini verir. Bugünleri hazırlayan şeylerin kökleri geçmiştedir. Kâinattaki her zerrenin bir yaradılış nedeni vardır. Farkında değiliz. Göze diken görünen, önemsenmeyen şu ot, kim bilir, hangi derdin şifâsını taşıyor. Görülenlerin arkasındaki görünmeyeni, o gizli gerçeği yakalamaya çalış. Gerçek bazen konuşmadan duyurulur. Bir küçük jest, bir bakış, bir damla gözyaşı, bir kelime, bir ses tonu saatlerce süren konuşmadan daha etkili olabilir. Daha anlamlı olabilir. Bazen bir ömür boyu sürebilir. Küçük bir dikkatle bazen insan fıtratı harekete gelir. Bir bakış, bir ses tonuyla çözülür birden düğüm. Gerçeği seyretmek isteyen kimse, ilkönce, kendinde sükûnu tesis etmeli, zihni bir gölün durgun suları halini almalıdır. Bütün güzellikler sessizlik içinde çiçeklenir.
SABRİ TANDOĞAN
Onun ve Hakk'a Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.