SABRİ BABA'DAN DÜŞÜNDÜREN SOHBET
KONU: Eğitimin Amacı
Eskiden talim terbiye diyorlardı. Sonra eğitim ve öğretim oldu. Zaman geçti, eğitim ve öğretimin eğitimi kalktı, öğretimi kaldı; eğer çağdaş mânâda ona da öğretim denilirse. Bir bilgi teranesi tutturduk. Bilgi aşağı, bilgi yukarı. Artık bütün nutuklar bilgi çağı diye başlıyor, bilgi diye bitiyor. Doğru dürüst bir gazete ile okuyucusunun karşısına çıkamayan sözüm ona gazeteler, çuvallar dolusu ansiklopediler verdiler. Sanki onları açıp da okuyan, istifade eden varmış gibi. Önüne gelen ev ansiklopedilerle doldu. Radyolarda, televizyonlarda bilgi yarışmaları düzenlendi. Hayatta yeri olmayan, hiçbir işe yaramayan sorular soruluyordu. Söyle bakalım diyorlardı, biz 1950 yılından önce oynadığımız futbol maçında Yunanlıları 3-1 yendik, ilk golümüzü kim attı? Bunu bilmenin insanlara ne fayda sağlayacağı henüz belli değildi. Sürekli olarak kafalar ıvır zıvırla dolduruluyor, insanlar hayatın, varoluşun gerçeklerinden uzaklaştırılıyordu. Kafası, işe yaramayan, hayatta hiçbir fonksiyonu olmayan bilgilerle doldurulmuş gençler, hayata atıldıkları zaman, iş güç sahibi olup, evlenip yuva kurdukları zaman, apışıp kalıyorlardı. Çünkü birçok nesiller irfansız, idraksiz, kemalsiz yetiştirildiler. Öyle ki, aydın insanla, diplomalı insan eşdeğer sayıldı. Nice aydın! İnsanlar, kendilerini öyle sananlar, zifirî karanlık içinde yaşıyorlardı ama, farkında değillerdi.
Türkiye’de bazı kimseler dinî ve ahlakî duygularını kaybetmiş, on sekizinci yüzyıldan kalma basit materyalist dünya görüşüne sahip olanlara, aydın adını veriyorlardı. Bu ne dereceye kadar doğru idi? Hâkim vasfı düşünce olan insana bu ad veriliyor, “intellectuel” karşılığı olarak...
Aydın sadece muayyen bilgilere sahip bir kimse değil, düşünceyi bir çeşit itiyat haline getiren, hiçbir şeyi peşin olarak kabul etmeyen, her şeyin aslını araştıran kimsedir. Belli bir ideolojiyi veya hayat görüşünü kafasına şapka gibi geçiren ve onu hakikatin kendisi sanan bir kimse acaba aydın mıdır, yoksa bilgi hammalı mıdır? Aydın, karşılaştığı her meseleyi, yeniden soran insandır. Fikirler üzerinde düşünülmeyince, basmakalıp hale gelirler, bir nevi bâtıl inanç şekline girerler. Gerçek aydın, başkalarından önce, kendi kendisine karşı hür olan insandır. Ona göre en üstün kıymet hakikattir. İnsan bu düzeye ancak eğitimle gelebilir.
Eğitim sözcüğünün batı dillerindeki kökü “education” beslemek, yetiştirmek eylemlerine dayanır. Eğitim, bir insan tarafından, başka bir insana uygulanan bir eylemdir. Bu eylemle amaçlanan, eğitilen kişiye geleneklerin, duyguların ya da sağduyunun gerekli ve yararlı bulduğu, kimi kültürel katkıları sağlamaktır. Eğitim, insanı insan yapmak, hazreti insan durumuna getirmektir. Eğitilen insan; niçin dünyaya geldiğini bilen, varoluşundaki hikmeti idrak eden kimsedir. O artık sürüye dahil bir varlık olmaktan kurtulmuş, duyan, düşünen, hisseden, soran, araştıran, inceleyen, mukayese yapan bir şahsiyet haline gelmiştir. İlkokul üçüncü sınıftaydım. Bir gün sınıfta hocamız tahtaya şunu yazdı: “Diploma cehâleti alır, eşeklik bakî kalır.” Çocuklar dedi, siz siz olun, bu sözü unutmayın, Sık sık hatırlar, hocamı rahmetle anarım.
Bugünkü psikoloji ve felsefe, dış dünyayı, bizim kendi duygu ve düşüncemize göre yorumladığımızı ve ona bir anlam verdiğimizi ortaya koyuyor. Eğer hayatı ve insanları kötü ve karanlık görüyorsak, bunun sebebini kendimizde aramalıyız. İnsan kâinatın en zengin muhtevalı varlığıdır. Şimdiye kadar hiçbir ilim, onun mânâsını tüketememiştir. İnsan her devirde, her yerde ayrı bir durum karşısında kalmıştır. İradesi ile şu veya bu yolu tercih etmiştir. Başka durumda bulunsaydı veya başka imkânları yoklasaydı, hareketleri de başka olacaktı. İnsanların geleceğini belirleyen, içinde yaşadıkları durum ve o durum karşısında almış oldukları tavırdır. Hiçbir durum ve hiçbir seçme ötekine benzemez. Çünkü her an ve her insan yeni ve farklıdır. Büyük Yunus “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası” der ve ilâve eder “Bir siz dahi sizde bulun, benim bende bulduğumu.”
Bugünkü eğitimin temeli de, bu yeni insan ve hayat görüşüne uyarak, değişmiş bulunuyor. Bugün eğitimde en çok geçen tâbir, şahsiyettir. Şahsiyet demek, her insanın kendi eğilimlerine, yeteneklerine ve isteklerine göre yetişmesi, gelişmesi, hayatta içinde bulunduğu yeni şartlara göre takip edeceği yolu bizzat kendisinin seçmesi demektir. Kimse, kimsenin sorumluluğunu üzerine almaz. Herkes kendi varlığından sorumludur. Bir insan ancak böyle bir durum içinde kendine en uygun olan yolu seçme özgürlüğünü kazanır. İnsan hem kişilik sahibi olmalı, hem de başkalarının kişiliklerine karşı saygı göstermelidir. Bu her insan için, hayatî önemi haiz bir ilkedir. Olgun, kâmil bir insan, ne kendi benliğini başkalarına köle yapar, ne de başkalarını kendisine köle yapmaya kalkar. Taassup ve tahakküm, dar düşünüşün, yetişmemişliğin, eğitimsizliğin bir sonucudur.
Yeryüzünde ne kadar insan varsa, o kadar ayrı mizaç, huy, yetenek vardır. Onun için Yunus “Yaradılanı hoşgör, Yaradan’dan ötürü” der. Biz de her an ve her yerde, daimî bir değişim içindeyiz. Kur’an-ı Kerim’de “Allah her an yeni bir şeen’dedir.” buyrulur. Her an, her şey gibi biz de değişiyoruz. Bir gün eşim anlatmıştı. Rahmetli dedesi dermiş ki; bir kimse ile beş altı yıldır görüşmüyorsanız, aman dikkatli olun, onunla karşılaştığınızda ihtiyatlı konuşun, değişmiş olabilir. Hayat hiçbir dar kalıba sığdırılamayacak kadar büyük, yüce, güzel ve anlamlıdır. Yunus bir mısraında “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.” der. Japon dilinde, basit, küçük, önemsiz, alelâde kelimeleri yoktur. Onlar için her şey önemlidir. Dikkate değer. Yunus ne güzel söylüyor: “Hakir görme hiç kimseyi, hiç kimse hakir değil”
Gandhi, evden çıkarken kendimi ayakkabımın üzerindeki bir tozdan büyük görsem Allah’a sığınırım diyor. İnzivaya çekilen bir İslâm velîsine sormuşlar, efendim demişler, siz insanların şerrinden kaçtığınız için mi inzivaya çekildiniz? O zat cevap vermiş, tevâzu ile, aman efendi estağfirullah, ne haddime, insanlar benim şerrimden uzak kalsınlar diye buralara geldim. İnsanı insan yapan yine insandır. Fakülte bitirmekle, diploma almakla, insan olduklarını sananlar, daimî bir aldanışın içindedirler.
Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı, diyen Yunus meseleyi ne güzel anlatıyor. Eğitimin amacı, bizi evrensel sevgiye götürmek olmalıdır. Bizler de Yunus gibi:
Yetmiş iki varlığa bir göz ile bakmayan
Şer’an evliyâ olsa hakikatte âsîdir.
diyemiyorsak, on fakülte bitirsek neye yarar. Sadece kendimizi aldatmış olmaz mıyız? Allah cümlemize
Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım.
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz
demeyi ve bunu hayatımızda yaşamayı nasip etsin...
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.