Konu : Yaşamak bir sanattır.
Gönderen :
Çiğdem
Tarih :
12/7/2018 1:22:31 AM
.
Muhterem Büyüğüm, Çok Değerli Dostlar,
Güzel bir Pazartesi gününde sizleri en içten dileklerle selamlıyor, başladığımız haftanın çok büyük güzellikler getirmesini diliyorum.
Müsaadenizle yine Sayın Büyüğümüzün sohbet notlarını paylaşıyoruz bugün de.
Selam, saygı ve sevgilerin en içten geleniyle Allah’a emanet olunuz.
Çiğdem
SAYIN BÜYÜĞÜMÜZ SABRİ TANDOĞAN HZ'NİN GÖNÜL SOHBETLERİNDEN NOTLAR-11
KONU: YAŞAMAK SANATI
Hadis-i Şerif: “Dünya, ahiretin tarlasıdır.”
Dünya ve ahiret birbirini tamamlar. Bütün mesele Allah’ın (cc) bize ömür olarak takdir ettiği zaman dilimini en iyi değerlendirmek, bunun aşkı ve heyecanı içinde olmak ve bütün varlığı manevi bir aşkla kucaklamaktır.
Geleceği bir şekilde öğrenmek isteyenlere hayret ederim. Önemli olan öbür dünyaya gitmek de değildir. Bence en önemli olan bugünü, içinde bulunduğumuz anı en güzel şekilde, bir manevi aşkla yaşamaktır.
Ben illa bu dünyada kalmak isteyenlerin psikolojisini de anlamıyorum efendim. Ölüm olayı da bir realitedir. İşte bunları gereğince idrak edenler “yaşama sanatı”nı bilenler oluyor.
Kim midir bu sanatı gereğince yaşayabilenler?
Bazıları der ki "Ben Koç gibi, Sabancı gibi zengin olsam bilirim yaşama sanatının ne olduğunu!" Benim tanıdığım bazı zenginler var ki bu sanattan haberleri bile yoktur. Onlar yaşama sanatının ustası değil çırağı bile olamamışlardır. Öyle insanlar gördüm ki sırtlarındaki onca yüke rağmen neşeli ve mutluydular, yaşantıları pırıltılıydı. Burada olayı paraya indirgemek, işin gerçeğinden büsbütün uzaklaşmaktır. Biz ilkokuldayken yaz tatilinde de çalışırdık. Yazın babam eve kış için odun almıştı, kırdırmak için yoldan geçen bir adam çağırdık. O zamanlar sokaklardan oduncular geçer, odun kıran, odun kıran diye bağırırlardı. Babam da onlardan birisi ile anlaştı. O gün oturup hep o oduncuyu seyrettim. O baltanın oduna inişini, o odunların kalem gibi kesilişini, oduncunun yüz ifadesini, genel halindeki, tavırlarındaki güzelliği yıllarca unutamadım. O gün bir tek eğri odun bile yoktu kırdığı odunların arasında, hepsi aynı boyda ve muntazamdı. Yanındaki küçük oğlu bir ara mahalledeki çocuklarla kavga edince çağırıp büyük bir incelikle öğüt vermişti.
Benim bu oduncu gibi yaşama sanatı bilen kimselerde gördüğüm çoğunlukla sıradan insanlar oluşlarıydı. Zengin değildiler.
Hayatta gördüğüm yaşama sanatını bilen bir nadir insan da Hukuk Fakültesindeki hademe İrfan Efendi'ydi. "İrfan Efendi, bugün bize postada bir şey var mı?" diye sorunca edeple ayağa kalkar, ceketini ilikler, başını önüne eğer “Efendim, bugün size bir şey çıkmadı ama inşaallah yarın çıkar.” derdi. Ümidini de verirdi. Bir tek edep dışı oturuşunu, hareketini, söz söyleyişini görmedim.
Yıllarca önceydi. Mevlana’nın bir kitabını tercüme eden Mithat Bahari Beytur Beyefendiyi kitabından çok etkilenerek ziyaret etmeyi arzuladım, randevu alıp ziyaretine gittim. Gençken çok etkilendiğim insanlarla gidip tanışmak adetimdi. Anlaştığımız gün İstanbul’a gittim. Kızları açtı kapıyı, babamız Seniha Bedri Göknil Hanım’ın (*) evinde dediler. Oraya gittim. Kapıyı elleri beyaz eldivenli bir uşak açtı, sonra Seniha Bedri Hanım beni bütün inceliği ile karşıladı. O güne kadar gördüğüm en güzel döşenmiş evdi. Seniha Bedri Hanımla akıl almaz güzellikte zarif eşyalarla döşeli bir salona geldik. Kendisi de Fransızca’dan çok değerli tercümeler yapmış çok değerli bir hanımefendi idi. Mithat Bahari Bey ise artık çok yaşlanmış idi ve vücudu iyice küçüldüğü için oturunca yere uzanmayan ayaklarının altına yastıklar bırakılmıştı. Kendisiyle renk dolu, şiir dolu bir sohbet yaptık. Hayatımda ilk olarak orada altın kupada çay içtim. Talebesi olan Seniha Bedri Hanımla o istirahate çekilince ricası üzerine görüşmeye devam ettik. Fevkalade kültürlü, zarif, ince bir hanımefendiydi. Hocasından tek şikâyeti (onunla çok sevdiği eşini bir kazada kaybedip, intihar etmeyi düşündüğü bir zamanda dostlarınca tanıştırılmıştı) kusurlarını söylememesiydi. "Ne zaman Hocama hatalarımı sorsam, hata da bizde, kusur da bizde, noksanlık da bizde diye cevap veriyor, kendi noksanlarımı bir türlü bulup düzeltemiyorum." diye anlattı. Onun bu sözlerini yıllardır düşünüyorum...
Artık bu güzel, asil, nezih insanlar nerdeyse hiç kalmadı. Sonlarını biz görmüşüz demek ki. Artık bundan sonraki nesiller ne bir Samiha Ayverdi Hanım görecek, ne bir Seniha Bedri Hanım, ne de bir Mithat Bahari Bey... Benim bugün yandığım nokta hatıralarımı, içimdeki güzellikleri verecek, aktaracak insan bulamamaktır. Beni üzen asıl nokta budur.
SABRİ TANDOĞAN HZ.
(*) Seniha Bedri Göknil Hanımefendi ve Mithat Bahari Beytur Beyefendi hakkında güzel bir sunum: (Yazar: Hayat Nur Artıran)
http://akademik.semazen.net/author_article_detail.php…
|