-Efendim, dünyada bir tane tesâdüf varmış, o da lügatlerdeki tesâdüf kelimesi...
Kesinlikle tesâdüfe inanmıyorum. Olaylar aklın almayacağı ölçüde, o kadar ince, o kadar hassas, birtakım sosyal, psikolojik, mânevî ipliklerle birbirine bağlı ki, bir noktadan sonra aradaki bağlantıyı kaybediyor ve tesâdüf deyip, işin içinden sıyrılıyoruz. Bir durum karşısında bilgiç bilgiç sanki bir kör düğümü çözüyormuşçasına tesâdüf demekle, bir çözüm getirdiğimizi sanıyoruz. İşin tuhafı, karşımızdaki de bu oyuna geliyor. İtiraz etmeden kabulleniyor. Bir bilinmeyeni başka bir bilinmeyenle açıklamak neye yarar? Söylenen söz vücut bulur. Bazen otuz yıl önce söylediğimiz bir sözün, yaptığımız bir davranışın, otuz yıl sonra karşılığını görüyoruz. Aradaki illiyet bağını kuramadığımız için de izâhını yapamıyor, tesâdüf kelimesini kalkan yapıp, arkasına sığınıyoruz. Yapılan zerre kadar iyilik veya kötülüğün karşılığını görmeden son nefesimizi vermeyeceğimizin bilinci içinde değiliz. Attığımız her adımda, her sözümüzde, her davranışımızda o kadar hassas, o kadar dikkatli ve uyanık olmalıyız ki, nedâmet hissi duymayalım, pişman olup dövünmeyelim işin sonunda. Yersiz, zamansız, dikkatsizce söylenen bir söz, bazen bir insanı hayata küstürebilir, bazen ölüme götürebilir. Zemheriden daha soğuk bakışlar vardır, muhatabını bir ömür boyu rahatsız eder, tedirgin eder. Keza bahar çiçekleri gibi insana umut veren, yaşama sevinci veren, insanın içini ısıtan tertemiz, bembeyaz bakışlar, tebessümler de vardır. Hepimiz öylesine sususuz ki onlara...
Neden hayat sahnesinde rolümüzü oynarken, onu en güzel, en başarılı şekilde yapmaya çalışmıyoruz? Neden gül gibi olmak varken, diken gibi batıyoruz? Neden;
Gül alırlar, gül satarlar
Gülden terâzi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
mısralarındaki o muhteşem güzelliği iç dünyamızda yaşayamıyoruz?
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Onun ve Hakk'a Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.