Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Hayret makamı.
Gönderen : Sabri Babadan Sohbet
Tarih : 1/15/2019 11:29:55 AM


.
SABRİ BABA'DAN MUHTEŞEM SOHBET
HAYRET MAKAMI
Bugünlerde günün muhtelif saatlerinde aklıma sık sık Yunus Emre’nin “Cümle yerde Hak nazır, göz gerektir göresi” mıs­raları geliyor. Allah öyle güzel, öyle muhteşem bir dünya ya­ratmış ki, Kur’an-ı Kerim’deki “Ne yana bakarsan bak Allah’ın vechi oradadır” Âyetini ürpererek hatırlamamak mümkün mü? Her zerrede ayrı bir ihtişam, ayrı bir güzellik. Bazen gözle çok zor görülen, bazen gözle bile görülemeyen küçük, çok küçük bir canlıda yaratılış mucizesini görmek, insanı ürpertiyor. O ufacık canlı görüyor, işitiyor, hazmediyor, aldığı gıdanın işe yaramayan kısmını posa olarak dışarı çıkarıyor. Hareket ediyor, koku alıyor, aklediyor. Aman Yarabbi, insanın hayretten hayrete düşmemesi imkânı var mı? Mikrokozmozdan makrokozmoza uzanan akıl almaz güzellikte bir kâinat. Kur’an-ı Kerim’deki “Düşünenler için ibretler vardır” Âyeti, ne kadar anlamlı. Yunus’un “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” mısraı beni zaman zaman düşündürüyor, hayretler içinde bırakıyor, bazen ağlatıyor. Hay­ret makamı ne güzel, ne yüce bir makam. Namazdan sonra tespih çekerken “Süphanallah” diyoruz. Bunun bir hayret ma­kamı olduğunun farkında mıyız? Acaba hayatında bir kere olsun, bir yaz gecesi yıldızlara bakarak ürpermeyen, huşû için­de kalmayan, ağlamayan bir insan olabilir mi? Fazıl Hüsnü Dağ­larca ne güzel söylemiş;

“Geceler geceler içindesin,

Anlaşılmaz gecelerin teki,

Kimi aşk diyor, kimi ölüm, bu ne ki”

Bir kar yağıyor, milyarlarca kar tanesi yere düşüyor. Fizik bilginleri, bu kar tanelerini özel lâmlara almışlar. Özel fotoğraf makineleri ile fotoğrafını çekmişler. Aman Yarabbi, birbirine benzeyen iki kar tanesi, şimdiye kadar tespit edilememiş. Her zerrede vahdâniyetin ayrı tecellisi. İmza atmasını bilmeyen in­sanların parmak izleri alınır. Parmak izi, bazıları güler ama bil­medikleri için, hukuk yönünden çok değerlidir. Çünkü bugüne kadar, parmak izleri birbirine benzeyen iki insan yaratılmamış. İmzanın taklidi olur ama parmak izinin olmaz. Hangi konuyu ele alırsanız alın, karşımıza Kur’an-ı Kerim’deki “Allah, her an yeni bir şe’n üzeredir.” Âyet-i Kerimesi çıkıyor.

“Deli eder insanı bu dünya

Bu gece, bu yıldızlar, bu koku

Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç”

Bu çıldırtıcı güzellikteki dünya karşısında, bazen ürpererek, bazen ağlayarak, bazen düşünüp hissederek hayran olmak varken, günümüz insanının içine düştüğü çukur ne kadar üzücü. Sıkıntılar, bunalımlar, stresIer, kavgalar, münâkaşalar, kalp kır­malar, küskünlükler, dargınlıklar, kırgınlıklar, ne oluyoruz Efen­diler, nereye gidiyoruz? Kimin malını, kimden kıskanıyoruz? Kime darılıyoruz? Hiç düşündük mü? Şu yaşadığımız hayatın gelip geçici bir misafirhane olduğunu acaba akıl edebiliyor mu­yuz? Sorarım sizlere, insanın bu hayatta “benimdir, bana aittir” diyebileceği nesi var? Hepimiz misafiriz, hepimiz bir emânet­çiden başka bir şey değiliz. Paramız, pulumuz, yatımız, katımız, mevki, makam, rütbemiz hepsi ama hepsi gelip geçici bir emâ­net. Eski İstanbul terbiyesinde “benim, bana ait” kelimelerini kullanmak cehaletin, görgüsüzlüğün, ilkelliğin bir ifadesi olarak kabul edilirmiş. Meselâ bir köşkün, bir yalının önünden geçer­lerken sorarlarmış; “Efendim; bu köşk sizin mi, bu yalı size mi ait?” Adam cevap verirmiş; “Estağfurullah efendim. Şimdilik, emâneten oturuyoruz.”

Geçen ay İstanbul’daydım. Bir operasyon geçirdim. Has­tanede pansumanımı yaptırmış dönüyordum. Taksi şoförü bir köşkün önünden geçerken “Efendim” dedi, “Sakıp Sabancı’nın Atlı Köşkü.” Ürpererek baktım. Köşk yerinde duruyordu. At heykeli köşkün bahçesinde, ama merhum Sakıp Sabancı git­mişti. Neden bilmiyorum, bu olay beni günlerce düşündürdü. Aslında hepimiz emânetçi olduğumuzun bilincinde olsak, her­halde hayat, yaşamak, varoluş bugünkünden farklı olur. Bir ih­tiras ki, gözleri bürümüş, gönülleri sarmış; para ve mal. Öyleleri var ki, onlara Uhud Dağı kadar para, döviz ve altın verseniz, gözleri yine doymaz. Halbuki büyük Yunus ne güzel söylemiş,

“Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi,

Mal da yalan, mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan”

Yarabbi, Yunus’un bir tek mısraı çağımızın problemlerine ne güzel ışık tutuyor.

“Bunca varlık var iken

Gitmez gönül darlığı”

Şehrin büyük caddelerini dolaşın. İnsanların yüz ifadelerine bakın. Sıkılmış yumruklar, kenetlenmiş dişler, alev saçan ba­kışlar. Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde “Adamlar korkunç an­neciğim” diyordu.

Gidin hepsini teker teker dinleyin. Hepsi nefsânilikten doğan, incir çekirdeğini doldurmayan minicik meseleler. Yunus boşuna söylememiş; “Seni deli eden şey, yine sendedir sende” diye.

Biz kendi içimizdeki sonsuz kâinattan habersiz, hep sebep­leri dışarıda arıyoruz. Mısrî Niyazi ne güzel özetlemiş;

“Ben taşrada arar idim

Ol can içinde can imiş”

Ben Danıştay’da çalışırken, bir odacı Hüsamettin Efendi vardı. Aldığı odacı maaşından başka on para geliri yoktu. Hüsamettin Efendi, hayat boyu kimseden on para ödünç al­madı. O maaşıyla beş nüfusa baktı. İki kızına üniversite tahsili yaptırdı. Hanımıyla beraber Hacca gidip geldi. Hiçbir zaman ağzından para, pul kelimeleri çıkmadı. Şikâyet etmedi. Sadece sabretti, şükretti, kanaat etti. Ortaya pırıl pırıl bir şahsiyet çıktı. Çocuklarını da gül gibi yetiştirdi.

Ayaklarını yorganlarına göre uzatmayanlar, hayatta hiçbir zaman mesut ve bahtiyar olamazlar. Bir öğrenebilsek sevgiyle bakırın altınlaştığını. Bir “Sevmek, devam eden en güzel hu­yum” diyebilsek. Bir Yunus gibi “Aşk gelicek, cümle eksikler biter” diyebilsek. Kafamızın içindeki nefsten doğan kavgalara bir son verebilsek. Nerede sevgi, orada Allah diyebilsek. “Se­viyoruz seviliyoruz, güzelliğimiz bu yüzden” diyebilsek. O zaman huzur, mutluluk ve bütün kâinat bize de altın ışıklarını serpecek. O zaman biz de;

“Ben Cihanın altın terazisine

Ağırlığımca sevgi vermişim

Ses edin uzak milletlerin gençleri

Bütün antenlerimi germişim” diyebileceğiz.

Allah bu güzellikleri cümlemize nasip etsin...

Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]