Sayın Melih Barış,
13.5.2007 tarihli mailinizi aldım.
Kıymetli yavrum, sanırım bütün mesele olaylara tevhid açısından bakabilmekte. Çektiğimiz bütün acılar, ıstıraplar, karşılaştığımız zorluklar, müşküller, problemler hep tevhidin dışında bir zanlar (sanrılar) aleminde önyargılarla hayata bakışımızdan kaynaklanıyor. İlahi gerçeklerin dışında yani Kur’an ve Hadis’in dışında kendimiz dar, kısır, cılız, zavallı aldanışlarımızla, tesbitlerimizle, görüşlerimizle yaşamaya çalıştığımız için hayatı da, varoluşu da yüzümüze, gözümüze bulaştırıyoruz. Mecellede bir kural var “Zan ile yakiyn hasıl olmaz”. Bizim bütün hayatımız zan ile. Nasıl tıpta bir “sun’i gebelik” var ise aynı şekilde bir de gerçek, reel hayatın dışında sun’i hayatlar oluşturuyoruz. Başlıyoruz konuşmaya. Efenim, benim görüşüme göre... diye başlayan nutuklar atıyoruz. Kardeşim sen kimsin, ben kimim, bizler ne oluyoruz. Kendimizi bir adam mı sanıyoruz. Boyuna ahkam kesiyoruz. Yunus ne güzel söylüyor.
“Miskin Yunus, sen seni bir adam mı sanırsın,
Halini, mikdarını bil derlerse ne dersin”.
“Yoğ ise amalimiz, fayda vermez malımız
Kabirde sualimiz ver derlerse ne dersin”
Günlük hayata bakıyoruz. Hep A’dan Z’ye önyargılar içindeyiz. İlahi gerçekleri bırakmışız, önyargılarla hareket ediyoruz. Hep işitiriz, kedi nankördür diye. Çocukluğun ilk günlerinden beri bunu duynayan kalmamıştır. İşin aslını araştırıyoruz, kökenine iniyoruz. Görülen ne, aman Yarabbi, müthiş bir realite. Kedi nankör değil, hiç değil. Ama kedi öyle yaratılmış ki rızkını Allah tarafından verildiğini seziyor. Ve yaşantısını ona göre ayarlıyor. Mesela siz istediğiniz zaman kediyi sevemezsiniz. Kedi istediği zaman kendini size sevdirir. Dünya yüzünde bu realiteyi bilen kaç kişi vardır. Ne yazık ki, efendim, herşey böyle. Önyargılar, peşin hükümler, bilgiçlik taslamalar, şu şudur, bu budur diye aptal aptal ahkam kesmeler. Kardeşim bunun öyle olduğunu sana kim söyledi. Bu saçma tesbitleri hangi önyargılıdan, hangi geri zekalıdan öğrendin? Yunus, “Hiç kimse bilmez bizi, biz ne işin içindeyiz” diyordu.
Sevgili dost, bizler de olaylara tevhid açısından bakmadığımız için, bakamadığımız için “İlm-i Tevhidi” öğrenmediğimiz için hep önyargılarla yaşıyoruz. Canım hayatı kendimize de, yakınlarımıza da zehir ediyoruz. Onları da kendimizi de perişan ediyoruz. Bize de yazık, onlara da. Hayat, varoluş, yaşamak inanılmayacak kadar güzel. Renklerle, ışıklarla sonsuz güzelliklerle dolu. Fikret, “Bir örümcek götürür Hakka beni” diyordu. Yunus “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” diyerek bizi ürpertir. Bu ürpertiyi duymayanlar kusura bakmasınlar, henüz insanlık merdiveninin ilk basamağına adımını atamamış kimselerdir. Böyle olunca da sevgiye, büyük sevgiye, ilahi sevgiye ulaşamıyoruz. Bir kimseye sevgi duyabilmemiz için ona önce saygı duymamız, hayranlık duymamız gerekir. Ne yazık ki günümüzde birtakım aydın geçinen entel-dantel kimselere bunlar boş sözler gibi geliyor. Zavallılar. Kendi yaptıkları putlara kendileri tapıyorlar. Gayet tabi önyargılarla, putlarla çıktıkları hayat yolculuğunda elbette ne sevecekler, ne sevilecekler, karanlık dünyalarında sigarayla, içkiyle, uyuşturucuyla, kumarla, fuhuşla, türlü sapıklıklarla kendilerini tüketeceklerdir.
Efendim, tevhid gözüyle bakmadıkça hayat olaylarını açıklamaya, dolayısıyla da adam gibi insan onuruna layık bir hayat yaşamaya imkan görmüyorum. Netice ne oluyor, kafası karmakarışık, kimi seveceğini, kimi sevmeyeceğini bilemeyen, ne yapacağını kestiremeyen, dolayısıyla da hayat karşısında yenik düşmüş, paniğe uğramış bir yığın zavallı insan. Gayet tabi kendilerini birtakım sun’i teselllilerle uyuşturmaya çalışacaklar, sonra da feryad edeceklerdir. “Tanrım, beni baştan yarat”, “Batsın bu dünya”, “Mezarımı taştan oyun” diyecekler. Sonra da yaşadıkları korkunç aşağılık duygusunu afra tafrayla, kibirle, gururla, çalımla, cakayla örtmeye çalışacaklardır. Zavallı insanlar, nasıl bir emanet taşıdığından habersiz, tevhidin ışığından uzak, kendi tabirleriyle sürünüp gidiyorlar. Üzülmemek mümkün mü? Ne yazık ki hayatı cehennem gibi geçen insanların ahireti de cehennem gibi oluyor.
Bir gün Muhittin Arabi Hazretlerine sorarlar, “Efendim”, derler “cehennemde kazanların altında odunlar yanıyormuş. Bu kadar odunu hangi depoda muhafaza ediyorlar. Merak ediyoruz”. Hazret cevap verir, evlaım der, bana müsaade et, cehenneme gideyim geleeyim, o depoyu yerinde göreyim. Sonra size anlatayım. Bir süre sonra soruyu soranlar tekrar hazrete giderler. Sonuç ne oldu derler. Hazret, tebessüm ederek der ki “Evladım, cehennemde odun deposu görmedim, çünkü herkes odunlarını dünyadan kendi elleriyle getiriyordu”.
Ne zaman bu hikayeyi okusam ürperirim. Dünya ve ahiret hayatı birbirine zıt değil ki. Birbirini tamamlıyor. İkisi bir bütün, bir kompozisyon. Bizler dünya hayatımızı edeple, tevazu ile, sevgiyle, saygı ile, yardımla, hizmetle, şefkatle, merhametle, sabırla, şükürle o kadar güzel yaşayalım ki dünyamız da cennet olsun ahiretimiz de. Benim diyeceğim bu kadar. Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Hayatın bütünlüğü Yazan Melih Barış
Cvp: Hayatın bütünlüğü Yazan Sabri Tandoğan