.
NEDEN BÖYLE OLDUK VE NE YAPABİLİRİZ?
"İşittiklerimiz, gördüklerimiz, şahit olduklarımız bizi sevgisi, saygısı, şefkâti, merhameti, inceliği ve zarâfeti kalmayan bir toplum teşhisine götürüyor. Acaba içimizde aksini düşünen bir kişi çıkar mı diye düşünüyorum. Ne kadar inkâr etsek, görmemezliğe gelsek, durum ortada. İçimizde öyleleri var ki, onlara hayvan desek, onlara hakaret olur; belki de yarın bizden dâvâcı olurlar.
Peki neden böyle oluyor. Neden insanca, efendice, medenice yaşayamıyoruz. Neden Kur’an ifadesiyle “Belhum Adal” olmak yolunda, hayvandan aşağı bir hayat tarzını seçiyoruz. Önemli olan mertçe, yiğitçe, erkekçe bu soruyu sorabilmek ve bunun cevabını araştırmak. Artık mâhut bazı kişilerin, insanı tiksindiren nutuklarına karnımız tok. O tür söylemler, sadece midemizi bulandırıyor, bizi iğrendiriyor. Ortada bir hastalık var, bunun süratle teşhisinin konulması lâzım. Herkes kendi hesabına bunun cevabını bulmakla yükümlü. Efendim, ben sadece kazancıma bakarım demek, benim başıma saman yüklü bir torba bağlayın, beni yalnız o ilgilendirir demekle müsâvi.
Bundan uzun yıllar önce şair Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Çocuk ve Allah” isimli bir şiir kitabı çıkmıştı. Orada değerli şair:
“Çocuğum dua et geceleri,
İnsan uzaklaşabilir Allah’tan” diyordu.
Gerçek ortada, lâfı eveleyip, gevelemeye, sündürüp uzatmaya hiç hacet yok. Biz Allah’tan uzaklaştık. Biz mânâ âleminden, ışıktan, güzellikten, incelikten uzaklaştık. Madde adına, para adına ve sözde yetiştirdiğimiz çocuklar adına, bütün mânevi değerleri çiğnedik. Sonuç ne oldu? İşte ortada. İnsanı utandıran, kahreden çirkinliklerde, rezillikte her gün yeni rekorlara gidiyoruz. İçkide, sigarada, uyuşturucuda, cinsî sapıklıklarda, edepsizlikte, kabalıkta, her gün insanlıktan, efendilikten biraz daha uzaklaşarak “Belhum Adal” olmak yolunda süratle ilerliyoruz. Artık bazı gazetelerimiz, genelev albümü gibi çıkıyor. Bazı televizyon kanallarımız, sokağa düşmüş zavallı kadınların reklâmını yapmak, fiyatlarını arttırmak için birbirleriyle yarışıyor. Artık bir “ikinci Necip Fazıl” yok ki “Durun kalabalıklar durun! Bu yollar çıkmaz sokak/ Haykırsam kollarımı makas gibi açarak” desin. Artık bu ülkede, bütün dürüst, temiz, hassas, ince ruhlu asil insanların, hanımefendilerin, beyefendilerin boyunları bükük, onlar garip, yalnız, çaresiz. Onlar, muhtaç oldukları sevgiyi, saygıyı, ilgiyi en yakınlarından bile göremiyorlar. Öyle yalnızlar ki, bazen göz yaşlarını bile içlerine akıtmak zorundalar. Karşılarında mâneviyat adına, kültür adına, insanlık adına her şeylerini ama her şeylerini kaybetmiş bir gürûh var. İthamlar başlıyor. Yobaz, gerici, mürteci, çağdışı ve daha neler neler. O tertemiz, o pırıl pırıl, o kirlenmemek için canlarını dişlerine takan insanlar, göz yaşlarını içlerine akıtarak, ıstırap içinde şunları söylüyorlar:
“Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccadem!”
Gerçek bu, demin söylediğim o ağzı köpüklü it gürûhunun dışında, kimse aksini söyleyemez. Peki yapılacak nedir? Tek husus var. Allah’a ve Peygamber’e her zamankinden daha büyük bir aşkla, şevkle, heyecanla sımsıkı sarılmak. Kur’an-ı Kerim’de buyurulduğu gibi “Önce inandım de, sonra dosdoğru ol.” Gerek Kur’an-ı Kerim’de, gerek onun en güzel yorumu olan Peygamber sözlerinde öyle diriltici bir kuvvet var ki, bir tek Âyeti, bir tek hadisi yaşayan, onu kâl’den hâl’e geçirenlerde derhal etkisini gösterir. Bir tek hadis bütün nüanslarıyla yaşandığı taktirde, insan hayatında en büyük devrimi yapar. İddia ediyorum. Bir tek “Ya hayır söyle, yahut sus” Hadisini, bütün incelikleriyle iş hayatında, ev hayatında, sosyal hayatınızda uygulayın, durumu görün. O sizi velâyet makamına kadar götürür. İtiraz etmeyin lütfen. "
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhları Şad Olsun.