Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Hayat arkadaşımızı seçerken nelere dikkat etmeliyiz?
Gönderen : Sabri Babadan Sohbet
Tarih : 6/14/2019 3:37:29 PM


.



SABRİ BABADAN SOHBET
KONU: Hayat Arkadaşımızı Seçerken Nelere Dikkat Etmeliyiz?
Kıymetli yavrum,
Günümüzde boşanma davaları gittikçe artıyor. Bir mahkemeye gidiyorsunuz, birbiri ardı sıra aile mahkemeleri sıralanıyor. Sayıları o kadar çok ki. Ve hepsinde kapılara kadar dosyalar. İnsan ister istemez ürperiyor. Bu kadar çok dava dosyası ve onların arkasında ıstırap çeken, uykusuz kalan, gözyaşı döken nice insanlar. Birtakım kadınlar, erkekler sürekli olarak yakınlarına öbür tarafı kötülüyorlar, atılmadık çamur bırakmıyorlar. Bazen insanın işitmek istemeyeceği iftiralar onları takip ediyor. Bir hukukçu olarak bunu yıllarca düşündüm. Yıllarca Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin kararlarını takip ettim. Boşanan insanlarla görüştüm. Sonuç ürpertici oldu. Birçok evliliklerin daha başlangıçta mutlu bir sona ulaşmayacakları aşikârdı.


Bir düğün efsanesi nesiller boyu devam ediyor. Ne demek düğün? Bizler gariban insanlarız. Kazancımızla ayın sonunu zar zor getiriyoruz. Nemize gerek bizim. Belki Rahmi Koç kızını evlendirirken düğün yapabilir, ama öyle aileler görüyoruz ki, ceplerinde düğüne harcayacakları on para yok. Diyeceksiniz ki, peki nasıl düğün yapıyorlar. Günümüzde mâlum, birçok insanların cebinde düzine ile banka kartı var. Eh, düğün salonları da değil altı aylık, bir yıllık, iki yıllık mukavele yapıyorlar. Salon tamam, salonda harcanacak para da tamam. Niye düğün yapılmasın? Birçok kimse evliliğe borçla giriyor. Daha ilk aydan itibaren bankalardan ekstreler gelmeye başlıyor. Peki bunları kim ödeyecek? Daha ilk aydan itibaren sonu gelmeyen münakaşalar, kavgalar başlıyor. Düğün salonu borcu, düğün masrafı borcu, mobilya borcu, yatak odası takımı borcu, halı borcu, çamaşır makinesi borcu, buzdolabı borcu, bulaşık makinesi borcu, televizyon borcu… Borç… Borç… Borç… Bitmeyen, tükenmeyen borç. Zamanında ödenmeyen borçların ilâve faizleri. Önceleri bir cambazlıkla işe başlanıyor. Bir bankadan para çekiliyor, öbür bankaya yatırılıyor. Kısa bir süre sonra o yol da tıkanıyor. İnsanların sinir sistemi bozuluyor. Artık, kavgalar bir saldırı şeklini alıyor. Sonra boşanmak için mahkemeye müracaat ediliyor.


Olay bundan ibaret. Buna ilâveten psikolojik faktörler devreye giriyor. Eş seçiminde asıl dikkât edilmesi gereken hususlar, ne yazık ki gözden uzak tutuluyor. İki eşin dinleri, inanışları, aile görgüleri, yetiştikleri ortam farklı ise, kesinlikle o ailede huzur ve mutluluk olacağına inanmıyorum. Aksini iddia edenler ne yazık ki ezbere konuşuyorlar. Bu, o kadar önemli bir faktör ki. Hele çocuk olduktan sonra en büyük anlaşmazlık ortaya çıkıyor. Çocuğa hangi inanç aşılanacak? Çocuk hangi kriterlere göre yetiştirilecek? Kadın “Ben anneyim,” diyor. “Onu dokuz ay karnımda taşıdım. Onu geceli gündüzlü olağanüstü bir çaba ile ben yetiştiriyorum. O sabahtan akşama kadar benim etkim altında. Tabiidir ki benim dediğim olacak.” Erkek buna şiddetle karşı çıkıyor. “Hayır,” diyor. “Ben bu evin erkeğiyim. Reisiyim. Babasıyım. Benim dediğim olacak. Çocuk, benim inancıma göre yetiştirilecek.” Haydi bakalım, çıkın işin içinden. Pek tabi, bu içinden çıkılmaz durum mahkemeye intikal ediyor. On binlerce dosyaya bir dosya daha ilâve ediliyor. Ne yazık ki günümüzde kızın fiziksel güzelliği, erkeğin cebinin dolgunluğu hep ön plânda oluyor. Sigara içen, içki içen, kumar oynayan, mâlum kadınlara giden erkekler için bile bile, göz göre göre “Aa,” diyorlar, “Adamın malı, mülkü var. Parası var, dövizi var. Mevkii, makâmı var.” Başka söz söylemiyorlar. Bir erkek şurada, burada gördüğü güzel bir kıza hemen tutuluveriyor. Evet, o kızın şurası burası güzel olabilir ama aynı zamanda edepli mi? Saygılı mı? Büyüklerine hürmetkâr mı? Kültür durumu nasıl? Onun şu veya bu okulda okuması kesinlikle onun bir kültüre sahip olduğunu göstermez. Böyle düşünürsek sadece kendimizi aldatmış oluruz. Acaba gelinle damat bir araya geldikleri zaman ikisi arasında bir uyum olacak mı? Güzel bir dialog kurulacak mı? Mesele burada.


Geçen gün bir taksiye bindim. Taksi şoförü, asil, kibar, efendi bir insandı. Yıllardır tanıyordum. O gün çok üzgündü. Sebebini sordum. Kızı üniversiteyi bitirmiş, imtihanla bir işe girmiş. Bir gün bir komşuları geliyor. “Bizim bir tanıdığımız var. Üniversite mezunu. Saygın bir görevi var. Biz bu gençlerin evlenmesini uygun gördük. Ne dersiniz?” diyor. Gençler tanışıyor. Bir araya geliyorlar. Kız karşı tarafın ailesini soruyor. “Babanız kimdir, özellikleri nelerdir?” diyor. Genç bu sorudan rahatsız oluyor. Kıza babası için; “Aman canım,” diyor, “bırak şu hanzoyu.” Kız bundan fevkalâde rahatsız oluyor. Derhal kalkıyor, “Ben, babasına hanzo diyen bir insanla konuşamam” diyor ve geri dönüyor.


Günümüzde aynı inanışın bile değişik muhitlerde çeşitli tezahürleri oluyor. Bunlara çok dikkât etmek gerekiyor. Yalnız kızın güzelliği, yalnız erkeğin zenginliği mutlu olmak için yetmiyor. Değil inanışlar, töreler, görgüler bile farklı olunca ortaya çok tatsız durumlar çıkıyor. Kadınla erkek ilişkileri son derece dikkât, ihtimam ve incelik istiyor. Necip Fazıl Kısakürek, “Bir Adam Yaratmak” piyesinde diyor ki:


“Kadınla erkek arasında öyle hassas bir cazibe muhiti var ki, en olmayacak sebeplerle bir anda renk gibi uçar, duman gibi dağılır. Artık hiçbir gayret ve fedakârlık onu geriye iade edemez.”


Bir arkadaşım vardı, rahmetli Aytekin Bey. Eşi Özden Hanımla beraber örnek bir yuva kurmuşlardı. Evlendikleri zaman biri genel müdür, biri de bir kız okulunun müdiresi idi. Ellerindeki imkânlara göre bir somya, bir minicik masa, birkaç çatal kaşık, iki tencere alarak evlerini açmışlardı. Sonra yavaş yavaş her şeyleri oldu. Ama borç etmeden, ama kimsenin önünde boyun eğmeden. Onları tanıyanlar önce hayretler içinde kalıyorlar, sonra takdirlerini, saygılarını, hayranlıklarını sunuyorlardı. O kadar nezih, güzel, örnek bir evlilikleri oldu ki… İkisi de birbiri ardı sıra Rahmet-i Rahmana kavuştular. Nur içinde yatsınlar. Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaati üzerlerine olsun.


Rahmetli eşim Rânâ Hanımla beraber kırk dört yıl evli kaldık. 14 Şubat 2006 tarihinde Hak’ka göçtü. Bu kırk dört yıl içinde bir kere dahi olsun münakaşa etmedik. Birbirimizi kırıp incitmedik. İlk gün başlayan sevgi, saygı kırk dört yıl devam etti. Bazen eş dost merakla sorarlardı. “Sabri Bey, bunun sırrı ne?” diye. “Çok basit,” derdim. “Medeni ve dini nikahımız kıyıldıktan sonra evimize geldik. Kapıdan içeri giriyoruz. Rahmetli eşime “Bak Rânâ,” dedim. “İkimiz de hukukçuyuz. Bir mukavele yapalım. Diyelim ki, bu evde ne senin dediğin olacak, ne benim dediğim olacak. Yalnız Allah’ın ve Peygamberin dedikleri olacak.” Rânâ memnuniyetle kabul etti ve son nefesini verinceye kadar ikimiz de bu mukaveleye sadık kaldık. İkinci husus para meselesiydi. Biliyordum ki birçok evlilikleri yıpratan hep parasal sorunlar oluyordu. Rahmetli eşime teklif ettim. “Rânâ,” dedim, “Ben maaşımı alınca sana vereyim. Evi sen idare et. Benim sigaram yok, içkim yok, kumarım yok, yalnız kitapları çok seviyorum. Onları alabilmem için bana harçlık verirsin.” Eşim bu teklifimi kabul etmedi. “Hayır Sabri,” dedi. “Olmaz. Evi sen idare et. Bana harçlığımı ver.” Ve bir ömür boyu bizim evde para lâfı edilmedi. Bir gün babam Hak’ka göçtü. O, kaloriferli bir daire almak istiyordu. Yıllarca para biriktirmişti. Ben onun ruhunu ancak onun istediği gibi bir daire alarak şâdedebilirdim. Daire alırken elimizdeki para yetmedi. Müteahhide bir miktar borçlandık. Müteahhit, uzun vade kabul edemem dedi. Aylık borcumuzu verdiğimiz zaman elimize ancak kuru ekmek parası kalıyordu. Borcumuz ödenene kadar kuru ekmek yedik. Çünkü borçlu bir insanın katık alması bile doğru değildi. Evi yerleştirdik. Sonra annemi babamın istediği kaloriferli daireye yerleştirdik. Annem vefât edinceye kadar beraber oturduk. Annemle gelini arasında bir kere dahi olsa en ufak bir sürtüşme, tatsızlık, münakaşa olmadı. İki taraf da birbirine son derece saygılıydı. Allah gani gani rahmet eylesin. Nur içinde yatsın. Annem de çok hassas, çok dikkâtli, çok saygılı bir insandı. Hep merak ederim, gelin kaynana sürtüşmesi niye olur diye. Sonsuz şükürler olsun, ben onu ne çocukluğumda, ne evliliğimde görmedim. Bir atasözü vardır. “İki gönül bir olunca samanlık seyran olur.” diye. Ben o söze bütün kalbimle inanıyorum. Önemli olan aynı ruhta, aynı inanışta, aynı duyuşta olan iki insanın Allah’ın huzurunda el ele vererek birbirleriyle en güzel şekilde sevgi ve saygı ile hayatlarını sürdürmeleri değil midir? Ne olur günümüz insanları paraya, pula, mala, mülke, fiziksel güzelliğe aldanmadan bilinçli bir şekilde Allah’ın huzurunda ebediyet bağlılığı ile birleşecekleri bir eş seçseler. Önemli olan Allah’ın ve Peygamberin istediği şekilde nezih, temiz, güzel bir yuva kurmak değil midir? İnşallah sevgili gençlerimiz böyle yuva kurarak dünyalarını cennete çevirirler. Bunu, Allah bütün gençlere nasibeder inşallah.


Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]