Bismillahirrahmanirrahim.
Saygıdeğer Sabri Baba ve Gönül Dostları
En güzel dileklerimle sizleri selamlıyor ve Kargalardan yemek yeme adabı ve insanlara örnek olacak yaşam öğretileriyle ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yaklaşık üç-dört aydır kargalara karşı bir sempatim olmaya başladı ve bu zeki kuşları yakın takibe aldım. Daha önceki yazımda da bahsettiğim gibi işyerim bahçe içinde olduğundan bu hayvanlarla hemen her günümü birlikte geçirdiğimden dolayı tanıma şansım da çok fazla oldu. İlk tanışmamız da onlara simit taşımakla başladı. Her gün aynı yere simitlerini ufalıyor ve evden getirmiş olduğum diğer yiyecekleri sabit olarak aynı yere bırakıyordum. Bir gün olsun getirmiş olduğum yiyeceklerden bir lokma ziyan olmuyordu. Ne verilmişse bir kırıntı bırakmıyorlardı. Onlara yiyeceklerini verdikten sonra biraz uzağa gidip olanları izliyordum. Önce birkaç tanesi geldiğimi görüyor, hemen diğerlerine haber veriliyor ve bir ikisi en yakınıma gelip üstten bir tehlike olup olmadığına dair teftiş ve bir durum yoksa da aşağıya iniş için birbirlerine tamam yemek için aşağıya inebiliriz bir tehlike söz konusu değil komutu. Hepsi birlikte yemeğe bir gelin gibi süzülüp inişler yapılıyor, yemekler aç gözlülük, saygısızlık, itişip kakışmadan, gayet sakin bir şekilde bir lokma alınıp oradan uzaklaşılıyor, gidip ayrı bir köşede lokma yeniliyor, sonra tekrar yemeğin olduğu alana geliniyor ve tekrar bir parça alınıyor yine eski yerine gidip orada yeniliyor ve bu böyle yemek bitene kadar devam ediyor. Arkalarından takip ediyorum. Yerde bir susam bile yok. Nimete ancak böyle saygı olur. Nasıl temiz bırakmışlar. Hemen düşünüyorum ya bizim sofralarımız. Döke saça masalarımızdan artanlarla, çöplere giden yiyeceklerle binlerce insan doyar. Hiç aklımıza geliyor mu bizlerin döktüğü bu yemeklerle dışarıda o kadar aç hayvan doyar. Düşünmüyoruz, bu yiyecekleri çöpe dökene kadar en yakınımızda bulanan hayvanları doyursak. Ne kadar güzel olmaz mı? Hem nimete saygı duymuş oluruz hem de aç hayvanları doyurarak kendimizi mutlu etmiş oluruz. Çocuklarımıza bu durumu aşılasak nimete saygıyı öğretip bir lokmayı ziyan etmemeyi öğretsek ne kaybederiz?
Sonra kargalardan başka bir şey daha öğreniyorum. Kendimizin yemediği beğenmediği bir şeyi başkasına ikram etmememiz gerektiğini. Geçen gün pek almam fakat mecbur kaldım almak zorunda kalmıştım dışarıdan ev ürünleri diye yapılan bir yerden yaprak sarma aldım. Akşam evde yemekte yerken hiç hoşumuza gitmedi öyle lezzetsiz geldi ki, eşim yarın sen bunu böylece kargalarına götürürsün dedi ve paketleyip (içinden kendimiz bir lokma yemedik tabi) ertesi gün kargalarıma ikram ettim. Bir saat sonra kontrole gidiyorum içinden bir tanesi bile yenmemiş. Öyle utandım ki, sen misin kendi beğenmediğini bir başkasına sunan. Senin ağzının tadı var da o hayvanın yok mu? O gün de gerekli dersimi almış oldu. Hatırlıyorum da rahmetli babam birine bir şey verirken en iyisini en güzelini verirdi. Yemeğin en güzelini yaptırırdı. Elbisenin en yenisini verirdi. Hiç unutmuyorum yeni bir ceket almıştı kendine. Daha ilk gün bir dostu çok beğenmiş, anında üzerinden çıkarıp o kişiye vermiş. Eve geldi üstünde ceketi yok. Hani yeni ceket soruyoruz, durumu iyi olmayan biri vardı ona verdim diyor. Daha bir sürü evde yarı kullanılmışlar var onlardan verseydin ya diye soruyoruz? Cevap muhteşem: Yavrum önemli olan yeniyi verebilmek, en iyisini en güzel olanı derdi. Sende en iyi ne varsa, dostuna onu ver. Meğer ne kadar doğru söylüyormuş. Verebilmek, alışkanlıklardan kurtulabilmek, dolaplar dolusu vermeye kıyamadığımız elbiseler, gömlekler, ceketler evler dolu ne kadar insanlarla paylaşıyoruz ki olanlarımızı (dikkat ediyorum dolaptaki giysilerime. Genelde hep birkaç tane sabit olanlar var onların dışındakilere el sürülmüyor. Bir gün giyilir diye beklet beklet dur). Neden dolapta durdurana kadar bir ihtiyacı olana vermiyoruz, belki bizim evde bile üstümüze giymediğimiz bir gömleği bir başkasının en lüks gömleği olacak. (Bir sohbetimizde yeğenimin eşiyle birlikte bu elbiseleri vermekten konuşuyoruz. Aynen şöyle söylüyor. Teyze geçen eşimin giymediği işyerinde giyip eskittiği gömlekler vardı. Onları anneme götürdüm. O da birilerine vermiş. Geçen ne göreyim, eşimin o eskimiş gömlek bir düğünde adamın birinin üstünde. Onu düğüne giderken giymiş yani o kişinin özel gömleği durumunda. İçim ürperdi, gözlerim doldu, burnumun direkleri sızladı onu dinlerken.) Herkesin alacak durumu nedir kim bilebilir. Dolapta boşuna bekletene kadar bir ihtiyaç sahiplerine versek güzel olmayacak mı? neden yenilerine de kıyamıyoruz, yarın gözümüzü yumduğumuzda hangi biri yanımızda olacak ne götüreceğiz gideceğimiz yere. Aklıma Mevlana’nın bir sözü geldi. “Hiçbir ölü, öldüğüne hayıflanmaz, sadece azığının azlığına hayıflanır.” Ne kadar doğru değil mi? Yine Mevlana “Ne kadar zengin olursan ol, ancak belirli bir miktar para yersin. Denize testiyi daldırırsan, bir testi kadar su alır, gerisi kalır” der. Ölmeden evvel azıkları toplasak, yarın yüzümüz ak çıksak Mevla’mızın huzuruna.
Yine dönelim kargalarımıza. Sonraki dönemler işten bir hafta izin almıştım. Döndüğümde de ara verdim yemek işine. Sonra tekrar başladım. Ne göreyim Sabri Babam, o tazecik simitlere kimse dokunmamış, kendileri bahçede fakat yemiyorlar. Sebebi Manidar… (Bence bana gücendiler, sen misin onları alıştır sonra yüzüstü bırak. Tamamen kes. Bana küstüler… neyse sonra yine arayı düzelttik. Birkaç gün sonra tekrar yemeye başladılar. Anladım ki, bir şey sürekli olduğunda işe yarıyor. İbadetlerimizde de böyle değil mi? “Az da olsa ibadetin devamlı olanı Makbuldür” buyurmuş Peygamber Efendimiz (sav)..
Geçtiğimiz günlerde yine birbirlerine ne kadar bağlı, birlik ve yardımlaşma duyguları biz insanları çok düşündürecek boyutta olduğunu yaşamış olduğum bir olayı paylaşmak istiyorum.
Sabah işe geliyorum. Bahçede her zamanki yerime yiyecekleri bırakıyorum. Kargalar karşıdaki ağaçta toplanmışlar devamlı bağırıyorlar. Yemek umurlarında bile değil. Hemen bir şey olduğunu sezdim. O ağaca doğru yaklaştım ki, tam altında bir karga ölmüş yatıyor. Ve etrafında birkaç kedi beklemede. Ben de ölmüş zannettim. Sonra sizin geçen haftalarda internette dinlediğim dikkat konusu aklıma geliyor. Karganın yanına iyice yaklaşıyorum. Sonra dikkat ediyorum ki, daha ölmemiş nefes alıp veriyor. Gözleri kapalı. Ben karganın başındayken yukarıda ağacın üzerindeki diğer arkadaşlarının sesleri kesiliyor. Rahatlıyorlar, sanırım arkadaşlarına bir yardım eli uzandığını hissettiler. Kedilerin onu yiyeceğinden korkuyorlar ve arkadaşlarını son nefesine kadar yalnız bırakmayıp bekliyorlar. Ne kadar anlamlı ne kadar düşündürücü. Hemen insanlara dönüyorum. Ya biz insanlar… Yolda giden bir araç yayaya hızlı bir şekilde çarpıyor ve arkasına bakmadan basıp gazı gidiyor. Bir insanı mı öldürmüş, yaralamış umurunda bile değil. Arkadan gelen araçlar da durumu görüyorlar, yardım edecek yerde, şimdi başımıza bela olmasın, hastaneye götürsek orda sorgu, polise ayrı dert anlat başımıza bir iş gelmesin diye onlar da umursamadan yaralının yanından basıp gidiyorlar. Şimdi soruyorum? Bir karganın başında arkadaşlarını korumak gözetmek için çığlık atan kargalar, diğer yanda biz insanların kaçışları… Sizce hangimiz insan, hangimiz hayvan? (arkadaşlarla elimizden geleni yaptık, fakat karga öldü. Bu arada başındayken ona seslendim. Yavrum aç gözlerini ne oldu sana dedim? İnanır mısınız bir kez gözlerini açtı ve baktı sonra yine kapattı.., sonsuzluğa… onun bu dünyadaki süresi dolmuştu, fakat arkasından bana çok şeyler öğretti.) Arkadaşlara rica ettim, sakın çöpe atmayın dedim, gömelim onu. İnanıyorum ki arkadaşları da böyle olmasını istiyorlardı. Çünkü aklıma hemen Kuran-ı Kerim’de geçen Kabil ve Habil’in öyküsü geliyor.
Hz. Adem’in oğullarından Kabil, kıskançlık sonucu Habil’i öldürmektedir. Böylece ilk cinayet kıskançlık yüzünden işlenmiş oluyor.
Derken Tanri, Kardesinin cesedini nasil saklayacagini göstermek için Kabil’e bir karga gönderdi.
Karga, ölmüs bir hemcinsini topraga eserek gömdü.
Kabil dedi ki:
- Vay be! Su karga kadar bile olamiyorum ki, kardesimin cesedini saklayayim!...
Böylece pismanlik duyanlardan oldu Kabil.
Iste bu yüzden biz, Israilogullari üzerine sunu yazdik:
- Yeryüzünde bir fesat nedeniyle olmaksizin, her kim ki, bir kisiyi öldürürse bilmis olsun ki, o kisi insanlari toptan öldürmüs sayilir ve kim ki, bir kisiye yasam hakki tanimis, onu yasatmissa, bilmis olsun ki bütün insanlara yasam vermis olur.
İşte böyle Sabri Hocam, bana bu duygularımı yazma fırsatını verdiğiniz için Size ve Gönül Sohbetleri Sitesinde emeği geçen herkese en derin sevgi ve saygılarımı sunar sizin, o nurlu yanaklarınızdan özlemle öperim…
“Ey İnsan Kaf Dağı kadar yüksekte olsan da, Kefene Sığacak kadar küçüksün”
Hz. Mevlana
Cahide AKTAŞ
SAMSUN
Not: Kargaların ekinlere zarar verdiği konusunda yaygın bir inanış vardır. Oysaki kargalar her türlü ekin zararlısını yiyerek zaman zaman çiftçilere faydalı da olurlar.