Konu : Bir Muhabbet Çınarı.
Gönderen :
Sabri Babayla Sohbet
Tarih :
8/17/2019 11:14:41 AM
.
MUHTEREM SABRİ TANDOĞAN HOCA'MIZLA HAYATINI ANLATAN BİR RÖPÖRTAJ
Not: Alttaki fotoğraf sohbetin yapıldığı gün ve ortama aittir.
Röpörtajı yapan: Yazar Sayın Mehmet Doğramacı
Onunla (Sayın Sabri Tandoğan'la) irtibatımız bana gönderdiği, yazılarımı tebrik ve teşvik eden bir maille başladı. Kendisini şahsen tanımasam da yıllardır TRT ekranlarında sürdürdüğü Gönül Sohbetleri’nden aşina idim. Kısa sürede oluşan birkaç mailleşme ile yakinen tanıma ve dinleme ihtiyacı duydum. Ziyaret talebimi kabul ederek Ankara’da bir iftar sofrasında engin gönül dünyasını bize açtı.
Sayın Sabri Tandoğan’dan bahsediyorum. Danıştay 2. Daire üyeliğinden emekli, yıllarını tasavvufa ve insanlığın hakiki saadetini fark etmeye ve fark ettirmeye adamış, 72 yaşında bir mâneviyat ehlinin tecrübelerini dinlemek, bakış açısından yararlanmak benim için olduğu kadar siz değerli okur kardeşlerimin de ilgisini çeker düşüncesi ile sohbetimizi kaydettim. Aşağıda o sohbetin çözümünü okuyacaksınız.
Sabri Tandoğan’la yapılan bu sohbette, kendisinin feyizlendiği ve hayatında önemli bir dönüşüme, idrak genişlemesine vesile olan Dr. Münir DERMAN (k.s.) hakkında da özet bilgiler, önemli mânevi tecrübeler okuyacaksınız.
Sohbetimizi röportaj resmiyetinden uzak, kalıplardan çıkararak akışına bıraktık. Zaman zaman ince ayrıntılar yakalamak üzere sorularımız oldu ve cevaplardan biz çok istifade ettik. Konuşmamızı sizlere kolaylık olsun diye, konu başlıkları halinde düzenledik. Yeni idraklere vesile olması dileği ile sizi Sabri Tandoğan’la baş başa bırakıyorum.
Mehmet Doğramacı
Tarih: 21 Ekim 2006
Saat: İftar Vakti
Yer: Kent Oteli / Sıhhiye-Ankara
Gavs-ı Âzam ile Rabıta
Mehmet Doğramacı:
– Sizi bir miktar tanımak isteriz. Ama özgeçmiş ve hayat hikâyesinden çok feyizlendiğiniz zatlar hakkında bilgi edinmek istiyoruz.
Sayın Sabri Tandoğan:
– Evliyanın en büyüğü Abdülkadir-i Geylâni Hazretleri bizim evimizde daima ismini duyduğumuz, kerametlerini dinlediğimiz bir zat idi efendim. Babaannem ve annem O’na karşı derin bir muhabbet beslerdi. İşte öyle bir atmosferde büyüdüm. Onun feyzini ve yardımını ömür boyu üzerimizde hissetmişizdir.
– Söz Gavs-ı Âzam’dan açılmışken, Füyüzat-ı Rabbani isimli eserinde “Mürid ne zaman bunalsa imdadına yetişirim, maddi, mânevi yardımcısı olurum” tarzında bir hitabı mevcut. Böylesi bir olay yaşadınız mı?..
– Evet Efendim. Bu çok sırlı bir olaydır. Bu hitaba yürekten inananlar için Gavs-ı Âzam’ın himmeti her an hazır ve nâzırdır. Şöyle izah edeyim efendim. Bundan seneler evvel, Ankara’nın dışında bir yerlerde, bir sohbete davet edildim. Bendeniz dinî olan her şeye ilgi duyarım efendim. Bunu bilen bir arkadaşım “Sabri gel, bu akşam mübarek bir zatın sohbeti var” dedi. Evlerin bitip de bozkırın başladığı uzak bir semt. Akşam oraya gittim.
Eve girdiğimde, kalabalık bir cemaatin bir hoca efendiyi dinlediğini gördüm. Bir kenara ben de iliştim. Sohbet içimi daralttı. Çünkü o zat durmadan cehennemi, azabı anlatıyor, sürekli korkutucu bir üslûpla ders veriyordu. Epey bir sabırdan sonra söz aldım. “Efendim, sizin elinizde cehennem biletlerinin koçanı mı var? Habire bilet kesip, insanları dolduruyorsunuz! İslâm bu mu?” Sorum üzerine ortalık buz kesti. Bir süre sonra müsaade istedim ve evden ayrıldım. Saat gecenin 01’i... Dışarı çıktım. Öyle uzak ve ücra bir yer ki, ne belediye otobüsü, ne dolmuş, ne de bir taksi o saatte oradan geçmez. Adamı kesseler duyulmayacak bir yer sizin anlayacağınız. Ellerimi açtım ve “Yetiş Yâ Geylâni” diye dua ettim. İnanın 10 dakika geçmedi, karanlıklar içinden bir Mercedes araba belirdi ve önümde durdu. Şoförü kapıyı açtı ve: “Buyurun sizi evinize bırakayım” dedi. “Evimi biliyor musunuz?” dedim. “Evet, buyurun” dedi. Yol boyunca aynadan seyrettiğim o sima, ne bir insandı, ne de başka bir şey. Âdeta balmumu bir heykel sanki elbise giymiş gibi öylece duruyor idi. Ama inanın o sima hâlâ gözümün önünde. Gecenin o vaktinde, hiç adres sormadan beni evime bıraktı efendim.
– Bu olay ve benzeri şeyler, herkese olmuyor değil mi? Sanıyorum gönül bağı olanlar arasında cereyan ediyor!..
– Öyle efendim!
– Bunun mantıkla da pek izahı yok sanıyorum. Bu açılım nasıl gelişiyor?
– Efendim, benim rahmetli annem Edebiyat öğretmeni idi. 3 dil bilirdi. Hayatta tanıdığım en kültürlü anne idi. Fakat bir o kadar da rıza ehli idi. 7 yaşında namaza başlamış. 75 yaşında Hak’ka göçtü. Hayatında bir tek gün, o günün namazını ertesi güne bırakmadı. Senenin 4/5’ini oruçlu geçirirdi.
Annem, Abdülkadir Geylâni (k.s.) Hazretleri’ne bağlı idi. Bir gün bana dedi ki; “Oğlum, eğer rabıta kurabilirsen, daraldığın, bunaldığın zaman yardıma çağır. Hazreti yardıma çağır, Hazret gelir.” Bir iki kere çağırdım efendim, derhal himmeti var oldu!..
Hocam Dr. Münir Derman (k.s.)
– Hocam çok mübarek bir insandı. Belki tanırsınız. 30 yıl Eskişehir Devlet Hastanesi’nde operatörlük yaptı: Dr. Münir Derman.
– Sağlığında görmek nasip olmadı ama methini duydum. Eskişehir’de hem doktorluk, hem de kürsü vaizliği yapmış. Hayatını araştırmak istedim. Çok fazla kaynak yok. Onun bendesi biriyle görüşmek istedim, Rabbim sizi çıkardı. Görüşmemiz bu açıdan da mânidar benim için!
– Münir Bey’in sırrı pek anlaşılamamıştır. Münir Bey Kırklardandır efendim.
– Ricali Gayb ordusunda bahsi geçen Kırklar?
– Evet efendim, Kırklardandı. Kelimelerle, sözle ifadesi mümkün olmayan muhteşem bir insandı. Münir Bey’e gelene kadar 39 Efendi Zatın sohbetinde bulundum. Hizmetinde bulundum. Ama 39’u bir yana, Münir Bey bir yana!
Çok Yönlü Okuma
– Sanıyorum Türkiye’de benim kadar çok yönlü kitap okuyan kimse de yoktur. Sadece Tasavvuf değil, batıyı ve doğuyu da okudum. Meselâ Türk komünistleri içinde hiç kimse benim kadar komünizme ait kitap okumamıştır.
İslâm’a Gönül Verdim, Âşık Oldum
– Ama ben küçük yaştan itibaren İslâm’a gönül verdim. Hz. Muhammed (s.a.v)’e âşık oldum. Hz. Ebubekir’e âşık oldum. Hz. Ömer’e âşık oldum. Bilal-i Habeşi Hazretleri’ne âşık oldum. O’nu o kadar çok seviyorum ki... Ama o kadar çok seviyorum ki... Sanki karşıma çıkıverecekmiş gibi geliyor. Allah O’nun elinden öpmeyi nasip etsin. Bana çok sevimli geliyor Bilal-i Habeşi...
Yunus'a Hayranım
– Bir de Yunus’u çok seviyorum efendim. Yunus’a hayranım. Ben Konya Ermenek’liyim ama Yunus, Mevlânâ ile de mukayese edilmez. Yunus, kâinatın en büyük şairi. O başka bir şey... Çok başka biri. Bugün insanlık kültürü Yunus’u anlayacak seviyeye gelemedi.
Yunus, çok büyük bir insan. Dünyadaki bütün psikologları, psikiyatristleri toplayın, Yunus’un bir mısraını sorun, hiçbir izahını yapamazlar. Bir tek mısraı: “Seni deli eden şey / Yine sendedir sende”
Her Şey Bizde, Dışarıda Değil
– Bizler dışarıda bir şeyler arıyoruz. Karım beni mutsuz etti, kocam beni mutsuz etti, sayıyoruz artık. Hiçbir şey bulamayan da Fenerbahçe’yi tutmaktan mutsuz oldum diyor. (Gülüşmeler)
Ama Yunus meseleyi bir mısrada hallediyor efendim: “Seni deli eden şey, yine sendedir sende!” İnsanları ben çok inceledim efendim. Mesleki açıdan çok insan tanıdım. Dört fakültede okudum. Hukuk - Tıp - İlâhiyat - Felsefe...
Şu kanaate vardım efendim. Bütün mesele, şu kafanın içi... Kendi kendimizle dost muyuz, arkadaş mıyız, sevgili miyiz?.. Bütün mesele burada. Hep başkalarıyla açıklıyoruz olayları. Filânca başbakan olmasa, ben mutlu olurdum. Ne alâkası var efendim. Filânca cumhurbaşkanı olmasa, ben mutlu olurdum. Ne alakası var?.. Sen mutlu olamazsın, çünkü dâva burada. Kafada efendim. Böyle böyle efendim insanlar nesiller boyu, binlerce yıldır kendi kendilerini aldatmış!.. Yunus bir tek mısrada çözümü getiriyor: “Seni deli eden şey / Yine sendedir sende”.
Rehbere Bağlanmak Kişiye Ne Verir?
– Peki bu noktada önemli bir husus geldi. Bunları tespit eden Yunus’un düzenli tahsili yok.
– Evet yok.
– Dergâha odun taşımış kırk yıl. Burada dergâha hizmet, birine bağlanma, insanda nasıl bir şuur hali açıyor ki, karşımızda asırlardır canlı bir Yunus var? Bunu açar mısınız?
– Efendim, çoğu tarikatta olay şöyle işlermiş eskiden. Bir padişah şeyhe gelir ve el almak ister. Ona derler ki, al eline süpürgeyi tuvaleti temizle! Ben padişahım nasıl olur derse, kapıyı dışarıdan kapar mısın derlermiş.
Bunda amaç ne?.. O padişaha zulmetmek mi?.. Ona hakaret etmek mi?.. Hayır. Mesele şurada efendim, bizim kafamızın içindeki o kavgayı dindirmedikçe, sulh ve sükûna kavuşamayız. Bu nasıl olacak? Nefis arka plâna geçtiğinde olacak!
– Benlik yok edilecek öyle mi?
– Evet efendim. Başka türlü olmuyor. Gidin 15 tane fakülte bitirin. Ne olacak?.. Sadece bilginiz artar. Ne demiş Yunus: “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır”. 15 fakülte bitirsen ne olacak ki?.. Hiç…
– O zaman insan benliğini kendi kendine öldüremiyor. İllâ mürşid ya da rehber biri mi öldürecek?
– Sultanım biz zat-ı âlinizle Hindistan’a gitsek. Lamaları incelesek. Oradaki mabedleri gezelim. Hint felsefesinin derin liklerine inelim deseniz. Himalaya dağına da çıkmak istesek. Çıkalım demekle çıkabilir miyiz? Ne lâzım? Bir rehber lâzım.
Bugün bakın en küçüğünden en büyüğüne kadar her futbol takımının bir antrenörü var.
Dünyanın parasını öderler onlara. Yol gösteren olmadan siz bir şey öğrenemezsiniz. Yol gösteren olmadan yüzme öğrenemezsiniz. Öğrenirim derseniz, soluğu öte yanda alırsınız. Denizle şaka olmaz.
– Kitaplar var, kitaplardan öğrenirim yüzmeyi. Hem de güzelce izah ediyorlar!
– Öğrenemezsiniz efendim. Vallahi öğrenemezsiniz!..
– İllâ zat mı lâzım?
– İllâ lâzım. Meselâ annesi kötü yemek yapan bir ev hanımı sittin sene iyi yemek pişiremez. Niçin?.. Çünkü damak hücrelerindeki lezzet kavramı anneden gördüğü ilk yaşlardaki yemeğe göre şekil alır! Ondan sonra bunu düzeltmek mümkün değil efendim. Anlatabildim mi? Mesele burada. Hiçbirimiz kitap okuyarak, hatta sohbet dinleyerek mânevi âlemde yol alamayız efendim. Bir rehber lâzım. Adı ya da ünvanı mühim değil. Ona rehber deyin, mürşid deyin, antrenör deyin, çalıştırıcı deyin, ne derseniz deyin, kelimeler önemli değil, kavram önemli!.. Bir yol gösteren lâzım. Ben böyle düşünüyorum.
– Birine bağlanmak, hizmet etmek aslında ona bir şey kazandırmıyor. Ne verirse bize veriyor. Yani biz o rehberle kendimizdeki cevheri açığa çıkarıyoruz diyebilir miyiz?
– O kadar efendim!.. Tabii... O mübareklerin bizim gibi gariban ve zavallıların hizmetine ihtiyacı yok ki! İcabında melekler gelir onlara yardım eder. Ne kadar güzel söylediniz. …
… Kendi kafamızdaki anarşi bitiyor böylece. Kendi kafamızın içinde, kendi kalbimizde sulha, sükûna, güzelliğe ulaşıyoruz. Mesele burada. Bunları kitaplardan edinemezsiniz!.. Ben şimdiye kadar kitaplardan kendi kendini yetiştirip de mânevi kemâle ulaşmış hiç kimseyi görmedim.
Teslimiyet Niçin Zor?
– Peki günümüzde insanların bir zata teslimiyetleri neden zor?
– Nefis!.. Nefis ve ene!.. Benim bir arkadaşım vardı lisede. Çok okuyordu, parçalıyordu kendini. Fakat ateistti. Dedim ki; “Ya kardeşim, senin gayretin, aşkın hepimizden fazla. Niçin Hz. Muhammed (s.a.v)’e bende olmuyorsun?” Hâlâ ürperirim ve gözümden yaş gelir. Dedi ki; “Gururum engel oluyor. Ben kendimden üstün hiç kimse tanımıyorum! Peygamber de olsa, ben kendimden üstün insan düşünemiyorum!” Aman Ya Rabbi!.. Nefs!.. Yani ondan sonra o arkadaş bana şeytanın somutlaşmış bir örneği gibi geldi. Onu hâlâ tehlikeli bulurum.
Nefis Öldürülmez, Mülâyemet Edilir!
– Asırlarca insanlar nefis problemi ile uğraşmış. Nefsimizi nasıl öldürebiliriz diye yollar aramışlar. Ve hiçbir netice alamamışlar. Fransa’da özellikle Paris’te adım başında manastır var. Oraya birtakım insanlar gidecek, toplumdan soyutlanacaklar ve orada ibadetle vakit geçirecekler. Kendi kendilerini aldatmışlar efendim. Yüzlerce, binlerce sene kendi kendilerini aldatmışlar. Ama ne zaman ki Resulullah (s.a.v) Efendimiz teşrif buyurmuş, bir cümlede meseleyi halletmiş: “Nefsine rıfk ile, mülâyemet ile (yumuşaklıkla) muamele et” buyurmuş.
Nefsinizi öldüremezsiniz efendim. Siz öldüremezsiniz, ben de öldüremem. Yani tatlılıkla muamele et.
– Haliym sıfatı ile mi?..
– Eveet... Yoksa nefisle zıtlaşarak, ben onu aç bırakacağım, ben onu susuz bırakacağım, ben uyumayacağım ile hiçbir şey elde edemezsin!.. Uyuma n’olacak?.. Bakırköy bir kişi daha kazanır!.. (Gülüşmeler)
Açlıkla, susuzlukla nefsini eğitmiş olamazsın sen! Ne işkenceler yapmış insanlar asırlarca kendilerine. Ama hiçbir netice alınamamış. Nur içinde yatsın Hocam Münir Bey derdi ki: “Nefsinle didişme! Sen nefsini alt edemezsin!” Peki o zaman ne yapacağız?.. Yapılacak şey şu; nefsimizi şöyle bir tarafa koyacağız. Ona sen aslansın, kaplansın, sen Fenerbahçelisin deyip okşayarak onu bırakacağız öte yana. Biz bu yanda Âyetleri-Hadisleri hayatımıza tatbik etmeye çalışacağız. Gene Kur’an’da bir âyet var, şöyle buyurulur: “Nur gelince zulmet gider”.
– Hak geldi bâtıl zail oldu!
– Evet. Işık gelince karanlık gider. Yazık olmuş insanlığa. Nefsimizi öldürelim diye olmadık şeyler denemişler. İnsanlık kültür tarihinde nefsini öldürmüş bir tek kişi gösteremezsiniz!..
Nefsi bir yana koyup işimizle, gücümüzle, ibadetimizle meşgul olacağız. Hizmet aşkımızla, kalbimizdeki insan sevgisi ile öylesine meşgul olacağız ki, bu garip nefsim başını kaldıracak fırsat, vakit bulamayacak!.. (Kahkahalar)
Asi gençlik diyorlar, tinerci, uyuşturucu alan gençlik diyorlar, bir çare bulamıyorlar. Bulamazlar. Çünkü; çocuklarımıza iyinin, güzelin, temiz ve asil olanın yolu gösterilmedikçe mesafe alamazsınız!..
Hakiki Başarı Ne?
– Kişisel Gelişim gibi bazı konular hakiki huzuru verebilir mi? Başarı algımız ne olmalı? Dünyaya endeksli bir başarı anlayışı pompalanıyor. Ev, araba, lüks, kazanç üzerine. Bir yanda da dünyadan geçen Yunus ve Mevlânâ’lar var. Bunlar da asırlardır ayakta. Başarı anlayışımız ne olmalı?
– Materyalist batı, garipler, bula bula bu kadarını bulmuş efendim. Başarı anlayışı değişmeli tabi. Ama bunun arkasında dev gibi bir inanç felsefesi yatar! Dev gibi.
– Karşılıksız verme üzerine kurulu, o dev gibi inanç sanıyorum.
– Tabii... Ne diyor Resulullah? “Veren el alan elden üstündür!” Batılının kafası bunu almaz ki!.. O diyor ki, alan el üstündür. Hani Yahudi’nin biri denize düşmüş. Koşmuşlar, Salomon uzat elini, vermemiş Yahudi elini. Gluk gluk boğulmak üzere. İşi bilen biri koşmuş, çekilin demiş ve Salomon al elimi demiş, Yahudi almış, çekip çıkarmış. Olay bu: AI elimi... Vermeye değil, almaya alışmış.
Gönül; İçimizdeki Allah!
– Gönül kavramının batı dillerinde karşılığı yok. Nedir gönül sizce?
– Gönül sadece batıda değil, Arapça’da da yok. Sadece Türkçe’de var!
– Nedir gönül?
– Bunu benden mi istiyorsunuz?
– Evet, Gönül Sohbetleri yapan sizden istirham ediyorum.
– İçimizdeki Allah!.. Evet gönül; içimizdeki Allah!.. Batılı bu kavramlardan o kadar uzak ki!..
Süper Güç; İmandır!
– Bakın, şu anda ben zat-ı âlinize bir sual sorsam. Desem ki, dünyada şu anda süper güç kimdir? Hemen diyeceksiniz Amerika. Ama Amerika süper devlet değil bence, zavallı bir devlet. Başında Bush diye bir çılgın var. Dünyadan habersiz, kültürsüz, görgüsüz, ilkel, hayattan, sanattan, bilimden, felsefeden, tasavvuftan uzak.
“Vietnam” dedi, yenildi. “Afganistan” dedi, yenildi. Yemin ederim ki Irak’ta da yenilecek. Sefih, perişan olacak. İran’a dedi ki; “Uranyum araştırmalarını durdur. Gelirsem taş üstünde taş koymam.” İran’ın başında bir aslan var: Ahmedinecad. Uzaktan bakınca musluk tamircisi gibi bir adam. Ama Himalaya gibi iman var adamda. Cevap verdi Bush’a: “Erkeksen gel, ne duruyorsun? Bekliyorum” dedi. Gelebildi mi, gelemedi. Olay bu efendim. Bizim hiçbir devlet adamımız ABD’ye onun sözünü söyleyemez. Çünkü o adamın içindeki heyecan, maalesef benim devlet adamlarımda yok. Olay bu efendim.
Dinleme Sanatı
– Yıllar önceydi, bir matematik profesörü arkadaşım Japonya’ya gidecek. Gitmeden evvel bana “Japonya’dan bir arzun var mı?” dedi. Ondan şunu istedim: “Tokyo’da ana caddede en büyük kitapçıya gir ve sor: Sizde Güzel Konuşma Sanatı üzerine kaç kitap var?.. Güzel Dinleme Sanatı üzerine kaç kitap var?.. Tek istediğim rakamlar ve oran”!.. Arkadaşım gidip sorar ve öğrenir. Konuşma Sanatı üzerine 3 kitap, Dinleme Sanatı üzerine 21 adet kitap var!.. Henüz ben Türkiye’de Dinleme Sanatı üzerine kitap görmedim efendim. Konuş diye başlayan kutsal kitap yok. Kur’anımız “Oku” diye başlar. Mesnevi “Bişnev: Dinle” diye başlar. İki kulağımız, bir ağzımız var. Bir söyle, iki dinle. Dinlemek çok ince bir mekanizmadır.
Dinlemek sanatı; sadece karşıdakinin söylediklerini anlamak değil, aynı zamanda söyleyemediklerini de anlayabilme sanatıdır. Böyle diyor Japonlar. Dinleme sanatına önem vermemekle çok şey kaybettik. Sanki pek çok insan konuşma yarışına çıkmış. Devrilen çamların, kırılan gönüllerin farkında mıyız?.. Konuşmak çok dikkât, itidal, teenni ister. Çünkü bir kalp yarası, bazen bir ömür boyu kanar!..
Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Yağ ile bal ede bir söz
Dinginlik ve Huzur
– Gerek telefon konuşmalarınız, gerek mailleriniz ve gerekse şu anda karşımdaki haliniz dingin ve sükûn içinde bir ruhu yansıtıyor. Kaygı, tedirginlik, telâş ve acele yok sizde. Bu hâli neye borçlusunuz?
– Efendim, bunun bir tek nedeni var; o kafadaki kavga dedik ya, işte onun sulha sükûna dönüşümü! Pek çok kafaların içinde kavga olanca şiddeti ile devam ediyor. Gayet tabii onların ses tonları tırmalayıcı oluyor. Sıkıntı verici oluyor. Ama kendi kafasının içini gül bahçesi eyleyen, orada yalnız beyaz güller, kırmızı ve sarı güller buluyor. Olay bu!
Muhabbet; Bilinci Gül Bahçesi Eyler
– Kafamızı nasıl gül bahçesi yaparız? Muhabbet ve aşkla mı oluyor bu?
– Gayet tabii.
– Aşkın yaşanma biçimleri olarak iki tarz biliyoruz. Üveysi meşrep dediğimiz, zat olmaksızın gönülde bulmak, bir de Yunus-Taptuk, Mevlânâ-Şems örneği gibi bir mahalde seyir. Aşkın zuhuru hakkında neler denebilir?
– Çok şey söylenemez efendim. Bu insanın elinde olan bir şey değil. Aşk, insanın elinde değil.
Meselâ, ben Münir Bey’i gördüm, tanır tanımaz ona âşık oldum.
– O zaman aşk tamamen Allah lütfu?
– Gayet tabii. Çünkü benim orada ne bir çabam, ne bir gayretim, ne bir telâşım olmadı. Hani divan edebiyatında bir şiir var: “Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım / Kurban olayım söyle, var mı benim bunda günahım”. İşte onun gibi efendim. Daha açıkçasını söyleyeyim mi?..
– Lütfen buyurun!
– Nasip meselesi!.. Meselâ, Münir Bey’e gelene kadar benim bütün hayatım çok farklı geçti.
Meselâ, annem zâhiren edebiyat öğretmeni, çok şık giyinen, modern bir hanımdı. Bu bir yönü. Ama bir yönü daha var ki, Allah Aşkı ile Peygamber Aşkı ile doluydu. Geylâni Hazretleri’nin Aşkı ile dolu idi. Ve o anne beni yetiştirdi. Anlatabiliyor muyum?
Asalet ve Genetik Önemli
– O zaman şöyle anlıyorum. Hak’ka yolculukta asâlet, genetik ve yetişilen ortam mühim?
– Çook... Hem de çook... Annem sabah okula gider, akşam gelirdi. Gündüz bana babaannem bakardı. Babaannem Konya Ermenek’ten gelmiş, Ermenek dışında ilk çıktığı yer Ankara, okuma yazması olmayan, alfabe bilmeyen bir hanımdı. Ama, velî bir hanımdı. Gönül gözü açıktı. Mahalledeki profesör teyzeler, ailevi ve mesleki bazı problemleri onunla istişare ederlerdi.
Ezeli Plân ve Nasip
– Yani her şey öyle bir ayarlanıyor ki... Öyle bir tertipleniyor ki...
– İnsanın elinde bir şey yok o zaman?
– Daha 5 yaşımdayım. Babamın bir arkadaşı bize geldi. Elini öptüm, harçlık verdi. O yaştaki çocuk ne yapar?.. Gider çikolata ve çerez alır. Ben ne yaptım?.. Kitapçıya gittim ve YUNUS EMRE DİVÂNI satın aldım. 3.5 yaşında okuma yazma öğrendim. 5 yaşında Yunus Divânı aldım. Ben daha bunun izahını yapabilmiş değilim.
– 5 yaşında Yunus Divânı?..
– Evet, bir gizli kuvvet elimi ona götürdü. Beş yaşından beri her gün Yunus okudum. Yunus okumadığım günüm olmadı.
– Anlıyor muydunuz peki? 5 yaş ve o terkipler?
– Gayet tabi hepsini anlamıyordum. Ama muhabbetle okuyordum. Okul hayatım farklı geçti. Çok kıymetli hocalar derslerime geldi. Lise hocalarımın pek çoğu sonraki yıllarda üniversitede profesör oldu. Ben onların rahle-i tedrisinde yetiştim. Bilmiyorum, benim yetişmemde kendi rolüm falan yok efendim.
– O diledi, O yaptı?
– O kadar efendim. Her şey öyle tertiplendi, düzenlendi ki!..
– O diledi, O yaptı demek kolay ama bir de himmet isteyene gayret deniyor. Talebimizi nasıl ortaya koyarız sizce? Yönelmek dileyenlere neler söylersiniz?
– Fazla bir şey söylenemez. Vermeyince Mabud neylesin Mahmut demiş. Nasip işi... Ben o kanaatteyim. 5 yaşında Yunus Divânı. Haydi izah edin!.. Çıkamazsınız içinden. Tüm bilim adamları toplansa gene izah edemez.
Kalbime o aşkı veren ne idi? Hani zengin bir adam kölesi ile alışverişe gitmiş pazara. Köle camide ezan okununca izin istemiş. İbadete koşmak için. Adam izin vermiş. Millet dağılmış, camiden köle çıkmaz. Beklemiş beklemiş gelmemiş. İçeri seslenmiş camiye: “Hey demiş, niçin çıkmıyorsun, seni dışarı salmayan mı var?” O da içeriden seslenmiş: “Efendim, seni içeri salmayan kuvvet, beni de dışarı salmıyor!..” (Gülüşmeler)
Hepsi O kuvvetin eseri. Yani açıkça söyleyeyim, yetişmem, evlenmem, inanın pek bir rolüm yok. Meselâ, ben eşim rahmetli Rânâ Hanımı görene kadar bekâr kalma kararı almış idim. Danıştay sınavını birinci olarak kazandım. Bana dediler ki, git İkinci Dairede çalış. İkinci Daire Memurin Muhakematına bakar.
Ne zaman ki Danıştay 2. Dairenin kapısını açıp içeri girdim, o âna kadar kararım evlenmemek. Bu kızlarla evlenemem, başımı derde sokamam derdim önceden. Onu gördüm, işte o an karar verdim. Daha doğrusu verdirildim!.. Gri bir tayyör giymiş, sanki bir melek. Allah’ın bir meleği... Ne oldu ise, o an oldu. İzahı yok efendim.
Sentez İnancı
– Uzun birikimlerinizin sonucu vardığınız noktaya SENTEZ İNANCI diyorsunuz. Nedir sentez inancı?
– Tevhid!.. İslâmi Tevhid... Hz. Peygamberin sunduğu tevhid. Tevhidin bir sentez olduğuna inanırım. Neyin sentezi?.. Madde ile mânâ, ruh ile beden, akılla duygu, kadınla erkek, iç güzellik ile dış güzellik, dünya ile âhiretin sentezi. Ancak mutluluk, sevgi, güzellik bu sentezle o zaman oluyor efendim.
Bakın, batı uzaya gidiyor. Ne makineler yaptı; akıl, fikir duruyor. Allah nasip etti, ben bütün Avrupa’yı karış karış gezdim. Olağanüstü güzellikler gördüm. Ama bir de şunu gördüm bütün Avrupa’da, yüzü gülen bir tek kişi yok! Mesut, huzurlu, bahtiyar bir tek insan görmedim.
Dikkât edin, bir Amerikan ya da Avrupa filmi seyredin, film başlıyor viski bardağı ellerinde, film bitiyor gene viski bardağı ellerinde. Öyle bir dünya kurmuşlar ki, ancak o viski denen tahta kurusu kokulu içkiyle bu hayata dayanabiliyorlar!..
Niçin?.. Çünkü, İslâmi Tevhid’den uzaklar!.. Papa!..Eşeklik yapıp, İslâm düşmanlığında ayak direyinceye kadar, oturup biraz da Kuran ve Hadisleri okusa, Sünneti Seniyye’yi incelese, hem kendi mesut olacak, hem kendi cemaati huzura erecek. Ama yapamıyor!
– Bu da nasip meselesi herhalde?
– Tabii bu da nasiple!
Nefisle Sevgi Beraber Olmaz!
– Sevmek kolay derler. Kalp sevmekle yorulmaz derler. Verdikçe artacak şey sevgi derler. Kin, nefret kalbe yük derler. Bunların hepsini biliyor insanlar. Bilmelerine rağmen niçin sevemiyorlar?
– Şunun için sevemiyorlar; ancak nefsaniyetini arka plâna itebilen insan sevebilir. Nefisle sevgi olmaz.
– Olmaz mı?
– Kesinlikle olmaz. Yeminle söylüyorum olmaz. Ona sevgi denmez: Tutku olur, şehvet olur, ihtiras olur ama sevgi olmaz. Ancak hizmet olunca, nefsaniyetimizi şöyle bir kenara koyunca sevgi doğar!
Huzurda Olmak, Huzurlu Olmak
– Huzura erenler, huzurda olduğunu fark edenlerdir diyorsunuz bir yazınızda. Huzurda olmak nasıl bir şuur hali?..
– Her zerrede Hak’kın varlığını müşahede etmektir huzurda olmak. Her zerrede... İnsanda, hayvanda, eşyada, yerdeki kum tanesinden gökteki Samanyolu’na kadar tüm kâinatın Hak’kın varlığı olduğunu müşahede etmek.
Vahdet-i Vücud
– Yeri gelmişken sorayım; Vahdet-i Vücud inancı hakkında görüşünüz?
– Ben de Vahdet-i Vücudcuyum! Vahdet-i Vücud hakkında binlerce kitap yazıldı. Ben onu iki cümlede özetledim: VAR OLAN HAK’TIR. GAYRISI YOKTUR. O kadar!.. Hak’kın varlığından başka bir şey yok efendim.
– Gayrısı vehim mi?
– Kuruntu ve zan... Mecelle’de bir kaide vardır; ZAN İLE YAKİYN HASIL OLMAZ!..
Cezbe Hali
– Zaman zaman Allah dendiğinde titreyen bazı insanlar görüyoruz. Ya da bazı zatların adı anılınca titriyorlar. Az önce sizde de müşahede etim; Geylâni Hazretleri denince titrediniz ve kaşınız gözünüz çekildi. Cezbe dedikleri bu hâli açar mısınız?
– Cezbe Aşkın zirveye ulaşmasıdır. O anda O’nun varlığı sizin varlığınızı siler sürpürür. Sadece Allah kalır. Varlığımızdan zerre eser kalmaz, sadece Allah kalır.
– Cezbe hâli, mânâyı bedenin kaldıramamasıdır ya da zâfiyettir gibi bir yaklaşıma ne dersiniz?
– Bu çok çirkin! Haset dolu, kıskançlık dolu çirkin bir görüş bu! Çünkü ben bilinçli bir biçimde, aman bana âşık desinler, aman bana Hak yolunda desinler diye titreme olayını, ürperme olayını dünyanın en çirkin, en âdi olayı olarak kabul ediyorum. Ben titrediğimde kendimde değilim. Siz beni o anda ölüme mahkûm etseniz, boynumu uzatır buyurun derim!..
Benim seçimimle, ihtiyarımla olan bir şey değil o cezbe! O anda ben yokum. O anda Sabri yok! O aşk birdenbire çepeçevre sarıveriyor beni. Onun için bunu böyle yanlış nitelendirmek hoş değil.
Zikir Önerisi
– Tecrübe ve çalışmalarınıza dayanarak soracağım. İnsanlara en kolay zikir öneriniz nedir? Sizin özelde bize bir öneriniz olabilir mi?
– Onu insan kendisi bulacak sultanım. Çünkü benim için faydalı olan, bir başka kardeşim için faydalı olmayabilir. Esmai Hüsna’yı inceleyecek, mânevi büyüklere bakacak, en çok hangisi onu aşk hâline taşıyor ise, onu uygulayacak. Şahsa göre değişir. Tabiatta pek çok sebze var, bana sebze tavsiye et, ömür boyu yiyeyim diyemezsiniz. Ben fasülye severim de, kardeşim patlıcan sever. Onun gibi işte.
Hac ve Kâbe
– Hac ve Kâbe’nin insana verdiklerini konuşmak isterim biraz. Size sanıyorum hac nasip olmuştur.
– Olmadı efendim. Çünkü biraz kalp zâfiyetim var, doktorlar müsaade etmedi. Yıllardır kalp ilâcı alırım. Ama haccı çok istiyorum. Şu mübarek günlerde dua buyurun da Allah bana hac nasip etsin. Çok istiyorum çoook.
Miraç ve Namaz
– Miraç, malûmunuz sırlar yumağı. Bir de müminin miracı namaz var. Mirac-ı Resulullah ile müminin miracı namaz arasında ne tür bağlar kurabiliriz?..
– Peygamber Efendimiz evinden kalktı, Cebrail (as) ile beraber Kudüs’e geldiler. Cebrail dedi, “Ya Resulullah, bana müsaade.” “Niye, beraber gidelim” dedi. Cebrail “Gelemem, yanarım” dedi.
İnsanlık kültür tarihinin en muhteşem olayıdır miraç. Kudüs’ten sonraki kısım. Koskoca Cebrail “yanarım” demiş. Bu çok çok özel bir durum. Yani insan miraçta Allah’la beraber. Namazımızı öyle edâ etmeliyiz ki, biz o namaz sırasında kendimizde değil, yalnız Allah ile olmalıyız. İşte o zaman namaz müminin miracı olur.
Gözyaşı
– Kur’an okunurken ağlamaya çalışınız hadisi var. Gözyaşındaki sır ne?
– Samimi dökülen gözyaşı sırasında, insan Allah’a çok yaklaşıyor. O anda tabiri caizse nefsaniyet eriyor. Onun için Efendimiz bir hadisinde “Ürpermeyen kalpten, gözyaşı dökmeyen gözden Rabbim sana sığınırım” buyurmuş. Gözyaşı önemli. Bir nevi demin buyurduğunuz cezbe hâlinin bir alt kademesi gözyaşı. Yerine göre bir melodi, yerine göre bir mısra, asil bir bakış, bir duruş insanın gözlerini yaşartabilir. Artık o anda nefis yoktur.
Beni bende demen bu ben değilim
Bir ben vardır bende benden içerü
Süleyman kuş dilin bilir dediler
Süleyman var Süleyman’dan içeri
Dr. Münir Derman (k.s.)
– Hocanız ve sizi en fazla etkileyen zat diye nitelediğiniz, mürşidiniz Dr. Münir Derman hakkında detaylı hatıralar almak isterdim ama vakit bir hayli geçti. Sizi en çok etkileyen yönleri, ya da zâhiren şahit olduğunuz kerametleri?
– Çok var efendim, nasıl anlatsam. Meselâ, bir tarihte bundan 35 sene önce, eşim o zaman savcı idi. Elinde egzama çıktı. Benden rica etti, “Sabri dedi, heyette dosya okurken elim cılk yara, egzamalı halde çok utanıyorum. Dua eder misin” dedi. “Rânâ gel Münir Bey’e dua ettirelim” dedim. Münir Bey de o gün Eskişehir’e gidecek. Gardayız. Tren hareket etmek üzere, neredeyse kampana çalacak.
“Efendim, Rânâ’nın eline okur musunuz” dedim. “Gel kızım” dedi, elini eline aldı, şahadet parmağını ağzına götürüp ıslattı ve yarayı meshetti. “Geçmiş olsun” dedi. O oldu, yaradan eser kalmadı. Halbuki o âna kadar ne cilt profesörlerine gitmiş idik. Münir Bey okudu, geçti.
Ve Rânâ’nın eli bir hafta gül koktu!.. Bir de hastanede ateist bir doktorla tartışması var Münir Bey’in.
– Nasıl, lütfen buyurun.
– Ateist doktor, ateş yakar, doğa kanunu demiş. Münir Bey “Allah dilemezse yakmaz” demiş. “Bak göstereyim” demiş Münir Bey. Çakmak taşırdı merhum. Elini uzatmış ve avucunun altına çakmağı çakmış. Tam 45 dakika avucuna ateş tutmuş. Normalde bu durumda el kömür olur. Nice sonra avucunu o doktora göstermiş, hiçbir şey yok ve ateş yakmamış. Münir Bey kükremiş, “Gördün mü, Allah dilemedikçe yakmadı” demiş. Ateist doktor gözyaşına boğulmuş, hayretten ama, “iman bana zor geliyor” demiş!.. Nasip meselesi dedik ya!
– Münir Derman Bey yaz kış kısa kollu gömlek ve pantolonla gezermiş öyle mi?..
– Evet bir tişört, gri bir pantolon. Hatta çoğu kere tişörtün içine atlet de giymezdi. Öyle gezerdi. Meselâ, bize geleceği zaman biz 10 bardak su koyardık buzluğa. Öyle su içerdi ki, bardağın yarısı buz, yarısı su olurdu. Hem de zemheride!.. Bazen öyle bir aşk ateşi basardı ki, gömleğinin birkaç düğmesini açardı. Ondan bir koku yayılırdı ki gül kokusu, mânevi bir koku, sanki cennet efendim. Hiçbir kokuya benzemezdi!
– O kokuyu herkes hisseder miydi?
– Hayır efendim, herkes hissedemez! Bu gönül bağı ile alâkalı!..
– Münir Bey’in kabri Ankara Memluk Köyünde. Biz yarın gitmek istesek yakın mıdır?..
– Uzak efendim. Nasip olursa bir dahaki Ankara’ya gelişinizde birlikte gideriz.
– Allah razı olsun sizden. Çok vaktinizi aldık, yorduk sizi.
– Hepimizden efendim. Davetimizi kabul ettiniz, şeref verdiniz, Allah sizden de razı olsun.
***
Evet Dostlar!
Hakikâte adanmış 72 yıllık bir ömür.
Dingin ve huzur içinde bir gönül.
Rızanın, kulluk neşesinin, hakikâtle yaşama sevincinin canlı timsali Sabri Tandoğan’ı dinledik. Ömrü uzun ve bereketli olsun. Daha nice Gönül Sohbetleri’nde İman ve Aşkın nurlu ışıklarını saçsın!.. (Amin)
Mehmet DOĞRAMACI
(Kendisine bu değerli röpörtajı için çok teşekkürlerimizle.)
|