“Güzel yavrum,” dedim. “Adam gibi pilav yemek için ille hacı hoca mı olmak lâzım?” ve onlara bir hatıramı anlattım:
Beş yaşında bir çocuktum. Bir kış günü sobanın kenarında oturmuş kitap okuyordum. Rahmetli babaannem, pirinç ayıklıyordu. Bir ara tepsiden bir pirinç tanesi yere düştü. Rahmetli babaannem, tepsiyi bıraktı o düşen pirinç tanesini aramaya başladı. Dakikalar geçiyor, babaannem aramaya devam ediyordu. Bir ara dayanamadım. “Aman babaanne”, dedim “bir pirinç için bu kadar eğilmene, aramana ne lüzum var? Yazık değil mi canına?”
Her zaman sakin ve mütebessim olan babaannemin birden ifadesi değişti. Kaşları çatıldı. “Yavrum”, dedi “sen hiç pirinç yetiştirilirken gördün mü? Bazı kimseler o pirinci üretirken sağlıklarını kaybediyorlar. Sakat kalıyorlar. Istırap içinde yaşıyorlar. Sen burada sıcak sobanın yanında keyif içinde kitabını okuyorsun. Lütfen bir daha böyle bilmeden konuşma. Ben gerekirse o bir pirinci bulmak için saatlerce arayabilirim.”
Utandım, mahcup oldum, kulaklarıma kadar kızardım. Aradan yetmiş yıl geçti. Hâlâ o mahcubiyetimi bugün gibi hatırlarım. O gün bu gün hangi mekânda kimlerle yemek yersem yiyeyim, tabağımda bir tek pirinç tanesi bırakmam.
Bunları dinleyen gençler çok mahcup oldular, pilavlarının üstündeki külleri temizlediler ve teşekkür edip pilavlarını bitirdiler."
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhları Şad Olsun.