Konu : Düğünler nasıl olmalı?
Gönderen :
Gökhan
Tarih :
10/25/2019 8:36:47 AM
.
Merhaba Sabri Bey Amca,
Sizce düğünler nasıl olmalı? Bir düğünün edep ve âdabı nasıl olmalı? Bizler düğünlere gittiğimiz zaman hangi edep ve âdaplarla hareket etmeliyiz? Düğünlerdeki takı merasimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Müslüman iki insanın düğünü nasıl olmalıdır? Dün bir tanıdığımızın düğününe gitmiştim. Orada gördüklerim, açık saçıklık, laubalilik beni tiksindirdi. Cevabınız için çok teşekkür ederim. Selâm ve saygılarımı sunarım.
Sabri Babadan Cevap:
--------------------------------------
Kıymetli yavrum, seni o kadar iyi anlıyorum ki. Orada hissettiklerin, yaşadıkların, şahit oldukların aynen gözlerimin önünde. Sevgili yavrum, böyle mekânlardan sıkılmak, yer yer utanç duymak o kadar doğal ki. Eğer aksini söyleseydin, o zaman sana karşı olan sevgim ve saygımda büyük azalmalar olurdu. Ta çocukluk günlerimden beri bu tür düğünlerden hep sıkıldım, rahatsız oldum. Zaman zaman tiksindim, iğrendim, midem bulandı. Bir kere düğüne gelen hanımların kıyafetleri beni rahatsız etti. Ne yazık ki birçok hanım kendilerini teşhir eden kıyafetleri giymeyi zorunlu sayıyorlar. İkincisi, bu yüksek sesli müzik kulakları tırmalıyor, insanın iç dünyasını delik deşik ediyor, yaralıyor.
Sonra o oyun denilen kepazelik. Koca koca, yaşını başını almış, enseli, göbekli sözümona beyefendiler, sözümona hanımefendiler çıkıp şıkır şıkır çingenelere taş çıkartacak şekilde göbek atıyorlar, kıvırıyorlar. İşte bu bölüm tiksindirici, iğrendirici, hatta kusturucu oluyor. İş bununla da kalmıyor. Birçok düğünde marifetmiş gibi gelen hediyeler ilân ediliyor. Aman Yarabbi, insanlık bu kadar düşebilir, küçülebilir... Kim bu âdeti çıkarttıysa rahmetli babaannemin tabiriyle “Sinde, mezarda rahat yatmasın”. Bana akıl almayacak kadar iğrenç geliyor bu âdet. Ne demek ilân etmek. Herkes kendi imkânlarına göre bir şeyler getiriyor. Belki bir insanın gönlü çok yüce, en büyük hediyeleri getirmek istiyor, ama imkânları o kadar kısıtlı ki, o kadar zor şartlar altında yaşıyor ki, küçücük bir hediye getirebiliyor. Şimdi o hassas, temiz, ince ruhlu insanı, yüce gönüllü insanı orada teşhir etmenin ne anlamı var? Onu ıstırap içinde bırakmaya kimin ne hakkı var? İnsanlar düğünden çıktıkları zaman dayak yemiş gibi oluyorlar. Düğünden çıkan bir insanın huzur içinde, melekler gibi bir uyku uyumasına imkân var mı? İşittikleri, şahit oldukları, gördükleri, hissettikleri onu günlerce tedirgin ediyor. Arkasından dedikodu furyası başlıyor. Efendim, böyle düğün mü olurmuş, şu noksan, bu noksan, bu olmamış, bu neye benzemiş, bu ne biçim ikram, doğru dürüst bir şey ne yedik, ne içtik filân filân.
Kıymetli yavrum, küçüklüğümden beri bunları göre göre, bu düğün denilen olay bende sadece tiksinti uyandırdı. Kendim evlenirken kesinlikle düğün yapmadım. Nikâhımız oldu, sonra annemlerin evine geldik. Rahmetli Rânâ Hanım’ın ve benim bazı yakınlarımız, aile dostlarımız ile beraberce bir yemek yenildi, dualar edildi. Sonra Çavuşoğulları Camii’nin imamı Rıza Çöllü Hocaefendi geldi, nikâhımız kıyıldı. Sonra vedalaşarak ayrıldık. Yeni evimize gittik. Kapıdan içeri girerken bir sözleşme yaptık. “Bak, Rânâ” dedim, “şu andan itibaren yeni bir hayat başlıyor. Bundan böyle bu evde ne senin dediğin olacak, ne benim dediğim olacak. Allah’ın ve Peygamberin emirleri neyse, o geçerli olacak” dedim. Ve tarihte bir örneği görülmemiş muhteşem bir evlilik böyle başladı. Kırkdört yıl bir masal, bir aşk rüyası yaşadık. Sadece sevdik ve sevildik. En ufak bir kavgamız, münakaşamız olmadı. Kırkdört yıl içinde bir kere bile para lâfı edilmedi. Bir kere bile ne yiyeceğiz diye düşünmedik, Allah ne verdiyse şükrederek onu yedik. Ve kırkdört yılın sonunda Rânâ Hak’ka göçtü. İki kişilik mezar yaptırdım. Yakınlarıma söyledim, Hak’ka göçünce beni Rânâ’nın yanına gömün dedim. İnşallah nasip olur. Tek düşüncem, mânâ âleminde de Rânâ ile beraber olmak.
Sevgili yavrum, düğün nasıl olmalı diye soruyorsun. Bugün ne o düğünü yapacak düğün sahipleri kaldı, ne o düğüne gelecek davetliler. Hepsi “Beyaz atlara binip uzaklara gittiler”. Şaka bir tarafa, düğün öyle tertiplenmeli ki, düğüne gelenler öyle edepli, öyle hassas, öyle zarif, öyle ince olmalı ki, düğündeki süreç bir masal gibi, bir rüya gibi, bir şiir gibi geçmeli. Orada beşerî kültürün bütün nüansları, bir gökkuşağı gibi sergilenmeli. Orada ruhlar arınmalı, temizlenmeli, bembeyaz olmalı.
Kıymetli yavrum, düğünde müzik de olabilir, ama insana huzur veren, mutluluk veren, dinlendiren, derinlerden gelen bir müzik, bir meltem gibi okşayan, bir sevgili eli gibi insana yaşama sevinci getiren bir müzik olmalı. Oradan ayrıldığı zaman insanlar huzur içinde, mutluluk içinde, dualar içinde olmalı. Allah’ım bu gençler birbirlerini çok sevsinler, birbirleri üzerinde titresinler, aşkları o kadar büyüsün, o kadar büyüsün ki, Allah’a ulaşsın. EI ele, diz dize, gönül gönüle birbirlerini her gün, her saat, her dakika daha çok severek, daha çok saygı duyarak evliliklerini bitmeyen bir senfoni haline getirsinler diye dualar edilsin.
Kıymetli yavrum, bilmem ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum? Ben böyle düşündüm, böyle yaşadım. Hiç de pişman olmadım. Bütün ömrüm huzur ve mutluluk içinde geçti. Artık karar senin.
Yeni maillerini bekliyor, selâm, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.
|