Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : İlmi siyasiye sanatı nedir, öğrenilmesi insan neler kazandırır?
Gönderen : Sabri Babadan Hayat
Tarih : 11/20/2019 8:16:14 AM


.
İLMİ SİYASİYE SANATI NEDİR, ÖĞRENİLMESİ İNSANA NELER KAZANDIRIR?
Kıymetli yavrum,
İlmi siyasiye sanatı, kundak çocuğundan yüz yaşındaki yaşlıya kadar bütün akıllı insanların başvurdukları bir yöntemdir, usuldür. O an için ne yapmak gerekiyorsa onu bulup çıkarabilmektir. Mesela biz ilkokuldayken bunu kitapta şöyle anlatıyorlardı: “Bir adam gece meyhaneden dönüyor, yanında da emanet fevkalade kıymetli bir elmas var. O sırada yolda bir adam tabancasını çekiyor, ceplerini boşalt” diyor. Şimdi o da zamanın çok muteber ve zalim devlet adamlarından birinin kızının mücevheri. Adam tabancasını çekmiş. İri yarı bir adam. Mücadele edemeyecek. Ne yapıyor biliyor musun, boşver ya cepleri diyor, cebimde üç beş kuruş para var. Gel seninle gidelim kafaları çekelim diyor. Adam şaşırıyor, “Oluur” diyor. Birlikte meyhaneye gidiyorlar. İçkilerini, mezelerini söylüyorlar. O sırada adam diyor ki bana iki dakika müsaade et, çok sıkıştım, tuvalete gideceğim. Eşkiya ne desin, “Peki” diyor. Adam gidiyor, eşkiyayı ihbar ediyor, yakalattırıyor.

İlmi siyasiye yani siyasi ilim herkese lazım. Kadın, erkek.

Benim annem Rodosluydu. Şöyle anlatırdı. Vaktiyle Rodos’ta çok zengin bir Arap tüccar varmış, aslen Mısır’lıymış. Nasıl olduysa Rodos’un en zengin adamı oluyor. Zaten zenginlerin pek mazisi kurcalanmaz. Nerden böyle zengin oldun demeyeceksin. Cevap veremezler. Hiçbiri veremez. Bu Mısır’lı tüccar beş kere evleniyor. Beşinde de on beş yirmi gün sonra hanımları evlerine geri yolluyor. Beşinci evlilikten sonra Rodos’lu aileler karar veriyor, bir daha kız isterse vermeyeceğiz diyorlar. Ne oluyor böyle, evleniyor, on beş yirmi gün sonra kızlar geri geliyor. Beşinci hanımından sonra yine evlenmek istiyor. Kimse kızını vermiyor. O sırada bir evde besleme bir kız varmış. Bu kız Mısır’lı tüccarın evlenmek istediğini işitiyor. Hanımına gidiyor, “Beni bu tücccarla evlendirin” diyor. “Kızım deli misin sen” diyor hanımı, “on beş gün sonra geri geleceksin.” Kız diyor ki “Beni boşayacak erkeği daha analar doğurmadı”. Bir büyük laf ediyor, ama sonra evleniyorlar.

Meğerse olay şuymuş. Bu Mısır’lı tüccara dedesinden altı tane çok kıymetli fincan miras kalmış. Dermiş ki hanımlarına “Aman çok dikkatli yıka, çok sağlam tut, bir şey olmasın fincana, yoksa boşarım seni” dermiş. Günde her gün on, on beş kahve içermiş. Beş hanım da o fincan yüzünden gitmiş. Bir tek sağlam fincan kalmış. Bu besleme kıza da söylüyor, “Bak” diyor, “sen benimle evlenmek cesaretini gösterdin, ama durum böyle” diyor. “Merak etme ben dikkat ederim, bir şey olmaz” diyor kız. Ne hikmetse on beş gün sonra o da kırıyor fincanı. Diyorlar ki “Bohçanı hazırla, git. Nasıl olsa akşam kovulacaksın.” “Yoooğoo” diyor, “beni kovacak erkeği daha analar doğurmadı.” “Allah Allah” diyorlar, “bu kız neyine güveniyor böyle. Hiç kimseye bir şey söylemiyor. Sabahleyin erkenden kalkıyor, evini siliyor, süpürüyor. Adamın sevdiği yemeklerden, kebaplardan hazırlıyor, sevdiği salatalardan, bir de sevdiği içkilerden alıyor. Sofrayı güzelce hazırlıyor. Ondan sonra gidiyor, saçlarını yaptırıyor. Çok dekolte, abiye bir kıyafet alıyor, giyiniyor. Kapıyı öyle açıyor kocasına.

Mısır’lı tüccar “Hayrola” diyor, “düğüne mi gidiyoruz”. Kız, “Seninle bugün evliliğimizin on beşinci günü, onu kutlayacağız” diyor. Hoşuna gidiyor tüccarın, “oluur” diyor. Güzel güzel yiyorlar, içiyorlar. Adam kafayı da buluyor. Ondan sonra kadın adama yaklaşmaya başlıyor, işte malum taktiklerle adamı tahrik ediyor. Sonra bir ara gözlerinin kaymaya başladığını görünce diyor ki “Şekerim, haberin var mı, ben bugün senin fincanını kırdım” diyor. Adam iyice kafayı bulmuş, gözleri dönmüş filan. “Amaan boşver” diyor.

Kadın, “Ben şimdi bohçamı hazırladım, gidiyorum” diyor. Bırak şimdi gitmeyi diyor Mısırlı tüccar. O Mısırlı şivesiyle “Fini fini fincan, şarşıda şok” diyor.

Bu Rodosta yayılıyor ondan sonra.

Bütün mesele bu yavrum. Mühim olan zamanını seçebilmek, anını seçebilmek. Yani hayatın her anında ilmi siyasi vardır. İlmi siyasiye yavrum, bekarlıkta, evlilikte, talebelikte, ticarette hayatın her alanında gerekli.

Ben ilmi siyasiyeyi liseyi bitirdiğim sene öğrendim. Liseyi hem sınıf hem okul birincisi olarak bitirdim. O zaman ki yönetmeliğe göre okul birincisi olanlar elini kolu sallaya sallaya istediği fakülteye gidebiliyordu. Ben de hukuk fakültesine yazıldım. Daha iki ay var fakültenin açılmasına. Düşündüm ben bu iki ayda ne yapabilirim diye.

Benim hayatta hiçbir ihtirasım olmadı. Bir tek ihtirasım oldu. İnsanları daha çok tanımak. Çocukluktan itibaren üç dört yaşından beri tek ihtirasım bu oldu. O yaz bir tüccarın yanına gittim. Oraya tezgahtar olarak girdim. Ankara’da bilirsiniz eski adliyeye giderken yeni hal vardır. Orda gıda maddeleri satan bir tüccarın yanına girdim. Bana “Ne ücret istiyorsun” diye sordu, “Ben ücret istemem” dedim. “Yalnız benim dükkanda yapmak istediğim yeniliklere karşı gelmeyeceksiniz” dedim. Girmezden evvel dükkana kafamdan geçirdim, ideal bir tazgahtar nasıl olur, ne gibi yenilikler yapmak gerekir diye. Girdim dükkana, icraata başladım. Aşağıda bodrum kat var. Oraya indim, bir sürü şişe buldum. Gece yarısına kadar o şişeleri pırıl pırıl yıkadım, strerilize ettim. Yarısına su koydum, yarısına turşu suyu koydum. O dükkanın turşuları da o zaman Ankara’da meşhurdu. Buzdolabının altında boş yer vardı, oraya yerleştirdim.

Mesela bir müşteri geliyor, hanım kan ter içinde, “Bana şunu verir misin” diyor. “Hanımefendi” diyorum, “bir ricam var, çok bunalmışsınız, buyrun oturun size isterseniz turşu suyu getireyim, isterseniz soğuk su.” “Turşu suyunu tercih ederim” diyor, içişine bakıyorum, çok aşkla şevkle içmişse bir daha teklif ediyorum. Mesela bir kadın geliyor eli kolu paket dolu. Sıcaktan bunalmış. “Hanımefendi müsaade edin ben onları bir pakette toplayayım” diyorum. Bir ambalaj kağıdı alıyorum, patronun gözü bööyle açılıyor, ambalaj kağıdı gidiyor diye. Paketleri topluyor, güzel bir paket yapıyorum. Bu arada turşu suyu ikram ediyorum. Ondan sonra kadın “Şunu da ver, bunu da ver, şundan da ver, bundan da ver” diyor. Yeni bir paket yapacak hal kalmıyor, kamyonet tutuyorum. Kamyonetle götürüyoruz aldıklarını. Halbuki alacağı bir kalıp beyaz peynirdi. Tam iki ay içinde böyle böyle ciro yüzde yüz arttı. İki de evlenme teklifi aldım. O zamanın Ankara’sının iki meşhur tüccarı dediler ki “Sana kızımızı vereleim, damadımız ol, malımızı, mülkümüzü sana emanet edelim”. “Efendim, dedim ilginize çok teşekkür ederim. Ama ben okuyacağım. Şimdi evlenmek istemiyorum.” Sonra fakülte açılmıştı, dükkan sahibiyle helalleştim, ayrıldım..

İşte böyle...

Selam, saygı ve sevgi ile.

Sabri Tandoğan
Aziz Ruhlarına Fatihalarla.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]