HER FİİLİN FAİLİ ALLAH'TIR
Bakıyorsunuz, sıkılmış yumruklarla, kenetlenmiş dişlerle, çatılmış kaşlarla caddeleri, meydanları dolduran yüz binler. Peki, bütün bunlar niçin? Benim naçiz görüşüme göre sebep tek: Tevhidi yaşayamamak. Allah ve insan ikilemi, ayrımı devam ettiği sürece bu değişmeyecek.
Biz diyoruz ki her fiilin faili Allah’tır, her sıfatta mevsuf olan Allah’tır, her vücutta mevcut olan Allah’tır diyoruz, sonra da bir nimete konduğumuz zaman bunu kendimizden biliyoruz. “Tabi diyoruz, ben şöyle zekiyim, böyle akıllıyım, böyle diplomatım. Bütün bunlar olacak”. Biraz gerçeğin öbür yüzüyle karşılaştığımız zaman o günkü işler, durumlar istediğimiz gibi olmayınca tavrımız değişiveriyor. Derhal yumruklarımız sıkılıyor, dişlerimiz gıcırdıyor. Bütün bu olumsuzlukları Ayşe’lerin, Ahmet’lerin sırtına yüklüyoruz. “O şu sözü söyledi, şu hareketi yaptı, öbürü beni kırdı, incitti” diyoruz. Faturalar hep Ayşe’lerin, Ahmet’lerin üzerine yazılıyor. Mutsuzluklarımızın, ıstıraplarımızın kaynağı olarak hep o Ayşe’leri, Ahmet’leri görüyoruz. Arkasından dargınlıklar, kırgınlıklar, küskünlükler, onun da arkasından öç ve intikam duyguları, saygısızlıklar, kabalıklar, telefonla hakaretler geliyor.
İşte en büyük yanılgımız burada. Bu çelişkiyi yaşadığımız sürece de son nefesimize kadar mutsuz, huzursuz olmaya mecburuz. Bu çelişkiler devam ettiği sürece de tuttuğumuz takım şampiyon olsa da yine yüzümüz gülmeyecek. Hepimizin yaptığı hata bu noktada odaklanıyor.
Biz tevhide ulaşamadığımız sürece daha çok kırılacağız, ağlayacağız, uykusuz geceler geçireceğiz. Nakışta nakkaşı görünceye kadar, eserde müessiri görünceye kadar durum değişmeyecek. Ama o göz, o bakış, o görüş milyonda, milyarda kaç kişiye nasip olacak? Biz Allah’a karşı teslim olduğumuzu söyleyeceğiz, insanlar karşısında tavır alacağız. Kimilerinin söylediği bu. Pekiyi sizin alacağınız tavrın haklı bir tavır mı, yoksa nefsani bir tavır mı olacağını nereden bileceğiz. Ya siz tavır alırken tamamen egonuzun, benliğinizin, nefsaniyetinizin itişiyle hareket ediyorsanız? Yüzde yüz hayır diyebilir misiniz?
Peygamber Efendimiz Mekke’den Medine’ye göçerken atılan ok yanındaki hamile olan kızını öldürdü. Peygamber Efendimiz o oku atanı bile affetti. Müslümanlar Mekke’ye girdiler. Peygamberimiz amcası Hazret-i Hamza’yı öldüren Ebu Süfyan’ın karısı Hind’in kölesi Vahşi’yi bile affetti. Şimdi bizim, sizin, hepimizin, bütün insanların bu örnekler üzerinde durup düşünmemiz gerekirken bu küskünlükler, bu kırgınlıklar, bu dargınlıklar ne oluyor? Bütün bunlar tek şeyden kaynaklanıyor, bütün iddialarımıza, afra tafralarımıza rağmen nefsimizin köleliğinden kurtulamıyoruz. Kurtulamadığımız için de mutlu değiliz, huzurlu değiliz. Ancak huzurda olanlar, onun huzuruna çıkanlar huzurlu olurlar.
Hayat yolunda yürürken çok dikkatli olmalı. Kimseyi kırmadan, incitmeden yaşamanın yollarını aramalı, kimseye karşı kin tutmamalı. Kimseden nefret etmemeli. Ne zaman Hakk’a göçeceğimiz belli değil. Kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın. Bu nedenle son nefesimizi verirken nedâmet içinde olmayalım. Allah’a kavuşmanın sevinci ve heyecanı içinde olmaya çalışalım. İnsanlardan ne kadar zulüm, kötülük, ihanet görsek de kimseye karşı içimizde en ufak bir kin, nefret, düşmanlık, intikam duygusu olmasın.
Selam, saygı ve sevgi ile.
Sabri Tandoğan
Onun ve Hakk'a Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.