Bu olayı elli yıldır düşünüyorum, beni ürpertiyor, bazen ağlatıyor. Aman Yarabbi diyorum. Mânevi güzelliklerden ne kadar uzaklaşıyoruz. Birtakım ne idüğü belirsiz eğitimci geçinen hainlerin palavraları ile kendi gül gibi çocuklarımızın kanına giriyoruz. Çocuklarımız ayağı yanmış it yavrusu gibi, oradan oraya delicesine koşuşturuyorlar. Rahmetli annem çocukluğumda işlediği birtakım nakışları, el işlerini gösterirken, bunu derdi, dört yaşımda işlerdim, bu dört buçuk yaşımda, bunu beş yaşımda. Kendi çocukluğumu düşünüyorum, üç buçuk yaşımda iken okuma yazma öğrendim. Dört yaşımda idim, bir gün rahmetli babamın bir arkadaşı, misafir geldi. Misafire hoşgeldiniz efendim dedim. Elini öptüm. Misafir memnun oldu, bana beş kuruş verdi. Beş kuruş o zaman iyi para idi. O para ile kitapçıya gittim, Yunus Emre Divanı’nı satın aldım, okumaya başladım. Bendeki Yunus sevgisi dört yaşında başlar. İlk okula başladığım zaman, hepsi de okunmuş, yüzlerce kitaplık bir kütüphanem vardı. Bugüne kadar bir zararını görmedim.
Oturduğum evin üst katındaki ailenin altı yaşında bir kız çocuğu var. Her gün çılgınlar gibi, sabahtan akşama kadar, kendini oradan oraya atarak hayatı bana zehir ediyor. Bazen ne okuduğumu anlıyorum, ne yazdığımı. Eminim ki, o çocuğun eline, ne bir iğne verildi, dikiş nakış gösterildi, ne bir harf öğretildi, ne bir boyama kitabı verildi. O çocuk bir tek dua ezberlemeden, bir tek evliyâ menkıbesi dinlemeden büyüyor. Bir gün cemiyetin başına belâ olan çağdaş firavunlar, çağdaş nemrutlar da böyle yetişmediler mi? Ne güzel atasözlerimiz var, ağaç yaş iken eğilir, diye. Ne verirsen elinle, o gider seninle, diye. Böyle evlât yetiştiren ana babalar şunu iyi bilsinler ki, onlar yarın kabirlerinde de rahat yatamayacaklar."
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhları Şad Olsun.