Konu : Kadınlık sanatı ve hayata dair...
Gönderen :
Sabri Babayla Sohbet
Tarih :
5/28/2020 11:09:33 AM
.
SABRİ BABA İLE HAYAT, KADINLIK SANATI VE AİLE ÜZERİNE BİR SOHBETİMİZ
Muhterem Büyüğümüz anlatıyor, dinliyoruz:
-Kadınlık bir sanattır. Bir kadın yerine göre kocası için hem iyi bir eş, hem iyi bir dost, iyi bir arkadaş, hem iyi bir sevgili, hem de iyi bir anne gibi olabilmeli. Ona her zaman yenilikler ve sürprizler sunabilmeli. Kadın deyince bir bütün olarak anlamak lâzım, ona sadece eş veya anne olarak bakmamak gerek... Kadınlık gerçekten çok zor bir sanat. Kadın bütün düşüncelerini, bütün zaaflarını, bütün hislerini ortaya koymamalı, bütün varlığı ile ortada olmamalı, onda hep gizli bir taraf kalmalı. Kadın ruhu erkek için bir yerden sonra meçhul olmalı. Bu olmazsa erkek bunu başka kadınlarda aramaya kalkabiliyor.
Çocukken bir komşumuz vardı. Annem bir gün onlara ziyarete giderken “Sen de benimle gel istersen.” dedi, gitmek istemedim. Ama annem ısrar etti, “Haydi yavrum, çok ilginç bir aile, sen de orada insanlar üzerinde gözlemler yaparsın.” deyince iş değişti, gittik...
− Kaç yaşlarındasınız o zaman?
− On, on iki filân.
Buyur ettiler. Evin sahibi olan adamın önceleri iki hanımı varmış, bizim eve de arada süt getirirdi. Bu adamın köyünde, köy ağasının hanımı, ağanın ölümünden sonra bir gün ona “Ahmet Efendi,” diyor, “ben, seni çok beğeniyorum. Çok da varlıklıyım, ağadan miras kalan mallarım var. Beni de üçüncü eş olarak alır mısın?” Adam önce kadının çok zengin olduğunu, bunun aralarında sorun olabileceğini söyleyerek itiraz filân etse de, kadın hem bu konuda, hem de diğer hanımlarla arasında bir sorun çıkmayacağına ikna ederek adamı razı etmeyi başarıyor. Hep birlikte yeni evlerine yerleşiyorlar. Adam bu son eşine “Sultan Hanım” diye hitap etmeye başlıyor. Onunla evlendikten sonra çok büyük bir mağaza açıyor. Ağzından düşürmediği piposu ile kendine çok güvenen yeni bir havaya bürünüyor. Kadın da kısa zamanda evde bir hâkimiyet kuruyor. Diğer iki hanımı da ustalıkla idare ediyor, evin bütün parasal işlerini ayarlıyor. O gün annem büyük bir merakla bu “Sultan Hanım”a “Evde nasıl oldu da böyle bir otorite kurdunuz?” diye sordu. Hiç unutmam kadın koltuğunda vâkur bir edâ ile otururken şöyle cevap verdi: “Siz şeher gadınları bu sırrı bilmezsiniz. Bir gadın vücudunun bir tarafını gösterse, öbür tarafını kocasından gizleyecek.” Bu tabi bir simgeydi, üzerinde uzun uzun düşündüm. Sultan Hanım bu sırrı kendince çözmüştü. Onun anlatmak istediği, kadının bir noktadan sonra gizli kalması gerektiğiydi. Şimdi bunu duyunca, bu mümkün mü diyenler olabilir... Müm-kün tabi.
− Efendim, birkaç gün önce bir gazetede yazıyordu. Yurt dışında bir üniversitede bilimsel bir araştırma yapılmış evli çiftler üzerinde. Çok mutlu devam eden evliliklerde bazı ortak noktalar tespit etmişler. Buna göre kadın erkekten beş yaş kadar küçük, -ki siz kendi farklı evliliğiniz nedeniyle belki bu maddeye katılmayabilirsiniz- benzer kültürel değerlere sahip ve erkekten de en az %27 daha zeki olmalı sonucu çıkmış. Siz böyle bir sonuca katılır mısınız, yani mutlu giden bir evlilik için kadının erkekten daha zeki olması gerekir mi gerçekten?
− Gayet tabi. Hatta bana göre kadın, erkekten en az yüzde elli daha zeki olmalı. Çünkü ancak bu şekilde bir evi, kocasını, çocuklarını, eşinin yakınlarını ve bulundukları diğer ortamları idare edebilir, eve sürekli canlı, sıcak, güzel bir hava sağlayabilir.
− Ama bugünkü toplumda genel olarak erkeğin her hususta kadından üstün olması gerektiği önyargısı yok mu? Hatta, bunu bir kompleks haline getirenler de var.
− E, bu da nefsaniyetten oluyor. Kendini çok beğenmekten, karşı tarafa hükmetme isteğinden kaynaklanıyor. Ama şu da çok önemli tabi; kadın hem zeki olacak ama aynı zamanda da bunu ortaya çıkarmayacak, karşı tarafın fikirlerini önemseyecek, onun isteklerini ön plâna almasını, ona değer vermesini de bilecek.
− Efendim, hanımlar belki sizin bu sözlerinizi duyunca “E, ama hep kadınlar mı bu kadar ince düşünecek, hep onlar mı böyle gayret gösterecek?” diyebilirler.
− Doğru... Diyebilirler ama bunu ben söylemiyorum, yaratılışın kanunu böyle. Erkeğin tabi çok önemli görevleri var, ancak yuvayı yapan her zaman dişi kuştur, ister kabul edilsin, ister edilmesin.
− Peki her kadın, bunu götürebilecek vasıfta mıdır?
− Evet, ama sadece bu yetmiyor. Bir kadının kadınlık sanatını en güzel bir şekilde uygulayabilmesi de bir eğitimi gerektirir. Ben, meselâ kadınlık sanatının birçok inceliğini annemde görerek farkettim. İş taa anneden başlıyor... Meselâ babam klâsik bir Anadolu erkeğiydi, ama annem ne yapar eder onu mutfağa sokar, iş yaptırırdı. Teyzem ise daha bir kere eniştemin -ki eniştem o zamanın hem Yargıtay, hem de Yüce Divan başkanı idi- bir tek işin ucundan tutmasını sağlayamamıştı. Ama annem, teyzemler bize gelince “Haydi bakalım enişte, hâkimlik yapmak kolay, asıl hüner bu pirinçleri ayıklamakta.” der ve bunu öyle güzel bir üslûpla söylerdi ki, eniştem büyük tepsiyi eline alır, ayıklarken hem güler, hem de “Yahu bu kız cumhurbaşkanı gelse, bu pirinci ona da ayıklatır.” derdi. Durum böyle yavrum.
− Efendim, peki, kendisiyle evlenmek için dinini değiştirmeye sıcak bakan bir kimseyle müslüman birinin evliliği konusunda ne düşünürsünüz?
− Yavrum, din onlarda sadece bir ritüel, bütün nüanslarıyla yaşanılan bir olay değil. Bu durumda sadece değiştirmiş olmak için dinini değiştirmiş olur, yoksa İslâm’ı en güzel bir şekilde yaşantısına geçirmek, uygulamak için değil. Sâde dilde kalan bir iman da ne ifade eder? Evlenecek olurlarsa aralarında bu defa da olaylara çok farklı bakış açıları, çok farklı kültürel değerler ortaya çıkar. Hele bir de çocuk işin içine girerse, iş iyice karışır. O zaman çocuk hangi tarafın değer yargılarına göre yetiştirilecek?
− Efendim, yıllar önce Peyami Safa’nın gazetelerde yayınlanan yazılarının derlendiği bir kitabında okumuştum. “Bir adam,” diyor, “bir kadınla evlenebilmek için dinini değiştirmeyi kabul ederse, ileride de onun şahsiyetine güven olmaz.”
− Doğru söylemiş!
(Sohbet masasındaki karanfilden ilham ile):
− Efendim, gül, karanfil… siz hangisini tercih ediyorsunuz?
− Yavrum, karanfil hiç gül gibi olabilir mi? Niye Peygamber Efendimizin teri gül gibi kokuyordu? Neden bizim için gül hep O’nu simgeliyor? Ben hatta papatyayı bile karanfile tercih ederim.
− Rânâ Hanım’ın kitabında da geçiyordu. Sanırım saflığı ve temizliği simgelediği için?
− Evet. O beyaz içinde sarının güzelliği, muhteşem bir şey…
− Efendim, üstten bakıldığında gül goncasının o bir noktadan başlayıp kıvrılarak dönen orta kısmında da Peygamber Efendimizin Arapça olarak “Mim” harfiyle başlayan ismi okunur, değil mi? İstanbul surlarına da yukarıdan bakıldığında yine bu isim gözükecek şekilde plânları çizilmiş. Allah plânı çizenlerden, uygulayanlardan razı olsun.
− Evet, hepsi de çok anlamlı.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhları Şad Olsun.
|