Konu : Görmesini bilenler için hayat daha bir anlamlı daha bir güzel olur.
Gönderen :
Sabri Babadan Mektup
Tarih :
7/3/2020 7:01:28 AM
.
SABRİ BABADAN MEKTUP
GÖRMESİNİ BİLENLER İÇİN HAYAT DAHA BİR ANLAMLI DAHA BİR GÜZEL OLUR
Kıymetli yavrum,
Hayatta her şey bizim bakışımıza göre ya bir anlam kazanıyor ya da o anlamı kaybediyor.
İki mahkûm, bir hapishanenin penceresinden bakıyorlarmış. Bütün gün yağmur yağmış, birinci mahkûm pencereyi açmış, yere bakıp tükürmüş ve “Aman Yarabbi,” demiş “ne berbat, ne feci bir gece, yerler vıcık vıcık çamur.” İkinci mahkûm, başını gökyüzüne çevirmiş, “Allah’ım ne muhteşem bir gece, gökte yıldızlar pırıl pırıl.” demiş. İşte iki mahkûmun aynı pencereden hayata bakışları... Hayatta da hep böyle oluyor. Aslında, güzellik kâinatın her zerresinde mevcut. Kur’an-ı Kerim’de bir Ayet var. Her okuyuşta ürperiyorum, “Ne yana bakarsan bak, Allah’ın vechi oradadır.” Buyruluyor.
Bir hastanede yatalak hastaların bulunduğu bir odaya, cam kenarındaki yatağa yeni bir hasta gelir. Bu hasta camdan dışarı bakarak, her gün bir öykü anlatır, oradaki diğer hastaları eğlendirir. Öyle güzel şeyler anlatır ki, bazen onları güldürür, bazen duygulandırır, bazen hayranlık ve hayret duyguları uyandırır. Meselâ, “Şimdi bir anne ve kucağında bir çocuğu geçiyor, çocuk annesinin omuzuna başını dayamış uyuyor. Annesi onu büyük bir şefkatle kucaklamış.” veya “Çocuklar okuldan çıkmışlar, şakalaşıyorlar. Şimdi simitçi geçiyor. Çocuklar simit alıyorlar.”, “Bu sabah köşedeki ağaç bahar çiçekleriyle donanmış. Gelen geçen mis gibi çiçek kokularını soluyor.”
Birkaç gün sonra ise, “Hafif esen rüzgâr, ağaçtaki beyaz pembe bahar çiçeklerini savuruyor. Çiçekler yerlere yayıldı. Ağaç yaprakları filiz veriyor.” gibi çok güzel şeyler anlatıyor. Bunları dinledikçe kapı tarafında, cama uzak düşen bir yatakta yatan hasta, için için, “Keşke ben cam kenarında olsam, oradan bu güzellikleri ben de görsem.” diye hayıflanır, o hastanın yerine geçmek istermiş.
Cam kenarında yatan hasta bir hafta sonu bir gece rahatsızlanır, ilacını almak ister. Eli uzanamaz. Kapının yanında yatan hasta onu görür ama ilgilenmez. Seslense hemşire gelecek, müdahale edip ilacını verecek ama o içinden o hastanın ölmesini istemektedir. Çünkü onun yerine cam kenarına kendisi geçecektir. Sabahleyin vizite çıkan doktor ve hemşireler cam kenarında yatan hastayı ölü bulurlar. Derhal oradan çıkartılır, morga götürülür. Bu arada kapı eşiğindeki hasta, hemşireye, “Beni cam kenarına alır mısınız?” diye seslenir. Hemşire, “Hay hay.” der. Yatak değiştirilir.
Hasta yerleşir yerleşmez büyük bir keyifle yatağından doğrulur, cama doğru bakar. Bir de ne görsün. Camın arkasında uzun ve kapkara bir duvardan başka bir şey yok. Ne gelen var, ne geçen. Üstelik camdan soğuk rüzgâr esiyor, üşüdüğünü hisseder. Artık hasta odası, soğuk ve sessizdir. Diğer hastaların bakışları o güzel hikâyeleri anlatan hastanın yerini alan, cam kenarındaki yeni hastaya döner. O ise anlatacak hiçbir şey bulamaz. “Burada sadece kapkara bir duvar var.” der. Bu öykü beni yıllarca düşündürmüştür.
Görmesini bilenler, asla aldanmazlar. İnsan görme eğitimini son nefesine kadar devam ettirmelidir. Hayat yolu o kadar çetin, karışık, engellerle dolu ki… Görmesini öğrenirsek hayat yolunda dürüst, temiz, efendice yürümesini öğreniriz. Birçok tuzaklara düşmekten kurtuluruz.
Hayatta birçok insan iç dünyasını saklar. Anlattıkları, her zaman söylemek istedikleri değildir. Önemli olan, muhatabımızın sade söylediklerini değil, söylemediklerini, söyleyemediklerini de anlayabilmek, hissedebilmektir. Bu durum yerine göre insana çok şey öğretir, çok şey kazandırır. Unutmayalım önümüz tuzaklarla dolu.
Özellikle günlük hayatta seçeceğimiz dostları pozitif insanlardan seçelim, onlarla görüşelim, varsa bir derdimiz, sıkıntımız onlara açalım. Negatif insan sıkıntımızı daha çok artırır. Bazı hassas insanlar, negatif insanlarla görüştükçe tansiyonları yükselir, doktora da gitseler, ilaç da alsalar, tansiyonlarını düşüremezler. Onlar bir bilse ki asıl ilaçları, pozitif insanlardır, onlarla sohbettir.
Yunus Emre, “Gören göz değil gönüldür.” diyor. Herkes bakıyor ama herkes göremiyor. Japonlar, bir resim sergisine giderken, önce banyo yapıyorlar. Temiz çamaşırlar giyiniyorlar, evden çıktıkları andan itibaren kimseyle konuşmuyorlar, kendilerini sergideki güzellikleri görmeye hazırlıyorlar. Serginin kapısından dua ederek içeri giriyorlar ve her tablonun önünde sanki bir hükümdarın önündeymiş gibi, saygı ile durup o tablodaki güzelliği algılamaya çalışıyorlar. Sergiyi gezerken kesinlikle konuşmuyorlar.
Doğruyu, güzeli görebilmenin bir şartı da bütün önyargılardan uzak, objektif olarak olaya bakabilmektir. Çünkü bir önyargı bizi birçok güzelliklerden uzaklaştırabilir. O zaman bakarız ama göremeyiz.
Her ne kadar Yunus Emre, “Gören göz değil, gönüldür.” diyorsa da, önce gönlün arı, duru, tertemiz bir hale gelebilmesi gerekir. Peki bunun için ne yapmamız lâzım? Yapılacak şey ortada: Tertemiz bir hayat yaşamak, yalandan uzak, dedikodudan uzak, cimrilikten uzak, Allah’ın ve Peygamberin yolunda giderek yaşamak… Bunları yapmadıkça sadece kendimizi kandırmış oluruz. Hazreti Peygamberin öyle Hadisleri var ki ancak onları uygulayarak, günlük hayatımızda yaşayarak gönül sahibi olabiliriz.
Günlük hayatta çok sık işittiğimiz bir söz vardır, ”Benim kalbim temiz.” derler. Sanki mübarekler kalplerini deterjanla temizlemişler. Kendilerini ne güzel aldatıyorlar. Yıllarca, binlerce insana sordum, Peygamberimizin ‘Ya hayır söyle, yahut sus.’ Hadis-i Şerifini bütün nüanslarıyla uygulayabildiniz mi?” diye… Bugüne kadar hiç kimseden “Evet” cevabını almadım. Allah, cümlemize bu Hadis-i Şerifi uygulamayı nasip etsin.
Görmek, bütün varlığımızla baktığımız her ne ise onun derinliklerine inebilmek, onu olanca varlığımızla sevmek demektir. Görmek heyecan demektir. Görmek aşktır. Acaba insanlar görmesini bilselerdi, bu ülkede bu kadar çok boşanma olur muydu?
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhlarına Fatihalarla.
Selamlar, esenlik, huzur ve hayırlı işlerle geçecek cumalar.
|