Konu : Hayatın kanunu.
Gönderen :
Ömer Erkul
Tarih :
7/18/2020 10:31:11 PM
.
Çok değerli büyüğüm,
Okuduğum bir kitapta kötülük olmadan iyliğin olamayacağı,insanların ancak acı çekerek olgunlaştıkları,eğer kötüler olmasaydı bu tekamülün gerçekleşemiyeceği,bu yüzden Allah'ın şeytana ve kötülüklere müdahale etmediği yazıyordu.Bu görüş doğru mu? Bu konuda beni aydınlatabilirseniz çok sevinirim.
En derin sevgi ve saygılarımla
Ömer Erkul
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Sayın Ömer Erkul,
Kıymetli yavrum, mailinde son derece önemli bir konuya değinmişsin. İnşallah bu cevapla aydınlanmış olursun.
Tasavvufta bir kural vardır: “Her Musa’nın bir firavunu olur” derler. Hayatta her şey zıddıyla bilinir. Bir pilin görevini yapabilmesi için bir ucunun artı, bir ucunun eksi olması lazım. İkisi de artı veya ikisi de eksi olursa radyomuz çalışmaz. Ben aslında ortada bir zıddiyet de görmüyorum. Bunlar, birbirini tamamlayan unsurlar. Görgülü ev hanımları misafir geleceği zaman bir tatlı bir de tuzlu hazırlarlar. Çünkü insan tatlıyı yediği zaman tuzluyu özlüyor, tuzlu yediği zaman tatlıyı özlediği gibi. Gece ve gündüz biraraya gelir “gün” dediğimiz zaman birimi ortaya çıkar. Yumurtanın akı ve sarısı biraraya gelir “yumurta” dediğimiz olay ortaya çıkar. Kadın ve erkek bazılarının sandığı gibi (ne kadar vahim hata) birbirine zıt, birbirine karşıt değildir. Allah’ın verdiği özelliklerle kadın ve erkek biraraya gelir birbirini tamamlar, bir bütün, bir nefis kompozisyon ortaya çıkar. Özdemir Asaf bir şiirinde
“Dünyanın nüfusu ikiye bölünüyor
Yarısı sen oluyorsun, yarısı ben
Sonra ikimiz bir bütün oluyoruz
Kimseye sezdirmeden”
diyor. Yaz ve kış bana göre birbirine zıt değil, birbirini tamamlayan iki mevsimdir.
Hayatta öyle kadınlar gördüm ki erkeklere düşman gözüyle bakıyorlardı. Bazı erkekler de aynı şekilde kadınlara hasım gibi, düşman gibi bakıyorlardı. Ne kadar vahim hata. Kadın ve erkek biraraya geldiği zaman birbirini tamamlayan, bütünleyen iki unsurdur. Ancak onlar biraraya geldikleri zaman (fıtratlarına uygun bir şekilde) huzur, mutluluk, sükun ve yaşama sevinci başlar. Onları birbirine hasım gibi göstermek, onları eski tabiriyle kaşık düşmanı olarak görmek hayatı hiçmi hiç anlamamak demektir. Kadın ve erkeğin yan yana gelişi hayatın en harikulade olayıdır, bir estetik vakıası, bir aşk rüyasıdır. Onları hasım gibi görmekte devam edenler ne yazık ki dünyaya eşek olarak gelip, eşek olarak gideceklerdir. Birgün, Nasreddin Hoca camide vaaz ediyormuş. Adamın biri yaklaşır “Hoca efendi, der, ben eşeğimi kaybettim, bulmakta yardım eder misin?” Hoca der ki, evladım, hele sen yerine otur, bir çaresine bakarız”. Bir süre sonra Hoca, “Ey cemaat der, içinizde hiç aşık olmayan var mı?”. Arkada sütunun önünde oturan bir adam elini kaldırır, “Hoca, der, ben hiç aşık olmadım”. Nasreddin Hoca eşeğini kaybeden adama döner, “müjdeler olsun der, eşeğin bulundu, arkada sütunun önünde seni bekliyor”. Karşıt olan unsurları, veya gözüken, öyle gördüğümüz durumlara aslında bilimsel bir gözle bakıp incelediğimiz zaman onların birbirini tamaladıklarını, bütünlediklerini görürüz.
Hayatta insanoğlu yaşarken acı, tatlı birçok olaylarla karşılaşıyor. İstemediği bir olay veya bir insanla karşılaşınca hemen isyana kapılıyor, feryad ediyor, itiraza başlıyor. “Benim başıma bu da mı gelecekti” diyor, “ben buna layık mıydım” diyor. İşte hepimiz bu noktada hata ediyoruz, yanlış yollara sapıyoruz. İnsanoğlu hayatta karşılaştığı durumlara bir imtihan, bir egzersiz olarak bakamadığı sürece, sükunetle düşünüp, o meselenin nasıl çözüleceğini düşünmediği sürece hatadan, hataya koşuyor. Bugüne kadar insanlık kültür tarihinde acı çekmeden, ıstırap duymadan, uykusuz geceler geçirmeden, gözyaşı dökmeden hiçkimse gelişememiş, tekamül edememiştir. Muhakkak ama muhakkak gelişebilmemiz için, tekamül edebilmemiz için ıstırap şarttır. Siz, en güzel malzemeden nefis bir börek hazırlayın. O börek fırının alevleri içinde çıtır çıtır pişmedikçe neye yarar? Kendimizi aldatmış olmaz mıyız? Aldanışların en kötüsü insanın kendi kendini aldatması değil midir? Hangi futbolcu hafta içinde antremanlara çıkmadan hafta sonunda güzel bir maç çıkarabilir, güzel goller atabilir? Ağzımıza koyduğumuz ekmek lokması bile çiğnenmeden yutulmuyor. Necip Fazıl bir şiirinde
“Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan
Ve ayrılık, anneden, kardeşten, arkadaştan”
der. Ahmet Hamdi Tanpınar Bursa’da Zaman isimli şiirinde
“Muradiye, sabrın acı meyvası”
der. İdil Biret, güzel piyano çalabilmek için, virtiöz olabilmek için elli sene her gün, (bir tek gün tatil yapmadan), en az sekiz saat çalışmış. Hayatın içinde armut piş, ağzıma düş diye birşey yok. Bütün bunlar bize şunu gösteriyor: Yetişebilmek, olgunlaşabilmek için insanüstü bir çabayla mücadele gerekiyor. Bu her konuda böyle. Dinde de, tasavvufta da, bilimde de, güzel sanatlarda da gecemizi gündüzümüze katmadan bir adım atamıyoruz. Hayatın realitesi bu.
Kıymetli yavrum, yeni maillerini bekliyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhlarına Fatihalarla
|