Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Televizyonda saatlerce konuştuğu halde hiçbir şey anlatmayan garip insanlar
Gönderen : Sabri Babadan Mektup
Tarih : 9/4/2020 11:02:30 AM


.
TELEVİZYONLARDA SAATLERCE KONUŞTUĞU HALDE HİÇBİR ŞEY ANLATMAYAN SADECE KAPRİSLERİNİ TATMİN EDEN GARİP İNSANLAR

Kıymetli yavrum,

Birtakım ezber sloganlarla insan hakkında, toplum içindeki insanın konumu hakkında ahkâm kesmek kolaydır. Genellikle insanların yaptığı da budur. Şu şöyledir, bu böyledir demekle acaba neyi halletmiş oluruz?
Bir gün Nasreddin Hoca uyanır. Hanımı der ki: “Hoca, gece yağmur yağdı, çatı aktı. Bir zahmet çatıya çık da tamir et.” Hoca, “Peki, hanım.” der, çatıya çıkar, tamire başlar. O sırada kapı çalınır. Nasreddin Hoca çatıdan bakar, kapıda bir adam duruyor. “Hayrola,” der, “ne istiyorsun?” Adam, “Hocam,” der, “ben fakirim. Çaresizim. Bana lütfen yardım et.” Hoca, “Biraz bekle,” der, “iniyorum.” Damdan üçüncü kata, oradan ikinci kata, oradan birinci kata iner, kapıyı açar. “Hoşgeldin kardeşim” der, adamı elinden tutar, ikinci kata, oradan üçüncü kata, oradan çatıya çıkarır, sonra “Allah versin.” der.

Şimdi olaya biraz tasavvuf açısından bakalım. Evet, asırlarca insanlar bu hikâyeyi birbirlerine anlatmışlar sonra gülmüşlerdir. Efendim, Nasreddin Hoca’nın çatıda olması onun mânevi bakımdan çok ileri düzeyde bir mürşit olduğunu gösterir. Kapıyı çalan, yardım isteyen aslında mânen ilerlemek isteyen bir öğrencinin simgesidir. Nasreddin Hoca, burada çok büyük bir edep, saygı ve incelik gösterir. Katları inip kapıya gitmesi ve açması onun talebenin düzeyine inmesi demektir. Bu, insan eğitiminin en önemli bir ilkesidir. Hoca, talebenin düzeyine inecek, ona o düzeyden seslenecektir. Aksi takdirde söyleyeceklerinin hiçbir faydası olmaz. Kerrat cetvelini bilmeyen bir insana yüksek matematikten bahsetmek biraz gülünç olmaz mı?

Nasreddin Hoca, talebesinin elinden tutuyor, sonra onu mânâ âleminin bütün katmanlarında hazmettirerek dolaştırıyor, sonra en yüce katmana çıkararak “Allah versin evlâdım.” diyor. Yani, sen artık yetiştin, olgunlaştın, kemâle erdin, mürşitlik yapabilecek düzeye geldin. Bundan sonra insanların arasına katılacak, onların ellerinden tutarak yol göstereceksin. Onlara huzurun, mutluluğun, güzelliğin, edebin, asaletin kapılarını açacaksın.

Bugün bazı kimseler görüyoruz. Her nasılsa televizyonda bazı programlara geçip kurulmuşlar. Sadece kendi kaprislerini tatmin edecek iri iri lakırdılar ediyorlar. Bilim adamı pozunda hepsi. Siz iş mi yaptığınızı sanıyorsunuz? Bırakın memleket sathını, kendi çevrenizde bu kelimelerin mânâsını bilen kaç kişi var? Anlattığınız konuyu siz de bilmiyorsunuz. Kendi anlamadığınız (hiç mi hiç yaşamadığınız) kavramları güya ilim maskesi altında bize yutturmaya çalışıyorsunuz. Nazım Hikmet bir şiirinde,

“Memlekete kıymayın efendiler”

der. Sizler gerçek bilim adamı iseniz, gerçek aydın iseniz, memleketinizi, onun çilekeş insanlarını küçümseyerek, onlara tepeden bakarak, alay edercesine lügat paralar mısınız?

Biliyorsunuz, batıda “vülgarize etmek” diye bir kavram var. Yani en ağır, en koyu bilimsel meseleleri halkın anlayabileceği şekilde sadeleştirmek. Yıllarca evvel böyle bir kitap okumuştum. Bir bilim adamı, kuantum fiziğini anlatıyordu. Vülgarize edilmişti. Bir bölümünü apartmanın kapıcısına okudum, anladı. Sizin entel-dantel konuşmanızı on beş bilim adamına sordum. Hiçbiri bir şey anlamadığını söyledi. Bizler, bir bilinmeyeni bir başka bilinmeyenle izah ettiğimiz zaman bir şey yaptığımızı sanıyoruz. Sonra da kasım kasım kasılıyoruz. Allah cümlemizi ıslah etsin.

Churchill’e sormuşlar: “Efendim, demişler, politikacı kime derler?” Churchill cevap vermiş: “İki saat konuştuğu halde, hiçbir şey anlatmayan insan.”

Efendim, bir gün Nasreddin Hoca kahveye gitmiş. Oturmuş, çayını söylemiş. O sırada yanına bir köylü yaklaşmış:

-Efendim, demiş, -kahvenin önünden geçmekte olan hindi sürüsünü göstererek- bunlar nedir, demiş.

Nasreddin Hoca köylünün hindiyi sormasındaki garabati görünce “Onlar, onlar” demiş.

Köylü, büyük bir sevinç içinde “çok teşekkür ederim hocam,” demiş. “Yalnız çenelerinin altından kırmızı bir şey sallanıyor. O nedir?”

Nasreddin Hoca cevap vermiş: “Onların o’su.”

Köylü bu cevaptan da çok memnun olmuş.

Bugün bazı konularda ekranlara çıkıp insanları aydınlattığını sanan bazı kimselerin halini ne güzel anlatıyor. Bir bilinmeyeni başka bir bilinmeyenle izah etmekle iş yaptıklarını sanıyorlar.

Hazret-i Ömer’e sormuşlar “Ya Ömer” demişler, “Acaba siz kimin imanına sahip olmak isterdiniz?” Hazret-i Ömer, cevap vermiş: “Hani çölde yaşayan bazı yalnız, kimsesiz, himayesiz, yaşlı kadınlar vardır. Gece yıldızlara bakarak ağlarlar, ellerini açarlar Allah’tan af ve mağfiret dilerler, tövbe ederler, niyazda bulunurlar. İşte böyle bir çöl kadının inancına sahip olmak isterdim”.

İnsan; kâinatın en büyük sırrı. Yalnız Yüce Peygamberimiz ve O’nun izinden giden veliler bu güzelliği görebildiler, tadabildiler, yaşayabildiler. Allah bu güzelliği cümlemize nasip etsin.

Selam, saygı ve sevgi ile.

Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhları Şad Olsun.
Selamlar, rahmet, bereket ve huzur içinde geçecek cumalar.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]