Konu : “Güzel sözler petekten damla damla sızan bala benzerler”
Gönderen :
Durdu Güneş
Tarih :
11/1/2020 5:19:25 PM
.
GÜZEL SÖZLER PETEKTEN DAMLA DAMLA SIZAN BALA BENZER
Mektup-Cevap
Efendim Merhaba,
Kaleme aldığım bir yazıyı siz ve gönül dostlarınızla paylaşmak istedim.
Saygılarımla.
Av. Durdu GÜNEŞ
UZAKLARDA ARADIĞIMIZ SIR
Zaman zaman arkadaşlar bir araya geliriz. Telaş içinde geçen hayatımızda adeta sıcak bir kahve molasıdır buluşmalarımız. İçten selamlaşmalar, yüzümüzdeki tebessümler, bakışlarımızdaki parıltılar hızla geçen günlerin arasında dostluk adına unutulmaz karelerdir.
Kısa hal hatırdan sonra, dünyadaki savaşlar, ülkedeki siyasal çalkantılar, ekonomik belirsizlikler, çevre felaketleri gibi konular konuşuldukça muhabbet ortamından tartışma ortamına geçeriz. İçimizdeki sevginin yerini küresel kaygılar alır. Ses tonumuz değişir. İçten içe geriliriz. Eskilerin bunalım, gerilim dedikleri şimdilerde stres dediğimiz bir ruh haliyle geleceğimizden endişe duymaya başlarız. Karamsarlık, kötümserlik, çözümsüzlük duyguları ufkumuzu daraltır. Çözemediğimiz bir ruh karmaşası içinde ayrılırız.
Neden bir araya geldiğimizde kendimizden ziyade makro düzeydeki konuları ve açmazları konuşmaya eğilimliyiz diye düşünürüm.
Bunun birinci sebebi psikolojiktir. İnsanın kendi sorumluluk alanlarıyla ilgili olarak sorunlarla yüzleşmesi için cesarete ve çözmesi içinde düşünmeye ihtiyacı vardır. Bu ise ruhsal bir direnç ile düşünsel ve bedensel çaba sarf etmeyi gerektirir.
Böyle bir durum karşısında insan daha kolay olanı tercih etmeye eğilimlidir. Sorumlu olmadığı bir alanda fikir beyan etmenin dayanılmaz cazibesi ile düzelmesi için düşünsel ve bedensel bir çabanın da zorunda olmaması hoş bir duygudur. Bu durum kendi sorumluluk alanınızdaki sorunlardan kaçmanızı ve çok daha önemliymiş gibi görünen alanlarda filozofik sözler söyleyerek tatmin olmanızı sağlar. La Rochefoucault “Bize ait olmayan vazifelere layık görünmek, gördüğümüz işlere layık olmaktan daha kolaydır.” der
Makro düzeydeki ilgi hastalığımızın ikinci sebebi televizyon başta olmak üzere medya araçlarını bilinçsiz şekilde kullanmamızdır. Zamanımızın büyük dilimi televizyon karşısında geçmektedir. Kendimize, dostlarımıza, akrabalarımıza, yakınlarımıza gereken zamanı ayırmıyoruz. Televizyonun dayattığı haberleri, hayat tarzını daha çok benimsiyoruz. Kendi duygularımızı tam bilemiyoruz ama sevdiğimiz dizideki başrol oyuncusunun duygularıyla daha fazla ilgileniyoruz. Komşumuzun halini bilmiyoruz ama sanatçılar arasındaki magazinsel haberlerini daha çok takip ediyoruz. Kendi hesaplarımızı dengeleyemiyoruz ama dünyanın ekonomik dalgalanmalarına daha fazla duyarlıyız. Arkadaşımıza tebessüm edemiyoruz ama dünyanın barış ve kardeşliğinden bahsediyoruz.
Bu durum, insanın kendine ve içinde yaşadığı topluma yabancılaşmasıdır. Farkında olmadan kendimizden ve yakınlarımızdan yavaş yavaş uzaklaşıyoruz. Onun için bir araya gelmelerimizde kendi insani hallerimizi, kendi yürek paydamızı değil çok uzağımızdaki açmazları ve hayatları konuşuyoruz. Bir ağaçtaki ipekböceği kozaları gibi görünüşte hep yan yanayız ama gerçekte herkes kozasında yalnız yaşıyor.
Sorulması gereken sorular şunlardır. İş çığırdan çıkmış mıdır? Dengeleri tekrar yerli yerine oturtamaz mıyız? Çözüme nerden başlamalıyız? Yeniden kendimize ve topluma dost olamaz mıyız?
Çözüm her zaman için vardır. Ve bu bizim kendi elimizdedir. Hani kişisel gelişim kitaplarında sık anlatılan bir bilgelik öyküsü vardır.
Gencin biri, bilge bir kişiyi test etmek ve şaşırtmak için, iki elinin arasına bir kelebek yerleştirerek, bilgeye sorar “Elimin içindeki kelebek canlı mı yoksa ölü müdür? “
Genç, bilgenin vereceği cevaba göre, eğer bilge kişi kelebek canlı derse bastırıp kelebeği öldürecek, şayet ölü derse kelebeğe dokunmadan avucunu açıp gösterecek
Bilge kişi, gencin gözlerinin içine uzun uzun baktıktan sonra cevap verir: 'kelebeğin canlı da olması, ölü de olması senin ellerinde evladım”
Dostluğun, Sevginin, erdemin, güvenin, bilginin egemen olduğu bir toplumu oluşturmak ta kendi ellerimizdedir. Sorunun çözümü kendimizden başlar.
Ülkelerin gelişmişlik düzeyi bile insanların sorunlara ve çözümlere bakış açılarıyla doğrudan ilgilidir.
Bundan sonra sorulacak soru şudur. Kendimizden başlayan çözümün yöntemi nedir? Sorumluluk ve etki alanımızdaki önceliklerimizi nasıl belirlememiz gerekir?
İnsan davranışları önce beyinde başlar. Davranışlarımızla yakın çevremiz, ülkemiz ve insanlık ailesi ile ilgili sorumluluklarımız ve etkileşimlerimiz olur.
İnsandan başlayan ve evreni etkileyen davranışlarımız olduğu gibi evrenden başlayan ve bizi etkileyen olaylar vardır. Togore “ Bir yıldızı rahatsız etmeden bir çiçeği koparamazsınız.” der. Evrende her şeyin ahenkli bir bütünlük ve birbiriyle etkileşim içinde olduğunu anlatır.
Burada üzerinde duracağımız husus, sorumluluk ve etki alanımızdan başlayarak evrendeki en geniş halkalara kadar uzanan ilgi ve bilgi alanımıza doğru pozitif değişimi gerçekleştirmektir.
Nasıl ki en uzun yolculuğa bile ilk adımla başlarız. Bu değişim de beynimizde başlayan bir süreçtir. “Küçük işleri yapmak büyük işleri yapabilmeye giden yoldur.” Sözü hepimizin malumudur.
Hani bir fıkra vardır. Delikanlı sevgilisine kur yaparken “biliyor musun sevgilim, ne olmak istiyorum?” demiş. Sevgili sorunca “ahtapot” demiş “neden” deyince de “seni bütün kollarımla sarabilmek için” demiş. Sevgilisi “sevgilim bırak ahtapot olmayı sen önce iki kolunu kullanmaya bak” demiş.
İki kolu kullanamayıp ahtapot olmaya çalışmak ne derece doğrudur. Bizim insanımızda bu hastalık vardır. Evde çocuğuna hükmedemez. Ama dünyaya nizam vermeye kalkar. Ülkeyi yönetme konusunda ahkâm keser. Atalarımız bunlarla ilgi mizahi sözler söylemişlerdir. “Oturduğu ahır sekisi, çağırdığı İstanbul türküsü” “Çöplükte yatar, vezir azam rüyası görür” Kendi başını bağlayamaz, gelin başı bağlamaya gider.” diye
Diğer yandan makro düzeydeki bir yanlışı kendi yanlışına referans olarak gösterme alışkanlığı da toplumda yaygındır. Bir memura “şu kâğıdı israf etme” desen “elin adamı bankaları boşaltıyor, bu memleket bir kâğıtla mı düzelecek” der.
Öncelikle yapabileceğimiz doğru işleri, zamanında yapmamız gerekir. Doğrudan etkili olamadığımız ülke yönetimi, küresel sorunlar konusunda enerjimizi tüketirsek bu bizi yorgun, yılgın ve karamsar yapar. Diğer yandan sorunun çözümüne de hiç katkı sağlayamayız. John Wooden“Yapamayacağın şeylerin, yapabileceklerini engellemesine izin verme.” der.
Etki alanımızdaki görevleri yerine getirerek ilgi alanımızdaki sahayı da etkilemeye başlarız. Konfüçyüs’ün dediği gibi “Herkes evinin önünü temizlerse sokak temiz olur.” Sokaklar temiz olursa, şehir temiz olur. Şehirler olursa dünya temiz olur.
Herkes süpürsün benimki arada kaynar diye düşünürseniz bilin ki herkes öyle düşünecektir. Doğru olumlu bir iş yaparken sağınıza solunuza bakmadan bir yazarın dediği gibi “Ben yoksam kimse yok” diye hareket etmek gerekir.
Mutluluğumuzun sırrı da etki alanı içinde yapabileceğimiz şeyleri yapmaktan geçiyor. O zaman isteklerimizin ve iç dünyamızın dış dünyada yansıdığını görmemiz mümkün olur. Dünyadaki pozitif değişimin aktörü olma duygusu, dünyada var olduğumuzu ve önemli olduğumuzu hissetmemizi sağlar. Dış dünya ile iç dünyamız arasındaki uyumsuzluk ortadan kalkar.
Aksi takdirde; hem dünyanın temiz olmasını istemek hem de evinin önünü süpürmemek bir çeşit akıl maluliyetidir. Hem dünya barışını istemek hem de arkadaşına tebessüm edememek mantıktan uzak olmaktır. Hem görevini hakkıyla yapmamak hem de ülkede doğru dürüst bir düzen istemek haksız bir taleptir. Tolstoy’da "Herkes dünyayı değiştirmeyi düşünüyor ama kimse kendini değiştirmesi gerektiğini düşünmüyor." diyerek bu konudaki çelişkimize dikkat çeker.
Bir düşünürün sözleri sanırım yazımızın özetini sunuyor. “Genç iken dünyayı değiştirmeyi hayal ederdim. Olgunlaştığımda dünyanın değişmeyeceğini fark ettim, böylece ülkemi değiştirmeye karar verdim. Bir süre çabaladıktan sonra bunun da önceki gibi imkânsız olduğunu anladım. İleri yaşlarımdaysa ailemi değiştirmeye çalıştım ama eskiden nasılsalar öyle kalmayı sürdürdüler.
Şimdi, ölüm döşeğinde asıl görevimin kendimi değiştirmek olması gerektiğini keşfettim. Eğer bunu yapmış olsaydım, ailemi değiştirmeyi de başarabilirdim. Ve biraz şansın da yardımıyla bu değişim belki de ülkemi ve hatta kim bilir, tüm dünyayı etkileyebilirdi.”
Evet, uzaklarda aradığımız mutluluğun sırrı kendi içimizde saklanıyor. Kendimizden başlayan pozitif değişmeyle dünyanın güzel değişimine katkıda bulunabiliriz. Yoksa “Ne olacak bu memleketin hali! Ne olacak bu dünyanın hali! “ diye bizim ağladığımız, gelişmiş ülkelerin seyrederek, güldüğü bu tiyatroyu kendi kendimize oynar dururuz.
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
------------------------------------------------------------------
Sayın Durdu Güneş,
Mailinizi okuduktan sonra ne düşüdüm biliyor musunuz? Elimde imkan olsa bu mailinizin bir çıktısını alsam, çoğaltsam onu yedi milyar insana dağıtsam. Herkesin kendine göre alacağı dersler, çıkaracağı sonuçlar var. Eksik olmayın. Bize nefis bir ziyafet çektiniz. Sonsuz teşekkürler eder, sitemize zenginlik ve güzellik kazandıran yeni maillerinizi bekleriz.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.
|