Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Hayata bakışlar...
Gönderen : Sabri Babayla Sohbet
Tarih : 11/1/2020 9:20:46 PM


.
MUHTEREM SABRİ TANDOĞAN BÜYÜĞÜMÜZLE HAYATA DAİR KONUŞTUK-İŞTE SOHBETİMİZ-1
− Efendim, gelin kaynana ihtilâfından hep bahsedilir. Sizce bunun altında yatan sebep nedir?
Sabri Tandoğan Efendi Hz:
− Gelin kaynana kavgalarını yıllarca inceledim. Sebep; gelin de, kaynana da adam yerine konmak istiyor. Olmayınca da so­runlar başlıyor.
− Peki, Rânâ Hanım ile anneniz nasıl anlaşırlardı?
− Fevkalâde iyi anlaşırlardı. Annem 1969-1981 yılları ara­sında bizimle oturdu. Bir tek gün bile Rânâ Hanım ile müna­kaşaları olmadı. İki taraf da haddini bildi. Annemle baba­annemin ilişkisi de tarihte eşi görülmeyecek kadar muhteşemdi. Babaannem, hangi durumda olursa olsun, elleri hamurda da olsa, annemin işten geldiğini duyunca hemen yerinden ayağa kalkar, “Hoşgeldin Sebihanım” derdi. Annem de onun ellerine sarılırdı. Sonraları annem de Rânâ geldiğinde ayağa kalkardı.
− Olmazdı ama farzedelim ki Rânâ Hanım, annenizle be­raber oturmak istemeseydi, ne yapardınız?
− Vallahi, her şey o anda biterdi. Annem romatizmalıydı. Kalkıp soba yakabilecek durumda değildi. Bu işleri hep babam yapıyordu. O nedenle babam vefat edince ben annemi yalnız bırakamazdım. O orada üşürken, ben evde rahat oturamazdım. Ayrıca annem öyle muhteşem bir insandı ki, onu hiçbir şeye değişmezdim. Ama bu anneden anneye değişir. Bazı arka­daşlarımın anneleri vardı kaprisli, hırçın, ille benim dediğim olacak diyen. O zaman kendine bakabilecek durumda ise, du­rum farklı olabilir. İlle benim dediğim olacak diyen Firavun gibi bir insanla, benim kim olursa olsun anlaşmam mümkün değil.
− Rânâ Hanım güzel meziyetlerini kimden almıştı?
− Onun bir öğretmeni varmış ortaokulda. Hep onun gibi olmak istemiş, onun davranışlarına dikkât etmiş ve hayatında uygulamış.
− İnsan genç veya yaşlı, her konuda hep daha iyiye gitmek için bir arayış içinde olmalı değil mi?
− Evet yavrum, biz her zaman bir güzellik avcısı olmaya çalışacağız. Ne yapıyorsak onu en iyi yapmaya çalışacağız. Giyinirken en zevkli giyinmeye çalışmak, yemek yiyorsak en güzel yemeye çalışmak, kitap okuyorsak her cümlesinden ayrı bir zevk almaya çalışmak... Her alanda ama her alanda bunu uygulamak. Meselâ daha güzel, daha etkili konuşmaya, daha güzel yürümeye, telefonda daha güzel hitap edebilmeye ça­lışmak...
− Efendim, bütün bunlar için kendimizde dikkât unsurunu nasıl geliştireceğiz?
− Önce meselâ bir bardak çayı içmekle başlayacağız. Ona öyle konsantre olacağız ki. Diyebilirsiniz ki dünyada yedi milyar insan çay içiyor. Hayır içmiyor. Onların çoğu sadece çay içtiğini sanıyor. Önce, içtiğimiz her yudumun tadını almayı bir güzel sanat haline getireceğiz ve hepsinden ayrı ayrı lezzetler ala­cağız. Sonra bunu adım adım her alana uygulayacağız.
Meselâ sokakta yürüyorsun, etraftaki her eşyayı algılamaya çalışabilirsin. Meselâ bir mağazanın vitrin yazısı çok güzel, onu dahi gözden uzak tutmayacaksın. Hep, güzellikleri içine sin­dirmeye çalışacaksın. Meselâ bir kuşun kanat çırpmasını... Yani bir güzellik avcısı olacaksın.
− Efendim, siz gerek yalnız, gerekse Rânâ Hanım’la birlikte birçok ülkeyi gezmişsiniz. Seyahatin sizin hayatınızda hep yeri olmuş. Peki seyahat etmeyi niçin bu kadar önemsediniz?
− Ortaokul, lise hayatımızda bize hep “Batı, Batı” dendi. “Batı insanı şöyle, Batı insanı böyle” dendi. Acaba ne derece doğru idi? Yani ben gerçekleri gidip yerinde görmek istedim. Her yeri adım adım gezdim.
− Peki yurtdışı seyahatlerini herkese tavsiye eder misiniz?
− Hayır. Yurtdışına gidecek insanın belli bir kültür sevi­yesinde olması lâzım. Oralarda gördüklerini lâyıkıyla değer­lendirebilecek potansiyelde olması lâzım. Yoksa oralardaki cicili bicili görüntülere takılı kalır. Bazı sosyete hanımları gibi çarşı pazar dolaşmak, inciye boncuğa bakmak, Batı’yı görmek ve tanımak değildir.
− Efendim, her şeye karşı bu tecessüs duygusuna nasıl ulaştınız, sizi yönlendirdi mi birisi çocuk yaşlarınızdan itibaren?
− (Sabri Baba, işaret parmağıyla yukarıyı işaret ediyor) Bu öyle teşvikle filân olacak iş değil yavrum. Bu Allah vergisi bir şey.
− Efendim, ânı yaşamak da çok önemli değil mi?
− Ahmet Hamdi Tanpınar; “Ve bir an yaşıyorum bütün bir ömre bedel.” diyor. Anlarımızı bir bir güzelleştirerek bunu bü­tün hayatımıza yaymalıyız.
Hayat bizim için her gün, her an yeniden başlamalı. Dünü unutacağız. Ne diyor Gülten Akın:
“Bu hava yalnız bu akşam üstünündür.”
“Bir dost elinizi aynı sıcaklıkla bir daha tutmayacak.”
“Mümkün mü, mümkün mü bir daha, bitti, kaybettiniz.”
Hayatta hiçbir şeye takılıp kalmak doğru değildir. “Ben yepyeni güzellikler yaşamak istiyorum, görüş ufkumu genişlet­mek istiyorum, benim geçmişle hesaplaşacak zamanım yok.” demelidir. Her doğan gün bir şanstır. Daha iyiye, daha güzele, mükemmele gitmek için bir şans. Ânı yaşamak çok ince bir nokta. İbn-ül vakt olabilmek çok önemli.
Çayname diye bir kitap okumuştum. Japonların çok özel çay salonları oluyor. Herkes buraları açamıyor. Orada çay içmeye gitmeden önce duş alıyorlar, pastel renkli elbiseler giyiyorlar, kimseyle konuşmadan oraya varıyorlar. Çayhanenin kapısı çok alçak, oradan eğilerek giriyorlar ve bulunan ilk boş yere oturuyorlar. Çaylarından aldıkları her yudumun hakkını vermeye çalışıyorlar. Çayı demlemek için de, acaba odun ateşinde mi, yoksa başka bir ateşte mi güzel çay pişer, odun ateşinde pişerse, hangi odunla daha lezzetli olur... diye defalarca de­neyler yapıyorlar.
Meselâ bir kadının yüzüne bir an bakabilmek de bir sanattır. O bakışla, onun ruhunun derinliklerine inebilmek bir sanattır. Diyeceksiniz ki kamufle eder, saklar. Bakmasını bilen için sak­layamaz. Yüzdeki her bir uzuv ayrı ayrı önemli. Yanaklar, kaş­lar, gözler, dudaklar… hepsi birlikte bakıldığında çok şey anlatır.
− Efendim, hanımlarda en çok eleştirdiğiniz davranışlar nelerdir?
− Sakız çiğnemek, açık kıyafetler giymek, sigara içmek... Bugüne kadar sigara içen bir kadına daha hiç aşk mektubu yazan olmadı. Çünkü sigara içen kadının ağzı fena halde kokar. Hiçbir erkek böyle bir kadını öpmek bile istemez.
− Adam kendisi de içiyorsa?
− Kendisi içse bile karşısındaki hanımda istemez.
(Yan masalardan birinde birbirlerini tanımaya çalıştıkları anlaşılan orta yaşlarda bir hanım ve bey bulunuyor. Kadın, yemeği bittikten sonra bir sigara yakıyor, karşıya doğru üflüyor. Adam ise sigara içmiyor ve gergin görünüyor. Kadının sigarası bitince kalkmaya karar veriyorlar.)
Sabri Baba:
İşte bu kadın, az önce o şekilde sigara içerek işi kırılma noktasına getirdi. Böyle bir adam, bu kadınla hayatta evlenmek istemez. Böyle bir kadından ne eş olur, ne sevgili... Ben o kadının yerinde olsam öyle davranırdım ki, onun gönlünü orada fethederdim. Ama o daha gelirken bir havalara girmişti. Biz sahneye hangi rolü oynamak için çıkmışsak, onu en güzel oy­nayacağız.
− Efendim, siz kız çocuğu olarak dünyaya gelseymişsiniz herhalde çok lâtif, güleryüzlü, tatlı dilli, peşinden çok kimsenin koştuğu bir hanım olurmuşsunuz.
− (Sabri Baba gülüyor) Annem bana çocukken “Oğlum iyi ki kız çocuğu olmamışsın. Bakkala bir kutu kibrit almaya gitsen, peşinde on adam takılı olarak eve gelirdin.” derdi.
− Efendim, siz dışarıda, lokantada yemek yemek için ma­sanıza ilerlerken veya yemek yedikten sonra ayrılırken ya­kındaki masalarda oturanlara hep güleryüzle selâm veriyor ve duruma göre “iyi günler”, “iyi akşamlar” veya “afiyet olsun efendim” diyerek güzel dileklerinizi belirtiyorsunuz. Bu bir edep kaidesi midir?
− Öyle. Bunların hepsi insan ruhuna bir artı yükler. Eski İstanbul terbiyesinde, vapurda herkes aynı yerine oturur ve etrafındakilere hatır sorarmış. Bir okuldan mezun olununca ho­calarla irtibat kesilmez, bayramlarda, kandillerde ziyaret edilir, elleri öpülür, hayır duaları alınırmış. Bu da bir incelik.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhları Şad Olsun.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]