Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sabri Baba ve dostlarla çok özel bir sohbet.
Gönderen : Çiğdem
Tarih : 3/8/2021 12:54:55 PM


.
SABRİ BABA VE DOSTLARLA ÇOK ÖZEL BİR SOHBET
Okuyucu Mektubu

Aziz Büyüğümüz ve Çok Değerli Dostlar,

Yeni başladığımız haftanın yepyeni güzellikler sunması dileğiyle hepinizi en içten duygularla selamlıyorum.

Bugün de yine Sayın Büyüğümüzle yapılmış bir Ramazan akşamı sohbetini paylaşmak kısmet oluyor. İnşallah hayırlara vesile olur.
Gönül dolusu saygı, sevgi ve selam ile.

Çiğdem

SAYIN BÜYÜĞÜMÜZ SABRİ TANDOĞAN’LA RAMAZAN SOHBETLERİ-6

30 Ağustos 2010, Pazartesi

Bugün çok değerli gönül dostlarımız Gül ve Mehmet Uyar çiftiyle beraberiz. Çiftin 12. evlilik yıldönümlerinde Sayın Büyüğümüz ve Nermin Hanım’la birlikte güzel bir Ramazan akşamında iftarda misafirleriyiz. Kendileri için küçük de olsa bir evlilik hediyesi seçme telaşı ile iftar öncesi sohbete biraz geç dahil oluyoruz. Sohbetin bizden önce başlayan kısmını merak ederek:

-Sohbetten çok şey kaçırmamışızdır umarım?

Mehmet Bey:

-Eee, sohbet oldu tabi. Ama durun size bir şey anlatayım Çiğdem Hanım: Bir gün bir velî zat sohbet meclisinde oturuyormuş. Uzun süre sükût ettikten sonra bir şey konuşmadan kalkmış. Efendim, demişler, bugün niçin hiç konuşmadınız? O zat şöyle cevap vermiş: “Bizim sükûtumuzdan bir şey anlamayan sohbetimizden hiç anlamaz.”

Çiğdem Hanım:

-Çok mânidar gerçekten. Üzerinde düşünmek lazım.

Sayın Büyüğümüz:

-Mehmet Bey, ilginç bir tarih seçmişsiniz evlilik için?

Mehmet Bey:

- Efendim ben tarih hatırlama özürlü olduğum için özel bir gün olsun, ilerde hatırlaması kolay olsun istedim.

Mehmet Bey, Gül Hanım’la tanışma, söz, nişan… tarihlerini de sıralıyor. Bunların arasında 29 Ekim, 1 Nisan gibi özel günler yer alıyor.

Gül Hanım:

-Efendim, bakıyorum da evliliğimizde on bir yıl geçmiş. Bu on bir yıl içinde ikimiz de çok değiştik tabi.

Çiğdem Hanım:

-Efendim, bu özel günlerinde Gül Hanımlara ithâfen bir fıkra paylaşabilir miyim?

Sayın Büyüğümüz gülümsüyor:

-Haydi…

Çiğdem Hanım:

-Efendim, iki kırkayak evlenmişler. Erkek kırkayak evlendikleri gün eşine evliliklerinin çok güzel geçeceğine dair inancını anlatmak için söz almış. Bak canım demiş, seninle beraberliğimiz bir ömür boyu hep göz göze, diz dize, diz dize, diz dize, ….

Gül Hanım duygulanıyor:

-Ne güzel, hep böyle bir beraberliği yaşamak…

-Efendim, peki siz kendi evliliğinizi kırk dört yıl her gün daha iyiye götürmek için neler yaptınız? Çünkü hiçbir şey yerinde durmaz ya daha iyiye gider ya da daha kötüye buyurursunuz. Hep daha iyiye giden bir beraberliği sağlamak adına neler yaptınız?

Sayın Büyüğümüz:

-Yavrum, bir kere sevgilerin karşılıklı olarak ifade edilmesi gerek. Bu sevginin devamlılığı için çok önemli. Bir de bizim yaptığımız gibi en baştan bu evde yalnız Allah’ın ve Peygamberin dediği olacak, ne senin, ne de benim dediğim olmayacak demek ve hep buna sadık kalmak çok önemli. Bir de iki taraf da birbirine elinden geldiği kadar yardımcı olmalı.
Evde şu iş senin işin, bu iş benim işim diye bir şey olmayacak. Mesela bazen kalabalık misafirlerimiz gelirdi. Onlar gittikten sonra biriken dağ gibi bulaşığı Rana yıkamak isteyince Biraz dinlen sonra yıkarsın Rana derdim. Ama midesi rahatsız olduğu için bulaşık yıkarken sancısı olmasın diye onun yıkmasını istemezdim. Sonra bulaşıkları yıkamak için hiçbir şey belli etmeden ve söylemeden, ilk önce Rana’yı yatırırdım. Zaten Rana yatar yatmaz hemen uyurdu. Sonra mutfağa gelir bulaşıkları yıkamaya başlardım. Ama öyle şimdiki hanımlar gibi tabakları birlikte suya tutarak değil. Tek tek. Sonra bütün geceyi uykuyla geçirmediğim için bir ara kalkar onları yerlerine yerleştirirdim. Sabah kalkınca Rana bakardı ki bulaşık filan kalmamış, nasıl mutlu olurdu, anlatamam.

Bir de ben değil sen düşüncesi olacak. Mesela Rana bana hep sorardı, “Sabri sana bugün ne pişireyim, istediğin bir şey var mı” derdi. Ben de Rana’nın midesine ne iyi gelecekse onu söylerdim. Aslında yemek istediğim şey o olmazdı. Ama Rana lisedeyken ülser olmuş, ömür boyu hep çekti. Ben o yüzden bir tek gün benim canım şunu yemek istiyor demedim.

Gül Hanım:

-Efendim, bizim size ayrıca sormak istediğimiz önemli bir husus var: Akrabalarla ilişkiler konusu. Ailenin mutluluğuyla ilgili sorun çıkaran yakınların ve akrabaların eve gelmeleri konusunda nasıl davranılmalı, onların da hakları var diye hiçbir şey yokmuş gibi mi davranmak lazım?

Sayın Büyüğümüz:

-Yavrum, anne, baba, akrabalar iyi niyetli olur, onları başına taç edersin. Ama bugün öyle anneler var ki çocuklarına çok büyük haksızlıklar yapıyorlar. O nedenle anne baba hakkının da bir sınırı var. Annem mesela Rana’ya çok saygılı davranırdı, Rana da ona aynı saygıyı, sevgiyi gösterirdi. Her şey karşılıklı olacak.
Gençler bugün evlenirken işlerini kendileri halletmeli, işe başkalarını karıştırmamalı. O zaman işin içine nefsaniyetler giriyor. Benim filan dediğim alınmadı, filan şey alınırken beni götürmediler… diye aralarını açmak isteyenler oluyor. Yüzük alınacak biz de geleceğiz diyorlar, elbise alınacak biz de geleceğiz...

Bugün birçok yuva akrabaların işe karışması yüzünden yıkılıyor. Bunların hepsine yerine göre rest çekilmezse olmuyor
Bir de anne babaya öyle her şey anlatılmayacak. Bazı şeyler o iki kişinin arasında kalacak. Bir gün Danıştay’a bir genç çift ziyaretime geldi. Bir sorunları varmış, bir arkadaşları beni tavsiye etmiş. Anlattılar. Bir gün birlikte pikniğe gidiyorlar. Otururlarken kız oğlanı yanağından öpüyor. Bunun üzerine çocuğun içine bir şüphe düşüyor. Eve gidince annesine durumu anlatıyor. Bu hareketin ne anlama geldiğini soruyor. Annesi de “Oğlum,” diyor, “o kızdan hemen ayrıl. O iyi bir kız değil.” Çocuk da kızı çok seviyor, arada kalmış. Bana sordular, ne yapalım diye. Ben de bir kıza baktım, öyle pek güzel bir kız değil. Oğlan ise çok yakışıklı bir genç. Güldüm, “Sadece bir kere mi öptü?” dedim. “Ben olsam on kere öperdim.” Sonra oğlana dedim ki “Yavrum, şaka bir yana böyle bir şey anneye söylenir mi? Söylersen onun da tabi diyeceği bu.” Aileyi özel olarak ilgilendiren konulara kimse karıştırılmamalı. Bazı şeyler aileye söylenmez yavrum.

Mehmet Bey:

-Efendim, ya çiftlerden biri sizin gibi düşünse sorun çıkaran akrabalar hakkında diğeri ise ille onları haklı çıkarmaya çalışsa?

Sayın Büyüğümüz:

-O zaman maç orada biter yavrum.

Rana çağının en büyük hanımı idi. Vefat edince hiçbir akrabam arayıp sormadı. Ama mahkemelik bir işleri olduğunda hemen beni bulurlardı. Şimdi ben niye filan akrabam şu hale düşmüş diye onu kollayım. Madem kendi kendine sebep olmuş... O günlerde camın önüne gelen bir sinekten bile medet ummuştum, içeri girse de sohbet etsek diye. Ama akrabalarım beni ne arayıp ne sordular, ne de bir başsağlığı dilediler.

Mehmet Bey:

-Hocam, Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam hanımlarına karşı çok anlayışlı, çok sevgi dolu davranırmış. Mesela bir gün Hz. Ömer’in kızı olan Hafsa Validemizle ve bazı hanımlarıyla oturuyorlar. İçeriden konuşma ve gülme sesleri geliyor. Hz. Ömer içeriye girer girmez hanımların sesi birden azalıyor. Hz. Ömer çok cellalli bir kimseymiş.

Bir gün de İslama henüz ısınmamış bir kimse, aslında gizli bir münafık, bir yahudu ile ihtilafa düşüyor. Hz. Peygambere gidiyorlar, O da bu ihtilafda yahudinin haklı olduğunu belirtiyor. Resulullah Efendimizin bu kararı adamın hoşuna gitmiyor, işine gelmiyor. Sonra bir de Hz. Ömer’e danışmak istiyor, yahudiyle beraber gidiyorlar. Durumu anlatıyor, “gerçi” diyor “biz sizden önce bu konuda Resulullah’a da sorduk. O da şöyle şöyle hükmetti." Bunun üzerine Hz. Ömer yerinden fırlayıp, kükrüyor: “Yani şimdi sen Hz. Peygamberin buyruğunun üstüne benim bir hüküm vermemi mi istiyorsun" diyerek kılıcını çektiği gibi adamın kafasını orada uçuruyor.

Sayın Büyüğümüz:

-Ohhhhh... İşte Aşk bu!!!
….

Gül Hanım:

- Efendim, demin konuştuğumuz konuya dönersek çocukların da evde hadlerini aşmalarına izin vermemek lazım galiba. Onlar da aile içindeki mutluluğa etki edebilirler fazla şımartıldıklarında. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Sayın Büyüğümüz:

-Yavrum, işte o annesinin başını kesen kız. Anne üniversitede profesör. Ama kız gidiyor annesinin boğazını gece bıçakla kesiyor.

Mehmet Bey:

-Efendim, o hanım benim hocamdı üniversitede okurken. İyi bir hocaydı ama manevi yönünü bilemiyorum tabi.

Sayın Büyüğümüz:

-Yavrum, mevkisi, ünvanı ne olursa olsun bir anne baba çocuğuna İslami terbiye vermezse sonu böyle olur. Kim böyle yaparsa o da çocukları tarafından bir gün başı kesilmeye adaydır. Demek ki o hanım hiçbir manevi terbiye verememiş kızına. Yazık…
...

30 Ağustos 2010, Pazartesi
Göksu Restoran, Ankara

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]