Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Hep cinsellik düşünme belasından nasıl kurtulunur?
Gönderen : Sabri Babadan Mektup
Tarih : 4/19/2021 8:52:52 PM


.
SABRİ BABADAN MEKTUP
CİNSELLİK FURYASINDAN KENDİMİZİ, AİLEMİZİ NASIL KORUYABİLİRİZ?
Kıymetli yavrum,
Çocuk doğar. Çocuk yetiştirenler, çocuk doktorları iyi bilirler. İnanılmaz bir hareket gücü. Eller, ayaklar kıpır kıpır. Bir hayat enerjisi, elle tutulur, gözle görülür şekilde dikkâti çekiyor. Bir iki yıl sonra önüne geçilmez bir öğrenme merakı başlıyor. Çocuk neyi görse annesine gösteriyor. Soruların sonu gelmiyor. Bu ne? Bu ne? Çocuk belli bir yaşa gelip de buluğa erince, o ilâhi enerji, ne yazık ki cinsel enerjiye çevriliyor.
Düşünülen hep aynı. Bugün artık hayallerde o kuruluyor, işleniyor, rüyalarda o görülüyor: “Cin­sellik”... Ne yazık ki günümüzde adına medya denilen büyük canavar, bitip tükenmeyen bir tempo ile genç insanlardaki bu cinselliği besliyor. Gazetelerde, televizyonlarda hep seks ile ilgili görüntüler. Hele Pazar ilâveleri veren öyle gazeteler var ki, genelev albümünden pek farkı yok. Sinemalarda, tiyatrolarda, fıkralarda, romanlarda, piyeslerde, özel sohbetlerde işlenen hep aynı tema. Cinsellik, yine cinsellik, yine cinsellik...
Doğanın insanlara kazandırdığı o harikulâde güzellikler, ye­tenekler, özellikler bu cinsellik uğrunda mahvolup gidiyor. Or­taya çıkan sadece, ama sadece karamsar, yaşama sevincini kaybetmiş, mutsuz, huzursuz, sıkıntılı, hasta insan tipleri. Ne bekârken mutlu olabiliyor, ne evli iken. Doğanın insanlara neslin devamı için verdiği enerji, günümüzde o kadar kötüye kulla­nılıyor ki. Reklâmı yapılan malın türü ne olursa olsun, işlenen tema hep aynı. Makarnadan otomobile kadar, giysiden ev eş­yasına kadar sürekli olarak çıplak kadın teması işleniyor. Bu çılgın gidiş insanları, aileleri ve toplumları felâkete götürüyor. Porno eşyası satan dükkânların sayısı, her gün biraz daha artıyor. Artık büyük mağazalarda utanmazca, hayasızca poz veren çıplak kadınlar, her an herkesin gözü önünde. Ne devlet, ne belediye, ne o çarşının sahipleri bu pisliğe, bu rezalete “Yeter artık, durdurun bu hayasızca gidişi!” demiyorlar. Topluma yön vermek durumunda olan kimseler, nemize gerek diyor, omuz silkiyor ve bu hayasızca gidiş günden güne bir çığ gibi büyüyor.
Peki! İnsanımız bir hanımefendi, bir beyefendi gibi insanca, uygarca yaşamak isterse. Çocuklarını geleceğe inançla, gü­vençle hazırlamak isterse ne yapacak? Nasıl bir tutum izleye­cek? Şimdi onu görelim.
Yapılacak iş; kendini, eşini ve çocuklarını bu namussuzca, hayasızca, şerefsizce gidişe karşı mânevi kalkanlar edinerek korunmaya almaktır. Bu insan inançlarına, bilime, güzel sanat­lara, estetiğe, doğa sevgisine, insan sevgisine aşkla bağlanırsa, bütün varlığı ile kendini iyiye, güzele, doğruya, temiz, asil, bü­yük ve yüce olana adarsa, hayat bambaşka bir anlam kazanır.
Vaktiyle eski Yunan’da bir hikâye anlatılırdı. Yüzyıllar boyu kültürlü çevrelerde insanları aydınlattı, onlara yol gösterdi. Bir gün, saray ile yakınlığı olan genç bir adam ağır bir suç işler. Zamanın hükümdarı fevkalâde öfkelenir ve onu ölüme mahkûm eder. O gencin yakınları hükümdara giderler ve gencin idam edilmemesi için ricada bulunurlar. Bunların içinde hükümdarın sözünden çıkamayacağı itibarlı kimseler de vardır. Sonunda; “Peki! Bir şartla o gence hayat hakkı tanıyorum. Omzuna ağzına kadar zeytinyağı ile dolu bir fıçı alacak ve onu hiç akıtmadan şehrin ana caddesinde bir uçtan bir uca götürecek. Başarılı olursa ölümden kurtulacak. Aksi hâlde, bir damla dahi dökerse idam edilecek.” der. Haber derhal çevrede yayılır. O gün halk, ana caddenin iki tarafında toplanır. Bir maç seyreder gibi me­rakla sonucu beklemektedirler. Gencin omzuna yağ dolu fıçı konur ve “yürümeye başla” komutu verilir. O kadar dikkâtli, o kadar itina ile yürümektedir ki, bir damla dökmeden yolun so­nuna gelir. Hayatı kurtulur. Halk alkışlarla genç adamı bağırla­rına basarlar. Birisi dayanamaz sorar. “Peki! Kardeşim, hepsi iyi hoş da, o yol boyunca önünde dans eden çıplak dansözlere hiç mi gözün takılmadı, hiç mi dengeni bozmadın, bunun sırrı ne­dir?” Genç adam hayretle, şaşkınlıkla iki yanına bakar ve “Siz ne diyorsunuz, yolda çıplak dansözler mi vardı? Ben hiçbirini görmedim, farkında bile değilim” diye cevap verir.
Sanırım işin en hassas, en ince noktası burada. Hayatımızı o kadar dikkâtli, o kadar uyanık, öyle saygı, edep içinde yaşa­yalım ki, hep aklımız, fikrimiz, ruhumuz, niyetimiz iyilikler, gü­zellikler, temiz, asil, büyük ve yüce olanlar ile dolsun. O zaman göreceğiz ki, çevremizdeki güzellikleri, incelikleri fark edecek, çirkinliklere, kabalıklara, kötülüklere kapılarımız ardına kadar kapalı olacaktır.
Efendim, hayat her zaman böyledir. Güzellikler ve çirkin­likler, iyilikler ve kötülükler, artılar ve eksiler hep beraber gider­ler. Önemli olan hayattaki olaylar değil, o olaylar karşısında alınan tavırdır.
Hayat böyle. Ne artılarla dolu, ne eksilerle, ne tamamen güzelliklerle dolu, ne tamamen çirkinliklerle. Mesele, her zaman, her yerde doğru seçimi yapıp, iyiden, doğrudan, güzelden yana olabilmekte. Yapabilenlere ne mutlu. Allah cümlemize nasip etsin.
Selam, saygı ve sevgi ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]