Konu : Ne idik ne olduk...
Gönderen :
Sabri Babadan Mektup
Tarih :
12/15/2021 3:04:07 AM
.
NE İDİK, NE OLDUK...
Kıymetli yavrum,
Bir hatıramı anlatmak istiyorum. Senelerce senelerce evveldi. Bir gün öğle tatilinde Danıştay’dan çıkmış, Sakarya Caddesindeki Bilgi Kitabevine gitmiştim. İlkouldan beri adetimdir. Hergün kitapçılara gider günün yorgunluğunu, stresini orada çıkarırdım. Gördüğüm kitaplar, onları saygıyla elime alıp sayfalarını birer birer okşayarak çevirmem bana mutlulukların en güzelini verirdi... O gün yeni bir kitap gelmişti. İsmi "Mevhibe". O kadar üzülmüştüm ki, titredim, ürperdim, ağlamamak için kendimi zor tuttum. Mevhibe Hanım, hayatta tanıdığım en muhterem, en değerli birkaç hanımefendiden biriydi. Rahmetli eşim Rana Hanım’la beraber her Cuma akşamı cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrasın’nın konserlerie giderdik. En önde rahmetli İsmet Paşa ve rahmetli Mevhibe Hanımefendi otururlardı. Ama Yarabbi, saç tuvaleti, giydiği elbiseler, ayakkabıları, elbisesiyle çorabının rengi arasındaki uyum hala gözlerimin önündedir. Otuşu, kalkışı, konuşması o kadar inceliklerle doluydu ki unutmama imkan yok. Ne hikmetse tam onların arkasındaki iki sırayı da Rana ile bana ayırırlardı. Ben de o inceler incesi, arifler zarifi müstesna hanımefendiyi görmek fırsatını bulurdum ve bunun için de Allah’ıma şükrederdim. Kendimi kayırılmış bir insan olarak görürdüm. O hep hayatı boyunca pırıl pırıl, örnek bir hanımefedi olarak yaşadı. Rahmetli ilk gençlik yıllarından itibaren beş vakit namazını kılar, maneviyata karşı sonsuz bir saygı duyardı. Sanki edep, incelik, zarafet, sabır, şükür ve kanaat onun şahsında adeta somutlaşıyordu. Mevhibe kitabının altında torununun ismi vardı. Gözlerime inananmadım. Bu kadar değerli bir hanımefendiye torunu ismiyle hitabediyordu. Kitabevinin sahibi Ahmet Küfli Beyefendi her akşam beşten sonra gelir, koltuğuna otururdu. Kendisi müstesna bir ailenin harikulade bir evladıydı. Babası rahmetli Camal Küflü Beyefendi de unutulması mümkün olmayan gerçek bir beyefendi idi. Kırk yıl Sayın Ahmet Küflü’den dostlukların, sevgilerin, saygıların en güzelini gördü. Biraz da bu dostluğa güvenerek tarizde bulundum. “Aşkolsun Ahmet Bey” dedim. “Bu kadar değerli bir hanımefendiden ismiyle bahsetmek biraz çirkin olmuyor mu?” Ahmet Bey, her zamanki inceliğiyle “Haklısın Sabri Bey” dedi. “Ama torunu öyle yazıp getirmiş. Bir şey diyemedim." Yine itiraz ettim. “Hayır Ahmet Bey” dedim, “Mevhibe Hanımefendi o kadar büyük bir insan ki torunu da yazsa kabul etmemeliydiniz. Ahmet Bey, haklısın” dedi. Ve öbür baskılarda değişiklik yaptı. Edep ve saygı bir insanın bence en yüce tarafıdır. Hangi insanda edep, saygı, incelik ve haya duygusu yoksa o insandan korkulur. Japonlar bir resim sergisine gitmeyi bile bir ibadet düzeyine getirmişlerdir. Diyorlar ki her bir tablonun önünde bir hükümdarla konuşurmuş gibi vaziyet alın. Hayat o zaman güzel, o zaman zengin, o zaman anlamlı oluyor.
Bugünkü Amerikalıların cedleri Avrupa’dan gelmiş hırsız, uğursuz, ipten saptan kurtulmuş birtakım insanlardı. İş yapamayan, para kazanamayan o yolun yolcusu kadınlardı. Belki Amerkan toplumunda (ki filmlerde görüyoruz) parmak kadar piç kurusu büyükannesine, dedesine isimleriyle hitab ediyor. Bu onlar için doğal olabilir. Görenekleri, gelenekleri, terbiyeleri veya terbiyesizlikleri onu icab ettirebilir. Bir şey demiyorum. Ama bizim farklı davranmamız gerekmez mi? Benim nazarımda büyükannesine ismiyle hitab eden bir çocuk alçaktır, haysiyetsizdir. Olmaz öyle şey.
Bizim bir göreneğimiz vardı. Rahmetli Rana’nın sınıf arkadaşı Nevval Hanımın eşi Yılmaz Bey anlatmıştı. Üsküdarda bir komşumuz vardı. Evleri cumbalıydı. Anne evde temizlik yaparken çocuğunu çevreyi seyretsin diye cumbaya oturtur, işini görürdü. Bir gün diyor Yılmaz Bey, “o cumbalı evin önünden geçiyordum. Cumbada oturan üç yaşındakiçocuk biraz ötedeki sevimli, beyaz bir köpeğe sesleniyor, “kuçu efendi, kuçu efendi, gel sana mama vereyim” diyordu. Herzaman Yılmaz Bey’in bu hikayesini ürpererek hatırlarım. Gözlerim dolar. Yarabbi bizim o efendiliğimiz, o inceliğimiz, o saygımız, o huşumuz nereye gitti, nasıl bu hale geldik?
Sevgili yavrum, içimden hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyor. Daha fazla yazamayacağım. Sizlere selam, sevgi ve saygıların en içten gelenini sunuyorum...
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.
Himmetleri Üzerimize Olsun.
|