Sayın Semra Özyıldız,
30.6.2007 tarihli mailinizi aldım.
Efendim, dünyanın en zor işi insanları anlamaktır dersem acaba bu abartılı bir ifade olur mu? Bana olmaz gibi geliyor. Gerçekten insanları anlayabilmek, onlar hakkında objektif fikirlere varabilmek, onları doğru değerlendirebilmek, ikide bir de hayal kırıklığına uğramamak çok zor bir iş. Şair Özdemir Asaf bir şiirinde
“Bana yakın geldin dedi vurdu
Bana uzak kaldın dedi vurdu
Adlarını sordum
İnsan dediler”
diyor. İnsan ruhundaki çelişkileri belirtiyor. Atila İlhan,
“Anladım imkansız şey,
Bir insanın bir başka insanı anlaması”
diyor. Ve bir yerde insanları tam olarak anlamanın imkansız olduğunu belirtiyor. Necip Fazıl daha ileri gidiyor. Ve
“Aynalar söyleyin bana, ben kimim”
diyerek bırakın başkalarını anlamayı, kendimizi bile anlamanın nasıl güçlüklerle dolu olduğunu anlatıyor.
Nobel armağanı kazanan Fransız bilim adamı Alexi Carel, yazdığı en önemli kitabının ismini “İnsan bu meçhul” koyuyor. Bütün bunlar hep aynı gerçeği gösteriyor. İnsanları tanımak, çok zor. Ama tanımaya da mecburuz. Dostluklarda, arkadaşlıklarda, evliliklerde mesai arkadaşlıklarında, komşuluklarda hatta yolculuklarda buna mecburuz. Biliyorsunuz bugünlerde İstanbul’dayım. Bir dost beni Küçükyalı’daki Pinhan lokantasına götürdü. İsimleri Gülşah ve Beytullah olan iki genç serviste yardımcı oldular. Onlardan o kadar sıcak, yakın, dostça ilgi gördüm ki kelimelerle anlatamam duygularımı. Çok güzel izlenimlerle ayrıldım restorandan. Aradan biraz zaman geçti bu sefer ben, arkadaşım Mahmut Bey’i oraya götürdüm. O iki genç de o gün izinliydi. Başkaları hizmet etti. Hizmetleri o kadar soğuk, o kadar sevgiden, ilgiden yoksundu ki doğrusu gittiğime, gideceğime pişman oldum. Aynı yemekleri yediğim halde hiç bir tadını alamadım. Ve oradan bir de o buz gibi soğuk bakışların altında içim üşüyerek (bu sıcaklarda) ayrıldım. Sonra olayı uzun uzun düşündüm. Restoran aynı restoran, yemekler aynı yemek, ama o ilk gidişimizden aldığım zevk nerede, duyduğum heyecan nerede? Sanki insanın hayat eşittir insan diyeceği geliyor. Hepimiz, bir insan sıcaklığına, bir insan yakınlığına ne kadar ihtiyaç duyuyoruz. Bulunca mutlu, bulamayınca mutsuz oluyoruz.
Bundan kırk yıl önce Ankara’da Mithatpaşa da TRT’nin altında İnegöl köftecisi vardı. Orada Tahsin bey isminde bir garson vardı. Müşterilerini sevgiyle, saygıyla karşılar, bir dost sıcaklığı içinde hizmetini sunardı. Tahsin’in izinli olduğu günler oturup yemezdim, dışarı çıkardım. Çünkü onun yerine bakan garsonda Tahsin’deki özelliklerin binde biri yoktu. Önüme konacak tabak edeple, sevgiyle, saygıyla masama konmazsa o bana hiç bir mutluluk vermez, bilakis rahatsız ederdi. Şimdi bu örnekleri şunun için anlatıyorum. Beşeri münasebetlerde hal, tavır, davranış o kadar önemli ki restoranda yediğiniz yemek size zehir olabilir, evlendiğiniz insan sizi hayatın en mutsuz insanı yapabilir. Onun için insanları tanımaya mecburuz. Bazıları diyor ki “Efendim, ben cebimdeki paraya bakarım. Parayı sayarım, istediğim hizmeti yaptırırım”. Bu da bir görüş tabi. Ama ben öyle düşünmüyorum. Ankara’da oturduğum apartmanda kapıdan girerken gördüğüm herkese selam veriyorum. Ama bazıları başlarını çeviriyor, selamı almaya bile tenezzül etmiyor. Haydi bakalım, siz böyle hayvan gibi bir insanla gelin mutlu bir evlilik yapın. Olacak iş mi? Gelin böyle bir insanla dost olun, mümkün mü? Onlar, her halleriyle diyorlar ki “biz, eşek geldik, eşek gideceğiz”. Ne diyelim, mübarek olsun. Pazara gittiğim zaman katiyyen lanet suratlı, ekşi yüzlü, küstah tavırlı bir insanla alışveriş yapmam. Çünkü malı terazide tartarken, bana verirken ellerinden eksi elektrik geçtiğine inanırım. İsterse pazarın en iyi malını, en ucuz fiata satsın. Yine de gitmem.
Uzun yıllar önceydi. Lisede öğrenciydim. Okul tatilinde rahmetli annemle beraber, Bostancı’da oturan teyzemlere misafir gitmiştik. Bir gün teyzem bakkaldan birşey almamı istedi. Benden evvel birkaç kişi gelmişti. Sıraya girdim. Benim önümdeki yaşlı zat bir para uzattı, ve “mümkünse bozmanızı rica ediyorum” dedi. Bakkal hem bozuyor, hem de ileri geri söyleniyordu. Önümdeki yaşlı zat birden bakkala döndü, “lütfen paramı geri verin” dedi. Bakkal iyice öfkelenmişti. “Ne biçim insanlar var” dedi. “Hem insana yük oluyorlar, para bozduruyorlar, sonra da vazgeçiyorlar”. Onun üzerine o yaşlı zat, ömür boyu unutamayacağım şu sözleri söyledi: “Evladım, sen parayı bozuyorken bütün zehirini akıttın. Ben o parayı ağız tadıyla harcayamam. Lütfen paramı geri verin”. Aradan yarım asırdan fala geçti, bu olayı bu gün gibi hatırlıyorum. Mesele burada efendim. Öyle kadın vardır ki yaptığı yemeğin tadına doyamazsınız. Çünkü onu dualarla, niyazlarla yapmıştır. Öyle kadın vardır ki yaptığı çayı bile içemezsiniz. Bütün negatifliğini o çaya iletmiştir.
İnsanları tanımak, ne kadar zor olsa da, hatta Atila İlhan’ın dediği gibi “imkansız” da olsa yine de buna mecburuz. Hiç birimiz tek başımıza yaşayamayız. Bu nedenle elimizden geldiği kadar insanları tanımaya çalışmalıyız. Ve bu çaba ömür boyu sürmeli. Her zaman, her yerde ve herkese karşı. İlk dikkat edeceğimiz husus, pek tabiidir ki onun zahiri olacak. Duruşu, bakışı, giyinişi, ses tonu, kullandığı kelimeler, hitap şekli, hepsi ayrı ayrı birer ipucu olabilir. Ama bana sorarsanız derim ki önce gözlerine bakın. Çünkü gözler yalan söylemez. O bakışlardan herşeyi, ama herşeyi hissedebilir, anlayabilir, sezebilirsiniz, eğer bakmasını biliyorsanız. Riyakar bir insan, samimiyetsiz bir insan, üçkağıtçı bir insan bakışlarından derhal anlaşılır. Keza size sevgisi, saygısı var mı, yok mu, bakışlarından anlayabilirsiniz. Sizi oyuna getirmek istediğini bakmasını bilirseniz bakışlarından sezebilirsiniz. Ama yeter ki bakışınız önyargılı olmasın. Dün, bir hanım tanıdım. Bir yıllık evli. Kocası karısına kazık üstüne kazık atıyor. Sahtekar, üçkağıtçı bir adam. Kadın, bir türlü realiteyi göremiyor. Kocasının çok iyi bir insan olduğuna inanıyor. Haydi buyurun bakalım. Bu durumda ne diyeceksiniz. Çünkü, önyargıyla hareket ediyor. O zaman söylenecek hiçbir söz kalmıyor. “Aferin oğlum Mehmet, bu yolda devam et”. Bu nedenle hayat ve insalara bakışımız objektif olmalı. Bütün önyargılardan uzak, gerçekleri olduğu gibi görmeye çalışmalıyız. O şahsın ses tonu da çok şeyler ifade eder. Mızmız, mıymıy konuşan bir kadının ne bir sevgili, ne doğru dürüst bir eş olamayacağı aşikardır. Konuşurken ikide birde eee diyen, kimseler içi, dışı bir olmayan daima kendini başka türlü göstermek isteyen kimselerdir. Daha bunlar gibi yüzlerce örnek söyleyebiliriz. Hepsi o şahsı tanımada birer ipucu olabilirler. Bir şahsı zaman kavramına sahip olup olmamsı da son derec önemlidir. Zamanına sahip olamayan insanlar ne evliliklerinde, ne iş hayatlarında asla başarılı olamazlar. Onlar, ne mutlu olurlar, ne mutlu ederler. İşleri güçleri şaşkın ördek gibi sabahtan akşama kadar dolaşmaktır.
Kim ne derse desin kıyafet de görmesini bilenler için çok şey ifade eder. Bir kadının “gizli ve aşikar” pek çok özelliğini, kıyafetinden hissedebilir, sezebilirsiniz. Şimdi, birkaç örneği verdim. Yoksa bu örnekler günlerce, haftalarca sürebilir. Yapılacak iş ömür boyu insanları tanımaya, anlamaya çalışmaktır. İnsan, hayatta hatalarından, yenilgilerinden de ders çıkarmasını bilmelidir. Aynı hatalar tekerrür ediyorsa o zaman söylenecek söz biter. O şahıs adam olmaz.
Efendim, isterseniz sorunuzu daha dar tutarak çeşitli sorular sorabilirsiniz, konunun aydınlığa çıkabilmesi için. Size sağlık dolu, mutluluk dolu, güzel günler diliyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
En mühim mesele, insanları anlamak Yazan Semra Özyıldız
Cvp: En mühim mesele, insanları anlamak Yazan Sabri Tandoğan