Konu : Sevmek devam eden en güzel huyum.
Gönderen :
Adem
Tarih :
4/18/2022 10:34:05 PM
SEVMEK DEVAM EDEN EN GÜZEL HUYUM...
Soru-Cevap
Efendim, çıkardığım bir derginin 2. Sayısında yayınlanmak üzere sizlere birkaç soru tevdi ettim kabul ederseniz:
1)-İlkenizi “Yeryüzündeki her insana, tek istisna olmadan, yaşama sanatını
öğretebilmek” olarak tanımlıyorsunuz.Yaşama sanatının mihenk taşlarını
ortaya koyar mısınız?
2)-Muhammedi ahlaktan bahsediyorsunuz.Nedir Muhammedi ahlak efendim ?
3)-Başta hocanız Operatör Doktor Münir Derman olmak üzere kırk mana
büyüğünden etkilenerek bugünkü yaşam felsefesi olan “Sentez İnancı”na
ulaştığınızı söylüyorsunuz.Niçin mana büyükleri?
4)-EN çok sevdiğiniz şair ve en çok beğendiğiniz şiir?
5)-Televizyondaki “Gönül Sohbetleri” nasıl başladı ve etkisi ne oldu?
6)-Rana hanımdan tv proğramlarında çok çok bahsediyorsunuz.Rana hanımı anlatır
mısınız?
Sayın Adem Bey, ..... tarihli mailinizi aldım.
1) Efendim, insanoğlu dünyaya geliyor, bir süre yaşıyor, vakti saati gelince mana alemine göç ediyor. Önemli olan ömrün uzunluğu- kısalığı değil, yaşadığı süre içinde insan onuruna layık bir hayat sürebilmek. İşte ben buna yaşama sanatı diyorum. Yaşama sanatının parayla, pulla, malla, mülkle, rütbeyle, şan ve şöhretle hiçbir alakası yok. O bambaşka bir şey. Peki nedir onun unsurları? Ben bunu üç noktada topluyorum. Sevgi, saygı ve hoşgörü... Ama bu bir çok insanın yaptığı gibi lafta kalan, sahte, suni, samimiyetsiz, yüreksiz, gerçeksiz bir sevgi, saygı ve hoşgörü değil. Günümüz insanları bunun hep edebiyatını yapıyorlar. İş lafa gelince onların taş kesilen kalplerinde sevginin,saygının, hoşgörünün zerresi görülmüyor. Bu geri zekalılar kimi kandırdıklarını sanıyorlar. En büyük Türk hikayecisi Sait Faik Abasıyanık bir hikayesinde şöyle der: "Her şey bir insanı sevmekle başlar." Önemli olan o bir insanda başlayan sevginin denize atılan bir taşın dalga dalga büyümesi gibi yeryüzündeki tek istisna olmadan bütün insanlara, bütün hayvanlara, bütün bitkilere, bütün eşya ve cemadata ulaşabilmesidir. Sevgi var oluşun, yaratılışın en büyük sırrıdır. İnsan sevdiği ve sevildiği sürece vardır, yaşıyordur. Hem de renk ve ışık içinde yaşıyordur. Şair Bedri Rahmi Eyüboğlu, "İnsan alemde insanları sevdiği müddetçe yaşar."diyor. Sevmeden sevilmeden yaşayan insanların, yaşayan bir ölüden ne farkları vardır. Sevgiyle bakır altınlaşır, sevgiyle geceler nurla dolar, sevgiyle etrafımızı hep melekler sarar. Rahatça "nerede sevgi, orada Allah" diyebiliriz. Sevgisiz geçen bir ömür nafiledir. Böyle bir yaşantıyla insan en büyük zararı kendisine verir. Seviyoruz seviliyoruz güzelliğimiz bu yüzden diyen insanlar ne mutlu, ne güzel, ne hoş insanlardır. İnsanoğlu hayatta yalnız sevdiği ve sevildiği zaman tekamül edebilir. "Sevmek devam eden en güzel huyum" diyebilenler ne mübarek insanlardır. Çevrenize dikkat edin nerede sıkıntılı, rahatsız, bunalımlı, kompleksli insanlar görürseniz bilin ki onların hepsi sevgi susuzluğu içindedirler. Sevilmemenin ıstırabını yaşıyorlardır. Zahiri hiçbir şey onlardaki bu ıstırabı dindiremez. Onlar ruhen de tekamül edemezler. Belki zengin olurlar, belki makam mevki sahibi olurlar ama asla olgun, kamil bir insan olamazlar.Sevgiden sonra saygı gelir. Sevgi ile saygı at başı giderlerse o sevgi ebediyen devam eder. Saygının olmadığı bir sevgi kendini ve başkalarını kandırmaktan başka bir işe yaramaz. saygının temelinde edep vardır, incelik vardır, zarafet vardır, kibarlık ve asalet vardır. Saygısız sevgiler bir kinden, bir aldatmacadan, bir hicaptan başka bir şey değildirler. Madem ki her zerrede zikreden Allah'tır diyoruz o halde kainattaki bütün mevcudata, insan, hayvan, bitki, eşyaya saygı göstermeye mecburuz. Kalplerinde saygı olmayan insanlar kendi zamanının firavunu olmaktan bir adım öteye geçemezler. Geçen gün oturmuş masada kitabımı okuyordum. Birden telefon çaldı, yetişeyim derken aceleyle kalkmak istedim, ayağım masanın bacağına çarptı. Çok üzülmüştüm. Telefon konuşması bittikten sonra masanın bacağına gittim, onu öptüm, onu okşadım ve özür diledim. Eminim bu satırları okurken gülecekler çıkacak. Varsın gülsünler. Ben onlara bir noktayı hatırlatmak isterim. Biz ilkokulda okurken "cisimler canlı ve cansız olmak üzere ikiye ayrılır" şeklinde öğretmişlerdi. Biz ilkokul beşteyken atom parçalandı, atom bombası yapıldı, Hiroşima ve Nagazaki'ye atıldı. Japonya çökertildi. O zaman anlaşıldı ki cansız cisim diye bir şey yokmuş. Her atomun içinde nötron, proton ve elektronlar Mevlevi dervişleri gibi fırıl fırıl dönüyorlar. Yunus Emre bir şiirinde "Hiç kimse bilmez bizi biz ne işin içindeyiz." diyor. İnsan kainatın en büyük sırrıdır. Hiç kimse Hz. Muhammed' e gelinceye kadar bu sırrı çözemedi. Bu sır, insanlık tarihi boyunca dinin, bilimin, felsefenin,güzel sanatların meşguliyet alanında çözülmeye çalışıldı. Ama hep bir bilinmeyenden başka bir bilinmeyene doğru yol alındı. O sırrı çözdük sananlar hüsrana uğradılar. Ne zaman kainatın Efendisi geldi dünyanın gidişi zulmetten nura döndü. Bakın şu dünyanın haline: savaşlar, kavgalar, sonu gelmeyen tartışmalar, ithamlar, terörler, biri bitmeden biri çıkan nice olaylar. İnsanlık alemini bu çirkin, bu kirli, bu tehlikeli gidişattan ancak ve ancak Resulullah Efendimiz kurtarabilir. Ama ne yazık ki, günümüzde gerçek manada sade İslam'ın dışındakilerin değil, İslam'a dahil olanların da o nurlu yoldan ne kadar uzak oldukları ortada.Sevgi ve saygıyı tamamlayan üçüncü unsur hoşgörüdür. Hoşgörü olmadan ne sevgi olur ne saygı. Ancak bu üç unsur el ele verdiği zaman bütün kainat pırıl pırıl aydınlık bir nura dönüşecektir.
2) Muhammedi ahlak bir insanın sevgiyle, saygıyla ve hoşgörüyle yeryüzündeki bütün insanları, bütün hayvanları, bütün bitkileri, bütün cemadatı kucaklamasıdır. Ancak bu kucaklamayla insan insan olduğunun farkına varabilir. Ancak bu kucaklamayla insan huzurun, mutluluğun, güzelliğin ve yaşama sevincinin doruğuna varabilir. Muhammedi ahlakın olmadığı yerde her şey yarımdır, noksandır. Sıkıntı, bunalım ve zulmetle doludur. Ancak o nuru Muhammedi ile karanlıklar aydınlığa kavuşabilir.
3)Mana büyükleri. Çünkü yalnız onlar kainata tevhid açısından baktılar. Yalnız onlar sevginin, saygının ve hoşgörünün güzelliğini yaşadılar. O güzeller, o nurdan heykeller sade sözle, yazıyla değil, bizzat yaşayarak, bizzat olayların içinde kavrularak zulmeti nura çevirdiler. Yalnız onlar Muhammedi aşkın elle tutulan, gözle görülen somut örnekleri idiler.
4) Tür edebiyatında en çok sevdiğim şair önce Yunus Emre; sonra Necip Fazıl Kısakürek, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Kemalettin Kamu, Ahmet Kutsi Tecer ve Behçet Necatigil'dir. Bu şairlerin şiirlerini çok seviyor ve onları mütemadiyen okuyorum. Güzelliklerine doyamıyorum.
5) Bir gün çalıştığım iş yerine televizyon müdürlerinden bir zat geldi. Benimle televizyonda konuşmalar yapmak istediğini söyledi. Bu o güne kadar hiç düşünmediğim bir husustu. Kabul etmedim. "Ben zaten televizyonları hiç sevmem. Orada konuşmakta hiç aklıma gelmeyen bir şey." dedim. Televizyon müdürü kabul etmedi, ısrar etti ve bir teklif getirdi, "Önce bir deneme konuşması yapın eğer beğenmezseniz, onaylamazsanız o konuşmayı iptal eder, yayınlamayız." dedi. Bir süre sonra bir televizyon konuşması yaptım ve yayınlandı. Konuşma tahminimin üstünde, hiç beklemediğim, olağanüstü bir şekilde karşılandı. Yolda giderken, çarşıda pazarda alışveriş yaparken, lokantada yemek yerken, mektupla, telefonla pek çok insan konuşmayı çok sevdiklerini çok beğendiklerini söylediler ve devamını istediler. Olay bu şekilde gelişti. O konuşmalarla pek çok dost kazandım. Bunların bazıları o kadar sıcak, samimi ve candan dostluklardı ki akraba ilişkilerinin çok üzerine çıkıyorlardı. Allah onlardan razı olsun. Onlara ne kadar teşekkür etsem yine azdır. Allah beni o güzel insanların ilgisine, sevgisine layık eder inşallah.
6)Efendim, Rana Hanım benim 44 yıllık eşimdi. Danıştay savcılığından emekli oldu. Bana göre insanüstü bir insandı. Zaman zaman düşünürdüm acaba Rana insan kılığına girmiş bir melek mi diye. O kadar asil, kibar, hanımefendi bir insandı ki 44 yıllık evliliğimiz süresince ne bir küfür, ne bir argo kelime, ne bir kaba söz çıkmadı. Hayatın her anında son derece ölçülü ve dengeliydi. Son nefesine kadar da o inanılmaz ölçü, ahenk ve uyum hep devam etti. Onu insanlık kültür tarihinde Peygamber Efendimizin eşi Hz. Hatice validemize benzetirdim. Onu ilk günden itibaren çok, pek çok, deliler gibi sevdim. O hep benim için Allah'ın eşi bulunmaz bir hediyesiydi. O yeryüzünde Allah'ın bir nur tecellisi idi. Hakk'a göçtüğü gün Rana'nın yanında kendim içinde bir yer ayırttım. Her gün dua ediyorum "Allah'ım" diyorum "önce Rana'nın yanına gömülmeyi nasip eyle, sonra da mana aleminde hep onunla beraber olalım." Burada yine Resul'ümüzün bir Hadis-i beni umutlandırıyor, içimi ışıkla dolduruyor. Kainatın efendisi " Bu alemde birbirini çok sevenler, mana aleminde de beraber olacaklardır." buyuruyor. İnşallah sizler de dua edin Allah bu güzelliği, bu mutluluğu bize nasip etsin. Rana 44 yıllık hayatımızda bir kere bana abdestsiz çorba pişirmedi. Bir kere beni kıracak, üzecek, incitecek bir sözde bulunmadı. Ondan hayatı boyunca hep edep, incelik, zarafet tecelli etti. Hayatı boyunca bir kere bir tabak, bir bardak, bir fincan kırmadı. Her tuttuğunu besmele ile tutar, her bıraktığını besmele ile bırakırdı. Çalıştığı zaman namazlarını günü gününe kılardı. 18 yaşından itibaren ülsere yakalandığı halde Ramazan ayında bir kerecik olsun orucunu bırakmadı. Rana çok güzel yazı yazardı, şiir yazardı, resim yapardı. Ölümünden önce yazdığı günlükleri "Günlüğümden" isimli bir kitapta toplamıştı. Ben hayat boyu Rana kadar güzel yemek yapan ikinci bir insan tanımadım. Salatayı bile o kadar özenle, dikkatle hazırlardı ki bazen sofraya oturur dakikalarca yemeye kıyamazdım. Çünkü o bir salata değil bir sanat eseriydi. Bende yaşadığımız sürece elimden geldiği kadar, gücümün yettiği kadar ona sevgi, saygı ve ilgi gösterdim. Yapamadıklarım içinde onun ruhundan özür diliyor, Allah'tan mağfiret bekliyorum. Bir ömür boyu Allah ve Peygamber aşkı ile yaşayan bu mübarek insanın asil ve temiz ruhunu sizlerde Fatiha'larla, Yasin'lerle, Hatim'lerle şad ederseniz beni çok mutlu etmiş olursunuz.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.
|