Konu : Bir insanın gerçek değeri boş vakitlerini nasıl değerlendirdiği ile anlaşıl
Gönderen :
"Hayran"
Tarih :
12/8/2022 10:33:26 AM
.
BİR İNSANIN GERÇEK DEĞERİ BOŞ VAKİTLERİNİ NASIL DEĞERLENDİRDİĞİ İLE ANLAŞILIR
Soru-Cevap
.
Çok sevgili değerli Büyüğümüz,
Size hayran olmamak mümkün değil. Umarım şimdi biraz dinleniyorsunuzdur. Ben de sizin tasvip etmediğiniz o dizilerden izliyordum. Bundan sonra dizi mizi yok. Ya güzel bir kitap okuyacağım ya da iki rekat namaz kılıp tüm ihtiyacı olanlara dua edeceğim yada başka faydalı bir iş. Gerçekten akşam saatlerim yatana kadar çok ölü geçiyordu. Bundan sonra böyle olmayacak inşaallah. Önerileriniz de varsa çok sevinirim sizi yormazsam.
Sonsuz bir saygıyla o şiir gibi ellerinizden öpüyorum.
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
-------------------------------------------------------------------
Sayın “Hayran”,
Kıymetli yavrum, dünyanın en büyük deneme yazarı Montaigne, “Bir insanın gerçek değeri, boş zamanlarını nasıl kullandığı ile anlaşılır.” diyor. Ne yazık ki bugün pek çok kadınımız, erkeğimiz (özellikle kadınlarımız) gecelerini adına dizi denilen o bayıltıcı, öldürücü, ruh kökümüzü tahrip edici, en güzel, en temiz, en ulvi duygularımızı bir bomba gibi yok edici programları seyrederek zamanlarını en gaddarca, en insafsızca, en merhametsizce bir şekilde öldürüyorlar. Bu programları seyretmeme kararı aldığınız için sizi yürekten kutlarım. Ne güzel karar almışsın. Allah razı olsun. Akşamları ibadet edebilir, zikir yapabilir, kitap okuyabilir, desen çizebilir, yazı yazabilirsiniz. Hemen bugünden günlük tutmaya başlayın. Duygularınızı, düşüncelerinizi, hayat, insanlar ve olaylar karşısındaki tespitlerinizi günlüğünüze yazabilirsiniz. Sanki her gün önümüzden nice filmler geçiyor, nice trajediler oynanıyor. Nadiren de olsa olağanüstü güzel insanların ürpertici, saygı verici, örnek hareketlerine şahit oluyoruz. Neden bunları günlüğümüze yazmayalım? Dikkat edin o zaman Rilke’nin “Görmeyi öğreniyorum” duyurusunu algılamış olacağız.
Ah, görmek, görebilmek, algılayabilmek, özümleyebilmek, farkında olabilmek ne muhteşem bir olay… Şu toplumda her şeye rağmen inanılmaz güzellikte, mükemmellikte hanımefendiler, beyefendiler var. Bütün bu öldürücü, yok edici etkilere rağmen onlar kendilerini bir mücevher gibi korumuşlar, muhafaza etmişler. Bazen bu güzel insanlardan öyle muhteşem davranışlar görüyorsunuz ki onlarla beraber olmak, onlarla konuşmak, onları dinlemek bir muhteşem senfoni gibi. Onların güzellikleriyle sarhoş olmak, kendinden geçmek ne güzel bir olay… Belki de hayat dedikleri, yaşamak dedikleri işte bu, işte bu güzellikler… O zaman şöyle düşünemez miyiz? Acaba biz de onlar gibi olamaz mıyız? Onlar gibi bir gül goncasının üzerindeki yağmur tanesi gibi kendimizi arıtıp temizleyemez miyiz? Neden olmasın. Onlar bu güzellikleri nasıl çilelerle, tahammüllerle, hoşgörülerle, hayatı, varoluşu her gün yeniden fethedişlerle ulaştılarsa biz aynı güzellikleri neden yaşamayalım? İşte her sabah önümüzde açılan yepyeni bir dünya. Neden o günü bütün nüanslarıyla, bütün ihtişamıyla yeniden, yeni baştan yaşamayalım?
“Yeniden başlasak, yeniden aşka
Hiçbir şey olmamış gibi yeniden…”
Senelerce, senelerce evveldi. Henüz emekli olmamıştım. Bir gün heyetten çıktım, odama çekildim. Günlüğümü açtım. Yazıyorum. Birden kapı açıldı, çok sevdiğim arkadaşım Selahattin Falay içeri girdi. “Merhaba Sabri,” dedi, “ne yapıyorsun?” “Günlüğümü yazıyorum.” dedim. “Bana son cümleni okur musun?” dedi. “Hay hay” dedim, “Hayat, büyük hayat, muhteşem hayat, seni seviyorum…” Selahattin Bey, birden durgunlaştı. Gözleri yaşardı, titreyen bir sesle “Sabri,” dedi, “bu yaşa geldim, hayatı senin gibi görebilen, güzel bir kadına ilan-ı aşk ediyormuş gibi hayata bakabilen başka bir kimse görmedim.” O günü hiç unutmam. Ne zaman “Hayat, seni seviyorum.” desem hep rahmetli Selahattin Falay’ı hatırlarım.
Değerli yavrum, her gün yeni bir film, yeni bir tiyatro eseri görüyoruz. Olaylar önümüzden bir sinema şeridi gibi akıyor. Neden o günün bazı anlarını bir masal gibi, bir rüya gibi, gizli bir aşk itirafı gibi yaşamayalım? Hayat her an, cıvıl cıvıl, akıl almaz, inanılmaz güzelliklerle dolu. Neden onları yaşamayalım? Neden her gün yeniden doğmayalım? Yunus bir şiirinde
“Yunus bir haber verir, işidenler şad olur”
diyor. Ne olur biz de Yüce Peygamberimizin o muhteşem öğüdüne kulak verebilsek, yanlız “Ya hayır söyleyip ya sükut edebilsek”, ağzımızı hep hayır için, hep güzellik için açabilsek. Bizi dinleyenler varoluşun çılgın güzelliğini duyabilseler. Bazen başımızı öne eğip sükutun bir sevgilinin yüzü gibi olan o inanılmaz, o akıl almaz ihtişamını bir özsu gibi yudum yudum içebilsek. “Sevmek, devam eden en güzel huyum” diyebilsek. “Aşk gelicek cümle eksikler biter”, “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyebilsek…
İşte yavrum, günlük tutmak o filmden bazı sahneleri bir sevgilinin vaad edici bakışı gibi satırlara geçirebilmektir. Desen çizmek bizde görme duygusunu fevkalade güçlendirir. Görmek, görebilmek… Hayatta daha muhteşem ne olabilir. Bir sevgilinin yüzünde hayatın inanılmaz ihtişamını her gün yeniden görebilmek, müşahede edebilmek, o tespitle çılgın heyecanlar yaşayabilmek…
Bu konuda söylenecek daha çok şey var. Ama ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa bu güzellikleri yazmaya yine de yetmez. Haydi yavrum, al eline kalemi, defteri, başla. Hayatı fethet. Güzellikleri satırlarına geçir. Göreceksin yazdıkça açılacaksın… Bunu başaracağına bütün kalbimle inanıyorum.
“Yürü, bu yol şeref, zafer yolu
Karşında bekliyor seni tanyeri
Yürü, atıl, devir karanlığı
Durma yürü, haydi ileri…”
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhlarına Fatihalarla.
|