Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Cvp: Birleşiniz insanlar, kardeş gibi olunuz
Gönderen : Sabri Tandoğan
Tarih : 7/3/2007 7:26:40 AM


Sayın Saniye Bakırcıoğlu,


2.7.2007 tarihli mailinizi aldım.


Efendim, ilginç bir soru sormuşsunuz. Bu aynı zamanda bu soruyu sormayan nice insanların da müşterek sorusu. Benim açımdan bunun izahı şöyle:


İnsanın bir fıtri karakteri var. Yüce Peygamberimiz “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar” buyuruyor. Yani insan dünyaya bir melek gibi tertemiz geliyor. Sonra devreye aile, okul, toplum üçgeni giriyor. O tertemiz, o melek gibi yavruyu bozuyor, kirletiyor, kalbine ve kafasına çeşitli zararlı düşünceler, önyargılar, sınırsız ihtiraslar koyuyor. Mal ihtirası, para ihtirası, şehvet ihtirası, meşhur olma ihtirası, tahakküm etme ihtirası...daha nice nice ihtiraslar bir araya geliyor. Ve o melek gibi doğan çocuktan ortaya bir hilkat garibesi çıkıyor. O tertemiz duygular kirleniyor. O, gül gibi kalp kararıyor. Ortaya hiçbir şeyle doymayan, tatmin olmayan, şükretmesini bilmeyen, kanaat etmesini bilmeyen, sabretmesini bilmeyen, kalbinde sevgisi, saygısı, edebi, inceliği, zarafeti olmayan bir firavun taslağı çıkıyyor. Hep onu dediği olacak, hep onun istediği olacak, kafasından geçen hemen gerçekleşecek bir firavun. Ülkemizin erkekleri “ben erkeğim” diyor, o halde benim dediğim olacak. Ne yazık ki çeşitli nedenlerle bir çok kadınlar bu tahakküme boyun eğiyorlar. Ben öyle profesör hanım gördüm ki kocasından dayak yiyor. Oysa Ku’an-ı Kerim’e bakıyoruz: “Kadın, erkek birbirinin velisidir”. Bazan kadın daha objektif düşünür, bazan erkek. Merhum, Rana Hanım’la olan kırkdört yıllık evliliğimde bir kere bile bu üstünlük davası bahis konusu olmadı. Çünkü kırk dört yılın her saatinde, her dakikasında birbirimize sevgi ve saygı duyduk. Birbirimizin ismini mukaddes bir kelime gibi telaffuz ettik. Bir kere bir tren rayından çıkarsa ne olur? Onu siz benden iyi bilirsiniz. İnsanoğlu da tabii çizgisinden uzaklaşıyor. Egoizminin, nefsaniyetinin sonu gelmeyen ihtiraslarının elinde perişan oluyor. Tıpkı durumu susadıkça tuz yalayan bir insan gibi oluyor. Hep daha, hep daha nereye kadar, belli değil. Bir milyarder olsam diyor, oluyor, niye trilyoner değilim diye kahrediyor kendine. Bir milletvekili olsam diyor bu sefer neden bakan değilim diye hayat küsüyor. İnsanoğlu şükretmesini bilmedikçe hiçbir zaman memnun, mes’ut ve bahtiyar olamaz. Mütemadiyen önümüze çıtalar konuyor. Çıtaların yüksekliği mütemadiyen artırılıyor. Biraz daha çok, biraz daha çok diye. Bir kızın peşinden koşuyor bir genç. Allem ediyor, kallem ediyor onunla evleniyor. Ama doyumsuzluk yakasını bırakmıyor. Niye Süheyla’yı değil de Leyla’yı aldım diyor. Aslında Süheyla daha güzeldir. Bu sefer yeni evlendiği karısını, hor görmeye başlıyor. Onda güzellikler, meziyetler, değerler arayacağı yerde kusurlar, kabahatlar arıyor. Ve daima gözü dışarda kalıyor. Benim gençlik yıllarımın dünyanın en güzel kadını diye adlandırılan Liz Taylor sekiz kere evlendi. Ama hiç bir kocası o güzeliğin hakkını veremedi. Salak herifler mutluluğu dışarıda başka kadınlarda, içkide, kumarda, uyuşturucuda aradılar. Hiç biri Liz’in ellerini ellerinin arasına alıp gözlerinin içine bakarak ona şiirler okumadılar, ona “seni çok, ama pek çok, deliler gibi, çılgınlar gibi seviyorum, sevgili Liz, ne olur iki dünyada da beraber olsak” diyemedi. Çünkü Allah’a kendilerine böyle bir güzelliği nasip ettiği için şükretmemişlerdi. “Sevmek, devam eden en güzel huyum” dememişlerdi. “Aşk gelicek, cümle eksikler biter” dememişlerdi. “Sevelim, sevilelim, düya kimseye kalmaz” diyememişlerdi. Helak olup gittiler. Zavallı Liz’in güzelliği açılmamış bir mektup gibi soldu gitti. O dünya güzeli insanı hasta ettiler, hayata küstürdüler.


Efendim, insanoğlu fıtratının dışına çıkıp sun’i bir hayat yaşamaya başladığı zaman zaten maç bitiyor. Olay bu. Bizler çağın zavallı insanları hep yaratılış kanunlarına aykırı hareket ettiğimiz için mutluluğu bir türlü yaklayamıyoruz. Oysa içimizde bir muhteşem alem var. Sürekli olarak bizi yargılıyor “Sen”, diyor, “yanlış düşünüyorsun, yanlış hareket ediyorsun, sen sefilleri oynuyorsun”. İçimizden gelen o ilahi kaynaktan yükselen sesle yaşantımız birbiriyle çelişiyor. Ve asıl dram bu çelişkiden sonra başlıyor. Bir yönümüz bizi iyi, temiz, güzel, asil, büyük ve yüce olana çekiyor. Bir yönümüz bizi nefsin bataklığına çekiyor. Bizler nefs bataklığında çırpındıkça daha da derinlere gömülüyoruz. Bu sefer modern pikolojide kompleks denilen durum ortaya çıkıyor. Herşey birbirine karışıyor. Herşey, arap saçına dönüyor.


 


“Ya herşeyim, ya hiçim


Sorma, dünyam ne biçim


Bir kördüğüm ki içim


Çözdükçe dolaşıyor”


 


Hatırladınız değil mi? Bir zamanlar Hümeyra söylerdi.


Efendim, bu karmakarışık olan ruh hali pek tabiidir ki insana bütün yönleriyle hayatı zehir ettiriyor. Böyle bir ruh hali içinde olan insan nasıl ışıl ışıl, rek dolu, ışık dolu, güzellik dolu bir hayat ulaşabilir?


Oysa bütün bu firavunlukları , üstünlük taslamaları, benlik iddialarını, egoizmi, ben bilirim, benim dediğim olacak, ben ne dersem o olacak iddialarını bir kenara koyup da biraz mütevazı olabilsek, biraz edepli, biraz saygılı olabilsek  olaylara,  insanlara daha geniş bir perspektiften bakabilsek, sakin olsak, kanaatkar olsak, azla yetinmesini bilsek, insanlara svgiyle, saygıyla, onlara hizmet etmekle yaklaşmasını bilebilsek o zaman bütün karanlıklar aydınlanacak. Bütün çevremiz renkle, ışıkla, sevgiyle dolacak. Ve o zaman  “çok şükür Yarabbi” diyeceğiz. “Mutluyum, huzurluyum, bana bu sonsuz güzellikleri gösterdiğin için Sana bütün hücrelerimle teşekkür ediyorum”. Ve o zaman hayatımız cennete dönecek. Kalbimize baktığımız zaman orada kimseye karşı kin, nefret, düşmanlık, intikam hissi duymayacağız. Orada sevgiden, saygıdan, güzelliklerden başka bir şey bulmayacağız. İşte o zaman hukuk fakültesinin kapıcısı İrfan Efendiden, Danıştay’daki odacı Hüsamettin Efendiye kadar bütün değerli, güzel, büyük insanlar bir bahçenin çiçekleri gibi boy gösterecekler.  Ve o zaman “ Seviyoruz seviliyoruz, yaşamak ne harikulade birşey. Acaba cennet dedikleri şu içinde yaşadığımız dünya mı? Diyeceğiz. Memnun, mes’ut, ve huzur içinde mana alemine intikal edeceğiz. Tıpkı Ömer Hayyamın dediği gibi:


 


“Sevginle gireceğim toprağa


Sevginle çıkacağım topraktan”


 


Ve o zaman Beethoven’in dokuzuncu senfonisinin koro kısmındaki gibi


 


“Birleşiniz insanlar, kardeş gibi olunuz”


 


diyeceğiz. Allah bütün bu güzellikleri tek istisna olmadan yeryüzündeki bütün insan kardeşleşlerimize nasip etsin.


 


“Ben cihanın altın terazisine


Ağırlığımca sevgi vermişim


Ses edin, uzak milletlerin gençleri


Bütün antenlerimi germişim”...


 


Selam, sevgi ve saygı ile.


 


Sabri Tandoğan


Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :

Birleşiniz insanlar, kardeş gibi olunuz Yazan Saniye Bakırcıoğlu
Cvp: Birleşiniz insanlar, kardeş gibi olunuz Yazan Sabri Tandoğan

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]