Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Gönderen : Sezen
Tarih : 1/4/2024 11:42:37 AM


.
HOŞÇA BAK ZATINA KİM
ZÜBDE-İ ALEMSİN SEN (Zatına hoşça bak, çünkü sen alemin göz bebeğisin)
Soru-Cevap
Saygıdeğer Büyüğüm;

Yaşadığım dünyalık bir konuda sizin tavsiyelerinize ihtiyaç duyduğum için bu sorunumu anlatma gereği hissettim. ''Çalıştığım ortamda uyuşamadığımı hissettiğim bir kişi var.Kendimi her ne kadar işe vermeye çalıştıysam ve anlaşamadığım insanın tavırlarını umursamamaya çalıştıysam da yinede zaman zaman sinirlerimi yıprattım.Ben haklıyım yada haksız yada o kişi haklı yada haksız. Sadece azimliydim işimde başarılı olmak istiyordum. Herkes beni tepesine çıkarsın da demiyorum tabiiki.. Biraz banada görev verilsin istedim yada sorulsun. Müdür herkesten ortak birşey istediği zaman bizlerede fırsat bırakmadan o kişinin kendini ön plana atmaya çalışması bendeki çalışma azmini sıfıra indirdi git gide. Neredeyse her konu o kişiye sorulur olduğunu hissettiğim için tüm övgüler ona yapıldığı için çalışma azmim sıfıra indi. (tabiiki dünyalık mesele sonuçta, olduğu yerde kaldı işte diyorum bazende çalışma azmim sfıra iniyor biz burda neciyiz diye). Gurup çalışması varsa amirler varken kendini amir hissedip komut veren bir insan modelinin olduğu bir ortamda onca sene okumuşluğum hiç gibi geliyor. Dışlanmış hissettim kendimi.Benim çığlığım sadece daha işe yarar şeyler yapmama fırsat verilmesini istememdi. Ve günden güne o kişiye gösterilen samimi davranışlar beni huzursuz etmeye başladı. İnanın hocam ben o kişiyi kıskanmıyorum inanın. sadece işi her yönüyle öğrenmeye çalışmaktı amacım. başkalarının kendisinin üzerine düşmesini fırsat bilerek ortamda oluşan kaprisler ve rekabet istemiyordum hiçbir şekilde. Bu durum ister istemez beni gerginleştiriyordu. Artık ortamda öyle bir gerginlik vardıki biri bende öğreneyim bana da anlatır mısın denildiği zaman tamam ben yaparım diye geçiştirmeye çalışan bir insan tavrı hissediyordum. Cesaret edemediğim için hiçbişey soramıyordum bile. En sonunda müdür ile konuştum. İsim vemeden konuştum. ''Başka birime geçmek istediğimi beyan ettim. Sebebini sordu ısrarla. sadece daha iyi şeyler yapmak istiyorum. Burda kendimi huzursuz ve mutsuz hissediyorum dedim. neden açıkça söylersen iyi oılur dedi. Bende 'birinin yada birilerinin herşeye atlaması, bize de işlerle ilgili olarak söz hakkı verilmesi ve gurupsak gurup olarak çalışılması gerektiği yönünde söylemde bulundum. departman değiştirmek istediğimi ve mutsuz ve huzursuz olduğumu söyledim. Beni başarılı olarak gördüğünü ve bu kararımın üstünde düşünmem gerektiğini söyledi. Ertesi gün kararımı sordu. Kararım kesin dedim.

Hocam eminim uyşamadığım o insan da böyle olmasını istemezdi. O da iyi bir insan.O da azimli ve ben de. Elimizden gelenin en iyisini yapmak istiyoruz. Hocam sağlığınıza her zaman duacıyım. Bana bu yaptıklarım konusunda nasıl bir tavsiyede bulunursunuz?



Sayın Sabri Tandoğan Hz'nin cevaben yazdıkları :
-----------------------------------------------------------------

Sayın Sezen,

15.1.2010 tarihli mailinizi aldım.

Kıymetli yavrum, şu anlattıkların bana hiç yabancı, hiç anormal gelmedi. Çünkü çalıştığım yerdeki bir insan da aynen böyleydi. Ben, kusura bakma sana göre daha hayatı anlamış bir kimse olarak işe başladığım için olayı hiç yadırgamadım. Eğer başka bir yere geçseydim durum hiç farklı olmayacaktı. Senin en büyük hatan o arkadaşınla rekabete girişmen oldu ve üstünlük savaşında sinir sistemini bozdun, yaşama sevincini yok ettin. Oysa bize düşen görev sadece ve sadece önümüzdeki işi her gün biraz daha iyi yapmaya çalışmak olmalı. Ben niye üstünlük savaşına gireyim? Aptal mıyım ben? Sadece aldığım maaş karşılığında önümdeki işi gücüm yettiği kadar iyi ve temiz yapmaya gayret ederim o kadar. Ben de onu yaptım.



Benim işimin dışında da başka dünyalarım vardı. Hayat o işyerindeki beş, on kişiden ibaret değildi. Üç buçuk yaşından beri başlayan okuma aşkım günden güne büyüyordu. Var gücümle İslamı, tasavvufu anlamaya çalışıyordum. Beri taraftan Türklüğü ve İslamlığı bir türlü sevemeyen bir Batı vardı. Onun bilimdeki, felsefedeki, güzel sanatlardaki bütün eserlerini okumam gerekiyordu. Beri taraftan bir hayat vardı. O hayatta apayrı bir dünya olan insanlar vardı. Onları tanımalıydım. Onları anlamaya çalışmalıydım. Muhteşem bir dünya olan kadın ruhundaki sonsuz incelikleri ve güzellikleri sezmeye çalışmalıydım. Açılan bütün resim sergileri beni bekliyordu. Her cuma akşamı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasında Batının muhteşem eserleri çalınıyordu. Bach’lar, Beethooven’ler, Mozart’lar, Mendelssson’lar, Çaykovsky’ler. Öbür tarafta Avrupa’nın en büyük rejisörü Carl Ebert, pırıl pırıl bir tiyatro ekibi yetiştirmişti. Kainatın en büyük piyes yazarı Shakespeare başta olmak üzere dev gibi eserler oynanıyor, o piyeslerdeki sergilenen insan ruhunun nüanslarını ince ince çözebilmek için canımı dişime takıyordum. Bazı piyeslere beş kere gidiyordum. Sonradan Cüneyt Gökçer, Ayten Gökçer çifti geldiler, tiyatronun içine ettiler. Bugünkü utanç verici, iğdiş edilmiş tiyatro ortaya çıktı. Beri yandan bazan kuru ekmek yiyor, elime geçen bütün parayı kitaplara veriyordum. Onun yanında ruhen tertemiz kalabilmek için olağanüstü bir savaş veriyordum.

Değerli yavrum, böyle bir insanın işyerindeki, ihtiraslarının kölesi olmuş bir iki zavallıyla, perişan insanla didişecek vakti mi kalırdı?

Ah, yavrum, işte senin ve senin gibi temiz insanların hayattaki en büyük hatası bu oluyor. O işyerindeki minicik departmanda dünyadan habersiz birkaç zavallının itişip kakışmasına gülüp seyirci kalacağınız yerde onlarla yarışa giriyorsunuz. İnsan kendine ancak bu kadar kötülük yapabilir. Farzet ki o departmanın lideri sen oldun. Ne oldu? Eline ne geçecek? Ama bir de kayıplarını düşün. Bir dünyada yaşıyorsun. Alabildiğine büyük, yüce, sonsuz güzelliklerle dolu. Bilim adamları, büyük Peygamberler, büyük veliler, büyük filozoflar, büyük sanatkarlar ve alabildiğine sonsuz, muhteşem, çılgın güzellikler... Sen bunların hepsine sırtını dönüyorsun, hiçbir eğitim görmemiş, ruhunu yüceltmek için bir gün bile çaba göstermemiş, aslında zavallı, hem de utanç verecek kadar zavallı, ihtiraslarının pençesinde kıvranan bir yaratıkla yarışa giriyorsun. İşte, dünyada her şey affedilir, bu affedilmez. Sezar, kendini öldürmeye gelenlerin arasında manevi oğlu Brütüs’ü görünce o meşhur sözünü söylemişti: “Sen de mi Brütüs?...”

Benim güzel yavrum, benim temiz pırlanta yavrum, o it dalaşında senin işin ne? İşine zamanında git, gel, tertemiz giyin, önündeki işini günü gününe güzel bir şekilde yapmaya çalış, hem amirlerine hem çevrendeki en küçük statüdeki insanlara kadar herkese kibar ve nazik davran, saygı göster. Orası sadece senin maaş aldığın yer. Orası ihtirasların tatmin alanı değil. Çünkü sen bir yüce insansın. Yarış atı değilsin. “Ama onlar, başkaları...” diyeceksin, sana ne yavrum onlardan? Bir lokantaya gittiğin zaman görüyorsun ki her masa kendi hesabını ödüyor. Yarın Allah’ın huzuruna çıktığımız zaman da öyle olacak. Herkes kendinden sorumlu olacak. Ananın, babanın evladına, karının kocasına faydası olmayacak...

Değerli yavrum, bilmem anlatabildim mi?

Söyleyeceklerim bu kadar.

Yeni maillerini bekliyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.



Sabri Tandoğan
Aziz Ruhlarına Fatihalarla

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]