Konu : Kader konusu hiç de bir bilinmeyen değildir.
Gönderen :
Hatice Hakeri
Tarih :
3/19/2024 11:10:41 PM
.
KADER MESELESİ HİÇ DE BİR BİLİNMEYEN DEĞİLDİR
Soru-Cevap
Hayırlara vesile olması duasıyla ..
Efendim, En son okuduğum kitap " Firavun'nun öldüremediği Musa'dır" yazarı Hekimoğlu İsmail.Bu özcümle kitap başlığını stantta görünce içimden aman Allah'ım dedim. Çok etkilenerek ve bilgilenerek okudum. İçinden bir küçük kitapçık da çıkardım. Bir cümle insanda ne kadar geniş bir açılım kazandırabiliyor.Allah c.c. yazarından razı olsun.Ordan zatılainize bir iki bölüm aktarmak istiyorum. Çünkü bu duruş sizin bizlere hep söylediğiniz bir duruş. En son "hayat eksinin artıya , negatifin pozitife dönüşmesi olayıdır " yazmışsınız. Biliyor musunuz efendim okuduğum birçok kitaptan siz çıkıyorsunuz. Sizin öğretileriniz çıkıyor. - Analar çocuk, büyük hadiselerde büyük insanları doğurur. Her sistem kendi hainini besler. Evvela dikenler büyür sonra güller açar. Peygamberin olduğu yerde dinsizliğin lideri, dinsizliğin liderinin olduğu yerde de bir kurtarıcı vardır. Allah bu dünyayı firavunlara teslim etmeyecektir.- - Her nehir kendi yatağını kendisi çizerken suyu yaratanın ilahi programı vardır.
Efendim, Hayat eşittir seçimler dersiniz hep. Aklı selim ve vahiy ile treni raydan çıkarmadan götürmek mümkün diyor alimler. Peki seçimle kaderimizi de kendimiz mi çiziyoruz o zaman. Öbür yandan herşeyin üstüne olan İlahi program kaderse, seçimlerimiz kader olmuyor mu? Bizim elimizde olan ne? Özsoru efendim, Kader nedir ? Alınyazısı denilen şey nedir? Sağlığınıza, mutluluğunuza, huzurunuza duacınızım. Sonsuz hürmetlerimle...........
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Hatice Hakeri,
Efendim, Peygamberimiz bir Hadis-i Şerifinde “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar” buyuruyor. Yani çocuk dünyaya bir melek gibi geliyor. İstisnalar dışında aile, okul, toplum üçgeni el ele veriyor o melekten bir canavar çıkarmak için ne mümkünse yapıyor. İnsanın asli vazifesi fıtratındaki temizliği, asaleti, güzelliği ömür boyu korumak. Ve mana alemine göçerken getirdiği güzellikleri aynen tertemiz, pırıl pırıl, bembeyaz götürebilmek. Biz o temiz fırtattan ne kadar uzaklaşırsak o kadar iki dünyamızı da berbad etmiş oluyoruz. İşte mes’ele burada. Fıtratımızdan uzaklaştıkça kirleniyor, lekeleniyor, toza, çamura bulanıyoruz. Bu durum bizim kaderimiz oluyor. Cennete gitmek de, cehenneme gitmek de seçimlerin sonucunda. Bu, seçimlere göre insanın kendi elinde oluyor. Kur’an-ı Kerim’de gösteriliyor; şunları şunları yaparsan cennete, şunları yaparsan cehenneme gidersin diyor. İnsanın elinde her ikisine de gitme özgürlüğü var. Bu bizim elimizde.
İnsan çok genç yaştan itibaren şer yolu seçsin, her türlü günahı işlesin, sonra da “Eh, ne yapalım, benim kaderim böyleymiş” diye omuz silksin. Yağma mı var? Sen, düşüncelerinle, yaşantınla o yolu seçtin. Şimdi de bana ne diyorsun. İşte pek çok insanın yaptığı bu. Nefislerimize mağlup oluyoruz. Bizi mana yolundan, güzellik yolundan, aşk yolundan uzaklaştıracak işlere tevessül ediyor, sonra da kaderim buymuş diyoruz. Ömür boyu dedikoduyu yapan kim, laf taşıyan kim, haram yiyen kim, harama bakan kim, düşüncelerini, hayallerini hep negatifle, şerle, günahla dolduran kim, iç dünyasını kinlerle, nefretlerle, kıskançlıklarla, hasetle, fitne fücurla dolduran kim? Sonra da bütün bunlardan bir kelimeyle kendimizi kurtaracağımızı sanıyoruz. Ne aptalca bir mantık. Be kardeşim, lokantada her masa kendi hesabını kendi öder. Hiç başka masanın faturasını size ödettikleri oldu mu? Elbette hayır.
Günümüz insanlarının elinde kader kelimesi bir cankurtaran simidi olmuş. Bunun ne kadar işe yaradığını veya yaramadığını mana alemine göçünce görüp anlayacağız. İşlediğimiz zerre kadar hayır veya şerrin hesabı muhakkak yapılacaktır. Köşedeki büfeden bir kibrit bile alsak onun da hesabını ödemeye mecburuz. İki dünyamızın da cennet gibi olmasını istiyorsak el ele verelim, günahlarımıza tövbe edelim, kırdığımız kalpler için, incittiğimiz gönüller için tövbe edelim, af ve mağfiret dileyelim. Hepimiz şu dünyada misafiriz. Misafirliğimiz ne zaman bitecek bilemiyoruz. Tövbede gecikmeyelim. Birtakım kelimelerin arkasına sığınmayalım. Unutmayalım ki pozitif veya negatif söylediğimiz her sözün, yaptığımız her hareketin, kafamızdaki her düşüncenin, kalbimizdeki her hayalin hesabı verilecektir. Biz hesaba çekilmeden önce kendi kendimizi tarafsız olarak, objektif olarak yargılayalım. Suçumuzu itiraf edelim. Sonra Allah’ın affına, mağfiretine sığınalım.
Tıpta bir kural vardır, “Hasta hastalığını kabul etmediği sürece iyileşemez” diye. Biz de ne kadar günah işlediğimizi, ne kadar bencil ve egoist olduğumuzu, ne kadar evrensel sevgiden uzak yaşadığımızı, birtakım sütrelerin arkasına saplanmadan açıkça itiraf edelim ve af dileyelim.
Efendim, bu konuda söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Tereddüt varsa lütfen yazın, konuyu tekrar işleyelim.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhlarına Fatihalarla.
|