Konu : Çarşamba sohbetlerinden notlar.
Gönderen :
Sabri Babayla Yeni
Tarih :
3/29/2024 4:21:05 PM
.
.
İLK DEFA SAYFAMIZDA YAYINLIYORUZ-27 MART 2024- 1. BÖLÜM
MUHTEREM SABRİ TANDOĞAN BÜYÜĞÜMÜZÜN YAKLAŞIK 20 - 25 KİŞİLİK ÇARŞAMBA SOHBET GURUBU İLE YAPMIŞ OLDUĞU 4 NİSAN 2002 TARİHLİ SOHBETTEN BİR BÖLÜM
SOHBET YERİ: ANKARA
.....
(Öncesi var)
SOHBETİN BU NOKTASINDA KONUŞMA SIRASI KENDİSİNE GELEN NERMİN HANIM SÖZ ALMIŞ VE SORUYOR:
-Efendim, benim sizde gözlemlediğim bir hareket var. Olumsuz bir söz ya da olay karşısında derhal parmağınızla bir tahtaya vuruyorsunuz. Bu hareketin nedenini ben bilmiyorum ve öğrenmek istiyorum. Anlamı nedir?
SABRİ TANDOĞAN:
-Yavrum, bu hareket sebepsiz değil. Tamamen ilmi ve mantıki nedenlere bağlı. Bazıları bir batıl itikat olarak algılar bunu ama değil. Mesela gerek kelam, gerek düşünce, gerekse eylem olarak bizden veya çevremizdekilerden çıkan bir negatifliğin vücut bulmaması için bu hareketten çıkan ses dalgaları o eksi elektrik dalgalarının yoğunlaşmasını ve vücut bulmasını o eksi dalgaları dağıtarak engelliyor.
Mesela geçen senelerde Mete Işıkara sürekli deprem senaryoları düzenlerken ben bunları dinledikçe tahtaya vururdum. Adam sözleriyle kehanetleriyle sürekli negatif elektrik çıkartıyordu. Niye tahtaya vuruyoruz? Çünkü en fazla ses dalgası tahtaya vurunca çıkıyor. O dalgalar da negatif elektrik yoğunluğunu dağıtıyor. Bu tamamen bir fizik olayı, bilimsel bir olay. Ama bazı insanlar buna batıl itikat diyorlar. Çünkü işin mekanizmasını bilmiyorlar. Sadece birebir insandan insana olmayabilir eksi elektrik. Televizyonda bir adam kötü kötü konuşur, gene eksi elektrik üretebilir. Nitekim ben o Mevlana ve Muhyiddin Arabi Hazretleri hakkında yapılan, o mübareklere kötü dil uzatılan o program sırasında mütemadiyen tahtaya vurdum. Çünkü korktum. Bir felaket olacak diye korktum. Bazı evliya celalli olur, intikamcı olur yavrum.
Münir Bey rahmetli bir hikaye anlatmıştı. Kırklar Meclisi harp kararı almışlar. Bunu bir Hak aşığına anlatmışlar. Bu zat da yıllardır Allah aşkıyla ağlar, ibadet eder ve akan gözyaşlarını bir fincanda toplarmış. Derhal o fincanı yukarı kaldırmış ve, ''Kararı bozun. Harp çıkmayacak. Eğer kararı bozmazlarsa, Yarabbi senin aşkına döktüğüm bu gözyaşlarını toprağa dökerim.'' demiş. Derhal kararı geri almışlar. Dökülürse o aşk gözyaşları toprağa, kıyamet kopar yavrum.
Yaa…, bu işler sandığımız kadar basit değil. Bilmediğimiz neler oluyor neler. O hareket batıl değil.
SOHBETİN BU NOKTASINDA MERHUM RANA HANIM SÖZ ALMIŞ:
RANA TANDOĞAN:
-Yıllar önce Ankara'da iki uçak çarpışmış. Çok insan ölmüştü. Bazılarınız belki hatırlayacaktır. Sabri de oradaymış o hadise anında. Birkaç gün sonra bir yerde manevi bir sohbet sırasında bir hanım arkadaş demiş ki, ''Efendim ben iki uçağın havada çarpıştıklarını hadiseden birkaç gün önce görmüştüm. Bir anlam verememiştim.'' demiş. Onun üzerine orada bulunan manevi zat,
''Kızım keşke o anda kalem kırsaydın, bir şeyler kırsaydın, ondan çıkan ses dalgaları o hayal dalgalarını dağıtır, vücut bulamaz ve o hadise olmazdı''
demiş.
SABRİ TANDOĞAN:
-Bunlar çok ince işler, akıl alır gibi değil. Bunu senin hiçbir ilahiyat profesörün ya da Diyanet İşleri Başkanın bilmez. Batıl itikad der. Kendisi de bilmez çünkü. Sonra doğal mavi taş da aynı şekilde. Mavi rengin eksi elektriği çekme özelliği var.
Mesela evinizin yanına yapılan gökdelene mimar paratoner koysa ne batıl hareket der misiniz? Demezsiniz. Ne çağdaş bir önlem dersiniz. İşte doğal mavi taşta paratoner özelliği vardır. Her insan üzerinde bulundurmalıdır. Bir televizyon sohbetinde Müzeyyen Senar kendisi anlatmıştı. Bir gece programı varmış. Yıllardır adeti üzere sahneye çıkmadan evvel içine bir mavi boncuk asarmış. O gün de öyle yapmış ve sahneye çıkmış. Ancak önlerde bir adam öyle kötü kötü, öyle haince bakıyormuş ki hep sahnenin köşelerine kaçarak zorla programı bitirmiş.
Odasına çıkıp üstünü değişirken bir de bakmış ki üstündeki mavi boncuk paramparça olmuş o adamın bakışlarından düşüncelerinden çıkardığı eksi elektriği doğal mavi taş paratoner gibi çekmiş ama o kadar çok gelmiş ki dayanamamış ve parçalanmış eğer o taşı oraya koymasaydım o bakışlar belki beni hasta edebilirdi bir terslik çıkabilirdi ya da beni öldürebilirdi dedi.
Onun için yanında doğal mavi taş bulundurmak batıl değil yavrum. Tamamen fizik kurallarına uygun, akıllıca bir hareket. Zaten İtalya'da, Torino'da teknik bir üniversitede nazar eksi elektrik ve doğal mavi taş bulundurma ders konusu olarak okutuluyor. İnanmayan gitsin incelesin. Bizdekiler bundan habersiz hala batıl inanç diyorlar. Bu aslında Allah'ın kanunu, fiziksel bir olay, sünnetullah. Ben ha eve paratoner koymuşum, ha yanımda doğal mavi taş bulundurmuşum, ha tahtaya tıklatıp ses çıkartmışım. Hepsi bunların sünnetullaha sığınmaktır. Katiyyen şirk değildir. Tedbire tevessül etmektir. Peygamberin hadisi var. Vebadan aslandan kaçar gibi kaçının buyuruyor. Ben Allah'a inanıyorum. Ben Allah'a sığınırım. Allah beni korusun. Tamam sen yine Allah'a inanacak ve sığınacaksın ama tedbirini de alacaksın. Sakınacaksın da. Peygamberin emri böyle.
Sonra hasta olanlara tedavi olun emri var. Ben inanan insanım. Allah verdiği hastalığı, Allah iyileştirir. Hayır efendim, vasıtalara başvuracak tedavimizi yaptıracağız. Ancak şifayı Allah'tan dileyeceğiz. İşte bu incelikleri bilmeyenler ahkam kesiyorlar. Batıl inanç ya da şirk diyorlar. Mesele İslam'ın özünü bilmekte yavrum. Ben gönül adamıyım. Allah beni iyileştirsin. Ben kılımı bile kıpırdatmam dersen işte o şirk olur. Tedavi olun. Emrine muhalefet ediyorsun. Kendince bir seçenek oluşturuyorsun. Ben size indî görüşlerimi söylemiyorum. Ben size Kur'an ve hadislere dayandırarak anlatıyorum. Ben öyle veli sözüne filan da kulak asmam. Benim işim sağlamdır. Ben aynı zamanda hukuk adamıyım. Adama senet sorarlar.
BERRİN HANIM:
-Bazen negatif elektrik çıkaran bir olay, bir düşünce ya da hayal anında hiç ses çıkaramayacağımız, garip hareketler yapamayacağımız ortamlarda ne yapalım?
SABRİ TANDOĞAN:
Mesela şiddetle öksür, sandalyeni gıcırdat, bir yere bir şey düşür, sessizce bir şeyi aç-kapa, bir ses çıkar işte. İlle de tahtaya vurmak şart değil, maksat şiddetli ses dalgalarıyla eksi elektrik dalgalarını dağıtmak.
NERMİN HANIM:
-Düşünceler bu derece güçlü mü Efendim?
SABRİ TANDOĞAN:
Bir şey söyleyeyim mi? Hayat eşittir düşüncedir. Her eylem bir düşüncenin ürünüdür. Her düşünce iyi veya kötü eninde sonunda değiştirilmezse vücut bulur, eyleme döner. Ama bu maalesef gerektiği kadar önemli ele alınmamış bugüne kadar. Bunu ilk defa ben ele alıyorum, ben söylüyorum. Düşünceler fiillerden de önemlidir. Bir insan on sene kafasını zina fiiliyle meşgul etsin, ister istemez zinanın kucağına düşer yavrum. Bir insan iki sene içki fikrini kafasında taşısın, iki sene sonra rakısını yudumlar yavrum. Bu iş böyle. Bazıları sanıyor ki düşüncelerin şu kemik kafa alanı kadardır. Öyle değil.
(devamı var…)
İLK DEFA SAYFAMIZDA YAYINLIYORUZ-27 MART 2024
MUHTEREM SABRİ TANDOĞAN BÜYÜĞÜMÜZÜN YAKLAŞIK 20 - 25 KİŞİLİK ÇARŞAMBA SOHBET GURUBU İLE YAPMIŞ OLDUĞU 4 NİSAN 2002 TARİHLİ SOHBETTEN BİR BÖLÜM
SOHBET YERİ: ANKARA
SOHBETİN BU NOKTASINDA KONUŞMA SIRASI KENDİSİNE GELEN TÜLAY HANIM SÖZ ALMIŞ:
-Efendim ben de bazı okuduklarımı paylaşayım:
Makası Leonardo De Vinci bulmuş
Kazlar göç ederken yoruan veya hasatalana arkadaşlarını sırtlarında taşıyorlarmış.
Elektrikli idam sandalyesini bir dişçi bulmuş
SABRİ TANDOĞAN:
-Ben dişçiden korkmayan insan görmedim. Tıpkı onların koltukları da elektrikli sandalye gibi. Ben şu Türkiye’de dişçiden korkan çok insan gördüm ama Allah’tan korkan insan pek görmedim. O kazlar da çok manidar.
TÜLAY HANIM:
-Bizim balkonda bir güvercin hastalandı, su verdim, yem verdim, suyuna aspirin koydum iyileşmedi. Son dönemlerinde iki tane güvercin geldi, başını bekledi. Bir süre sonra hasta güvercin öldü. Fakat bir tanesi başı önünde saatlerce ölü arkadaşının başını bekledi. Başını kaldırmadan, sanki saygı duruşundaymış gibi… Hayretler içinde kaldım. Cengiz, gel bak dedim. O da gördü. Ben böyle bir şey görmedim. Sonra poşete koyup çöpe attık.
SABRİ TANDOĞAN:
-Aklınızda bulunsun, kedi, köpek, kuş gibi, hatta Japonlar kurumuş çiçeklerini bile öyle yaparlarmış, toğrağa gömün çocuklar. Edeben…
SOHBETİN BU NOKTASINDA CANAN HANIM SÖZ ALMIŞ:
-Efendim, sohbetin bu bölümünde Faruk Dilaver Bey'in sohbet kitabından biraz alıntılar okumak istiyorum.
“Aşk, geçici olan etten kemikten ümidi kesip ebedi olanı istemektir. Aşk, ebedi olana bir kez yakın olmaktır. Aşk, sıla özlemidir. Bir kez vatana dönmektir. Aşk, yağmur damlasının denize düşmesidir.”
“Gönül Kabe'sine hak gelince o insan ne olur? Hakkın evi olur. Penceresinden hak bakar. Ağzından hak konuşur. Elinden hak uzanır. Hakkın işine hiç akıl sır ermeyecek. Bir gün erecektir diye sakın bekleme. Gönlündeki Kabe'ye gelip otursa da aklın ona eremez. O gelip senin aklına erecektir.”
“Nasıl yaşarsanız yaşayın, razı olun. İyi şeyler yapmaya çalışın.”
“Yunus Emre ile Mevlana Hazretlerinin karşılaşmasını hatırladım. Yunus Hancı'ya Konya'ya nasıl gidilir diye sormuş. Hancı Horasan'dan gelen aşıklar var. Git onlara katıl. Onlar seni de alıp götürürler oraya demiş. Yunus aşıklara rica etmiş, onlara katılmış. Konya'ya yaklaşınca aşıklar, ''Ya Hüdavendigar, çok yorulduk, üstelik de çok acıktık, şöyle bir irmik helvası yaptırsan da yesek'' demişler. Sonra da Yunus'a sormuşlar, ''Yunus, sen ne. Dilersin, hadi söyle'' demişler. Yunus sükut etmiş sadece.
Mevlana'nın dergâhına bir varıyorlar ki, mis gibi irmik helvası kokuyor. Nasıl da keyifleniyorlar.
Mevlana âşıkları sofrada karşılıyor. ''Hoş geldiniz canlarım'' diyor. Yunuscan da kapının dibine çöküvermiş, sessizce boynu bükük beklemekte. Aşıklar, “Sultanım, irmik helvası yaptırmışsın”, demişler memnuniyetle. Mevlana, “sizin dileğiniz oldu, ama beni isteyenler nerede”, diyerek kapının dibine büzülmüş Yunuscan'a koşmuş. “Ah benim canım Sultanım, sen burada mı kaldın, gel”, demiş ve onu kucaklamış. Sarılmış öyle bir. Sonra da halvet odasına geçmişler ve üç gün ayrılamamışlar.
Mevlana, Yunus'a demiş ki, “güneşim gitti, gel. Benim gönlüme teselli ol”. Yunus cevap vermiş, “Sana artık yalnızlık yaraşır. Bana da dolaşmak yaraşır”. Derler ki, Yunus gidince Mevlana çok ağlamış. Mevlana iki defa öldü diyorlar.”
“Allah'ım seni çok seviyorum dedim. Suyla, kuşla, ağaçla seviyorum dedim. Suyla seveyim dedim. Fıskiyeden birden su coşuverdi. Kuşla seveyim dedim. Kuş geldi yanımıza konuverdi. Ağaçla seveyim dedim. Yapraklarını sallayıverdi. Evliyalık böyle bir varlık değil ki. Allah'ın muhabbetini üzerine bir çekiverdin mi evliyasın işte.”
OKUMAYA ALİ İHSAN BEY DEVAM ETMİŞ:
“Kaderinizi seviyor musunuz? Kaderi sevmek, Allah'tan razı olmaktır. Allah'ı çokça sevin ki kaderinize razı olun. Çünkü onu Allah yazdı. Sonra sana uygun gördü.
De ki, Ey sevgili, bana böyle yaşamayı. Uygun gördüysen, bana bu kaderi takdir ettiysen ben de razıyım. Çünkü seni çok seviyorum. Yazdığım kadere razıyım. Yaşadığım her güçlüğe razıyım. Razıyım ama biliyorsun ki acizim. Kalemin her an yeni bir şey yazmakta olduğundan bu acize dayanamayacaklarını yazma ne olur? Biz aciz kullarını lütfunla hidayete erenlerden eyle. Seni seviyoruz, takdirine razıyız ama aciziz. Sen yolumuzu kolaylaştır.
Bu da Faruk Bey'in sohbet kitabındandı.
-Amin Ya Muiyn diyerek sohbetin bu kısmı tamamlanmış.
Sohbetin bu noktasında Murat Bey soruyor:
***************************************************
-Efendim, birçok velinin kitabında diyorlar ki bu yolda ilerleyebilmeniz için maddeden vazgeçmeniz lazım. Mesela Abdülkadir Geylani hazretlerinin evine gelen dilenciye verecek bir şey olmadığı için dilenciye evini bırakıp gitmesi, bir başkasının babasından miras kalan altınların hepsini camdan aşağı atması olayı gibi örnekler çoğaltılabilir. Muhammed Suresinde Cenab-ı Allah bize şöyle sesleniyor, 36-37. Ayetlerde:
"Gerçek şu ki, dünya hayatı oyun ve oyalanmadır. Eğer inanır ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O size hak ettiklerinizi verir. Sizden de bütün mallarınızı istemez. Eğer sizden onların hepsini isterse, sizi zorlarsa. Siz cimrilik eder, dayatırdınız. Bütün kimliğiniz de meydana çıkardı."
Yaradan yarattığını ne güzel anlatıyor, bizi çok iyi tanıyor Rabbimiz. Şimdi biz bu büyüklerin halleriyle hallenmeye çalışarak Resulullah Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam Hazretlerine yakınlaşmaya çalışıyoruz. Ama bu olaylar çok uç gibi geliyor. Nasıl bağlantı kurmalıyız? Ne kadarı doğru bunların? Biz ne kadarını uygulamalıyız? Dengeyi nasıl kuracağız efendim?
Sabri Tandoğan Hz.:
***********************
-Şimdi yavrum bu konuyu birkaç defa daha ele aldık. Belki şu anda söyleyeceğim sözler bazı hassas insanları incitebilir. Ama sorular bana Allah'ın huzurunda soruluyor ve ben de Allah'ın huzurunda cevap verdiğim için yarın kabirde vereceğim hesabı düşünerek doğru cevapları her ne pahasına olursa olsun vermek zorundayım.
Bir kere Abdülkadir Geylani Hazretlerinin evine gelen dilenciye, sana verecek bir şeyim yok, al evim senin olsun deyip çekip gideceğine ben inanmıyorum. Çünkü o kadar, o kadar zengindi ki emrinde en az kırk hizmetci vardı. Bir su istediğinde kırk kişi su getirirdi. Her gün kazanlarla yemekler pişer, bir sürü gelen giden ağırlanan insanın hatta hesabı olmazdı. Bırak dilenciye verecek bir şey olmasın.
İkinci kimse, babasından kalan altınları tıkır tıkır camdan dışarı fırlatmış. Bana göre bu da akıl alacak bir davranış değil yavrum. Yemin ederim bu İslami bir davranış değil. Bu aktarılanlar doğru değil. Bunu yapan bir kimse veli değildir. Sakın kendinize bu tip yanlış aktarılan durumları örnek almayın. Senin şerefli bir şekilde yaşayabilmen, huzur içinde ibadetini yapabilmen, başını Allah'ın huzuru dışında kimsenin önünde eğmemen için asgari de olsa bir gelire ihtiyacın var yavrum. Dikkat et! İbadet edebilmen için dahi paraya ihtiyacın var. Seccade alacaksın parayla. Örtü alacaksın parayla. Tesbih alacaksın parayla. Kur'an-ı Kerim alacaksın parayla. Bunları kimse bedava dağıtmıyor. Ben o babasından kalan altınları pencereden atan şahsın aklından da şüphe ederim. Benim anladığım İslamiyet bu değil.
Madem ki sen bana sordun, bir Hadis-i Şerifte buyuruluyor ki “Allah zengin, kuvvetli, güçlü Müslümanı sever” diyor. Niye? Açları daha çok doyurabilmek için, çıplakları giydirebilmek için. Istidatlı çocukları gerek yurt içinde gerek. Yurt dışında okutabilmek için, hastaları tedavi ettirebilmek için, onların ilaçlarını alabilmek için, fakir gençleri evlendirebilmek için, öksüz çocukları sünnet ettirebilmek için, Daha sayabiliriz. Bütün bunları yapabilmek için paraya gerek var.
Niye Hazreti Peygamber evlenirken zengin bir kızla evlendi ilk evliliğinde, fukara bir kızla evlenmedi? Soruyorum size. Hazreti Hatice Validemiz Mekke'nin ağa hanımıydı. Çok zengindi. Niçin? Davasını rahatça götürebilmek için. Bakın açık açık konuşuyorum. İnsanlık tarihinde hiç kimse inanan da inanmayan da bu konuya el atmadı. İlk ben el atıyorum bu konuya. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bir fukara kızıyla evlenseydi, sabahtan akşama kadar ailesinin rızkı peşinde koşsaydı acaba o kıvamı bulabilir miydi? Sabri Bey'in annesi edebiyat öğretmeni olmasaydı, babası hukukçu olmasaydı, ailenin tek evladı olmasaydı, ihtimamla büyütülmeseydi Türkiye’nin en kültürlü en çok okuyan insanlarından biri olabilir miydi, olamazdı.
Ziyad Bey:
-Ancak Peygamber Efendimiz Hz. evlendiğinden 25 yaşındaydı ve henüz Peygamber olmamıştı.
Sabri Tandoğan Hz:
-Evlendirildi efendim! Ev-len-di-ril-di.
…
(devamı)
|