Konu : Çocuğa bırakılacak en güzel miras...
Gönderen :
Sabri Babadan Mektup
Tarih :
4/26/2024 3:27:42 PM
.
*"HİÇBİR ANNE BABA ÇOCUĞUNA GÜZEL TERBİYEDEN DAHA KIYMETLİ BİR BAĞIŞTA BULUNMAMIŞTIR."
HADİS-İ ŞERİF*
Sabri Baba'dan Mektup
Kıymetli yavrum,
Bana, dünyanın en güç, zor, çetin işi nedir diye sorsalar, şöyle cevap verirdim: “Çocuk yetiştirmek” derdim. Gerçek mânâda ailesi için, vatanı için ve bütün dünya için hayırlı, faydalı bir çocuk yetiştirmek. Her gün yanımızda, yöremizde, çevremizde gördüğümüz örneklere bakarak, bu hükme kolayca varabiliriz. Hele günümüz Türkiye’sinde iyi bir çocuk yetiştirmek, hayırlı bir evlât yetiştirmek o kadar, ama o kadar zor bir iş ki...
Günümüzde çarpık bir eğitim anlayışı var. Adına eğitimci denilen bazı geri zekâlılar, kaz bile güdemeyecek beyinsizler, efendim diyorlar, çocuk özgür yetişmeli, yakmalı, yıkmalı, devirmeli, kırmalı ama kimse bir şey dememeli. Bu rezilliğin, bu kepazeliğin adı, modern eğitimmiş. Lânet olsun böyle eğitim anlayışına. Ben bunların aynı zamanda insanlık ve medeniyet düşmanları oldukları kanaatindeyim. Bunlar düpedüz memleket çocuklarının insanlığı ile, istikbâli ile oynuyorlar. Bu zihniyetle, bu anlayışla, bu tutumla insan değil, hayvan bile yetiştirilemez. Bir de sözüm ona aydın geçinen, diplomalı ama aslında kafaları katran kazanından daha karanlık bazı ana babalar da bu görüşleri benimseyip, çocuklarını berbat ediyorlar.
Neymiş efendim, çocuk okula gidinceye kadar ona bir şey öğretmemeli, hiçbir şey göstermemeliymiş. Ben şu satırları yazarken, insanlık adına bu tür kimselerden ürküyor, ürperiyor, hatta iğreniyorum. Bizim ecdadımız, çocukları üç yaşında okuma ve yazmaya teşvik etmekle, demek hata etmişler. Rahmetli annem, dört yaşında iken nakış işlemeye başlamış, daha okula gitmeden hepsi bir sanat eseri kadar güzel, ince, zarif işler ortaya çıkarmış.
Ben üç buçuk yaşımda okuma yazma öğrendim. İlkokula başladığım zaman, bir kitaplık dolusu kitap okumuştum. Soruyorum sizlere, bu çalışmalarımın gerek rahmetli anneme, gerek bana ne zararı oldu? Üç yaşında başlayan çalışmalarım, bugün de devam ediyor. Emekliliğim dört seneye yaklaşıyor. İnsanlara ve cemiyete faydalı olabilmek için, gece-gündüz çaba harcıyorum. Her gece dua ediyorum. “Allah’ım bu güzel memleketin, bu güzel, bu mübârek insanlarına hizmet etmeyi son nefesime kadar bana nasip eyle.” Bu taş kafalı, sözde eğitimcilerin yetiştirdiği azgın insanların içinden bir kişi gösteremezsiniz, bu ulvî ürperişleri, duyguları, düşünceleri yaşayan ve hisseden, buyurun varsa gösterin. Rahmetli şair Necip Fazıl Kısakürek ne güzel söylüyor:
Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak
Bir saman kâğıdından bütün iş kopya almak...
Resulullah Efendimiz (Aleyhisselatü Vesselam Hz.) bir Hadis-i Şerifinde; “Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar, onu iyi ve kötü yapan çevresidir. O çevreye hâkim olan düşünceler, yaşayış şekilleridir.” Buyuruyor. Bugün tertemiz, melek gibi çocukların doğduğu öyle aile çevreleri var ki, orada tek düşünce, madde ve onun nüanslarıdır. Para, döviz, araba, yat, kat ve siyaset dedikoduları. O ailede Kur’an’dan, hadisten, evliyâdan, İslâm büyüklerinden, güzel sanatlardan, ilimden, düşünceden, tabiat güzelliklerinden hiç bahsedilmez. Dolayısıyla o tür evlerde, yoğun bir eksi elektrik vardır.
Eksi elektriğin egemen olduğu mekânlarda, insan duyamaz, düşünemez, hissedemez, idrâk edemez. Sadece sıkıntı içinde, stres içinde çırpınır durur. O nur topu gibi doğan çocuk, böyle bir çevrede içindeki güzelliği, asaleti, temizliği nereye kadar koruyabilir, mümkün mü? Gazeteler bir âlem, televizyonlar bir başka âlem. Onlarda neler olup bittiğini, siz benden iyi bilirsiniz. Bir aile fakir olabilir, çeşitli hayat zorlukları, yoksulluklar içinde yaşayabilir, ama o ailede sevgi varsa, saygı varsa, edep, incelik, zarâfet varsa, o ailenin fertleri birbirlerine karşı şefkât ve merhamet hisleriyle doluysa, yarının pırlanta insanları yetişebilir. Bir bakarsınız, o aileden pırlanta genç kızlar, asil delikanlılar cemiyete kucak kucak nur götürebilirler. Aile içindeki hava o kadar önemlidir ki.
Çocukluğumu düşünüyorum. İki mübârek insanın üzerimdeki etkileri, bir ömür boyu hiç eksilmedi. Bu güzeller güzeli insanlardan biri babaannem, diğeri annemdi. O iki insanın şahsında Allah’ı sevdim, Peygamber’i sevdim, İslâm’ı sevdim. Düşünüyorum, bazı ailelerde çok çirkin, çok kaba bir şekilde her gün din, ahlâk nutukları atılır, söve saya örnekler gösterilir, ne hikmetse, dinsiz imansız insanların çoğu, bu tür ailelerden yetişir. Çocukluğumun geçtiği evde din, iman, üzerinde çirkin şekilde tartışmalar yapılan birer durum değil, sadece yaşanan, “hâl” hâline getirilen olgulardı.
Ben edebin, edepsizlerden öğrenileceğine kesinlikle inanmam. Bu palavradan başka bir şey değildir. Lütfen edebiyat yapmayalım, birbirimizi kandırmayalım. Hiç kimse kötülüğü görerek iyiliğe, kabalığı görerek inceliğe ulaşamaz. Edep, incelik ve zarâfet, ancak edepli, hassas, kibar, ince, zarif insanlardan öğrenilebilir. Unutmayalım, “Üzüm üzüme bakarak kararır.” İnsanlar, ancak güzel örnekler, güzel davranışlar, güzel konuşmalar içinde yetişerek güzeli bulabilir, güzelliğe ulaşabilir. Zaman zaman bana sorarlar, “Çocuklarımıza İslâm’ı öğretmenin en güzel yolu nedir?” derler. Cevap veririm, “Kendi yaşantınız” derim.
İslâm’ın güzelliklerini kendi hayatınızda Peygamberimizi örnek alarak öyle içten, öyle ihlâslı yaşayın ki, çevrenizdeki insanlarda İslâm’a karşı bir sevgi, saygı, hayranlık uyansın. Bence İslâm’ı yaymanın, İslâm’a hizmet etmenin en güzel yöntemi budur. Bakın çevrenizdeki insanlara dikkât edin, söylemek istediklerimi benden daha güzel hissedecek, anlayacaksınız.
Beş yaşındaydım, soğuk bir kış günü idi. Ben sobanın yanında kitabımı açmış okuyordum. Rahmetli babaannem pirinç ayıklıyordu. Birden bir pirinç tanesi halının üzerine düştü. Babaannem pirinç tepsisini bıraktı, yere düşen pirinç tanesini aramaya başladı. Bir türlü bulamadı, ama arayışları devam ediyordu. Dayanamadım, “Babaanne” dedim. “Yere düşen nihayet bir tane pirinç tanesi. Bu kadar arıyorsun yazık, günah değil mi canına, yoruldun artık.” Babaannemin birden kaşları çatıldı. “Yavrum” dedi. “Sen hiç pirinç yetiştirilirken gördün mü? Nice insanlar, soğuk demeden, sıcak demeden, suların içinde bazen sağlıklarını da ortaya koyarak o pirinci üretiyorlar. Nice insanlar bu yüzden hastalanıyor, sakat kalıyorlar. Sen sıcak sobanın yanına oturmuş, eline kitabını almış ahkâm kesiyorsun.” Bu sözler beni o kadar üzdü ki, bugün bile hatırladıkça yüzüm kızarır. Hiç unutmadım. Ne zaman, nerede pilâv yersem, tabağımda bir tek pirinç dahi bırakmam, hep o günü hatırlarım.
İnsanlar tutumlu davranmayı da, müsrif olmayı da aile yuvasında görür ve öğrenirler. Ben bugüne kadar hassas, ince ruhlu, inançlı, tutumlu bir annenin çocuklarının israf içinde yaşadığını hiç görmedim. Hayattaki olaylar öyle ince ipliklerle birbirine bağlı ki… Söz olarak, hareket olarak en küçük nüanslar bile unutulmuyor, hafızalardan silinmiyor. Bazen otuz sene evvel ağzımızdan dikkâtsizce sarfedilen bir sözün, bir gün faturasını ödemek zorunda kalıyoruz. İşte bunun için Japon dilinde küçük, basit, önemsiz sözcükleri yok. Onlar için her şey önemli.
Yüce Peygamberimiz, “Dünya âhiretin tarlasıdır.” buyuruyor. Gerek aile içinde, gerek sosyal hayatta öylesine dikkâtli, duyarlı yaşayalım ki, hem çocuklarımız, hem diğer insanlar için örnek olalım. Yoldan geçenler bizi gördükleri zaman Allah’ı hatırlasınlar. Allah bu güzel duyguyu cümlemize, bütün insan kardeşlerimize nasip etsin.
Selam, saygı ve sevgi ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhlarına Fatihalarla.
Selamlar, esenlik, huzur, sevinç, barış ve bereket içinde gecçecek cumalar.
|