Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Bütün varlığa ulu nazarla bakabilmek ne güzeldir.
Gönderen : Sabri Babadan Mektup
Tarih : 10/4/2024 4:02:47 PM


.
*MUHTEREM SABRİ TANDOĞAN BÜYÜĞÜMÜZDEN CUMA MEKTUBU*

*BÜTÜN VARLIĞA ULU NAZARLA BAKMAK NE GÜZELDİR*

Kıymetli yavrum,
Her şeye rağmen direnebilmek, her şeye rağmen mücadele edebilmek, ümidinizi kırmamak, her gün daha iyiye, daha güzele gidebilmenin vecdi, heyecanı içinde olmak ne güzeldir... Cahit Sıtkı Tarancı, “Sevmek, devam eden en güzel huyum.” diyordu. Çölde de olsak, ekvatorda da yaşasak, kutuplarda da olsak, yine de çevremizde bir güzellik, bir incelik, bir fevkalâdelik aramak, hissedebilmek, bulabilmek.

Büyük Yunus, “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.” diyordu. Yine Yunus, “Cümle yerde hak nâzır, göz gerektir göresi.” Diyordu. Bütün mesele, Kuran-ı Kerim’deki Âyet-i Kerime’yi hangi zaman, hangi toplum, hangi mekânda yaşarsak yaşayalım hayatımıza getirebilmek, onu içimize sindirebilmek, uygulayabilmek. Ne yana bakarsan bak, Allah’ın vecdi oradadır. Aslında asıl güzellikler kendi içimizde, bizde. Dış âlemde her şey yara-tıldıktan sonra insan var oldu. Divan edebiyatının en ince, en zarif, en hassas şairi Şeyh Galip, “En büyük kâinat insanın içinde gizlidir.” diyordu. Gerek iç dünyamız, gerekse dış dünyamız bin bir güzelliklerle dolu. Neşati, “Mestane nukuş-ı suveri âleme baktık, Her birini bir özge temaşa ile geçtik.” diyordu. Hiç unutmam 40 yıl evvel yazdığı bir yazısında rahmetli Prof. Mehmet Kaplan, “Geçtik yerine ben olsam, sevdik kelimesini koyardım.” demişti. Ben o mısraı hep Mehmet Kaplan gibi okudum. “Mestane nukuş-ı suveri âleme baktık, Her birini bir özge temaşa ile sevdik.”

Çocukken Bodler’in bir yazısını okumuştum. Ona sormuşlar “Efendim” demişler, “Siz hayatta en çok neyi sevdiniz?” Bodler cevap vermiş, “Ben” demiş, “Hayatta en çok bulutları sevdim.” Ben de o gün bugündür bulutlara aşığım. Ne kadar baksam doyamam. Hayat o kadar güzelliklerle dolu ki hayret etmemek, hayran olmamak mümkün değil. Gökyüzü ayrı güzel, yeryüzü ayrı. Denizler ayrı güzel, deniz dibi dünyası ayrı. Ama Özden Hanım, bu güzellikleri yakalayabilmek için, o güzellikleri hissedebilmek için, coşup kendinden geçebilmek için, çok ama çok çaba harcamak, gayret etmek, çalışmak gerekiyor.

Yıllarca önceydi. Merhum eşim Rânâ Hanımla beraber Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Konser Salonunda İdil Biret’in bir konserine gitmiştik. İdil Biret piyanosunun başında hayatının en güzel konserlerinden birini verdi. Zaman zaman, duyduğum güzelliği içime sığdıramıyordum. Kendimi tutamadım, konserin birçok yerinde gözyaşı döktüm. O kadar coşmuş, o kadar he-yecanlanmıştım ki, konser bittikten sonra koştum, İdil Biret’in yanına tebrik etmek için gittim. Bu hayatımda ilk, belki de son defa yaptığım bir çılgınlıktı. İdil Biret eksik olmasın, saygıyla karşıladı, yer gösterdi, beni oturttu, biraz sohbet ettik. Anlattıkları beni yıllardır her gün düşündürüyor. “Sabri Bey” dedi, “Ben piyanonun başına oturduğumda beş yaşındaydım. 40 yıl bir tek gün bile dinlenmeksizin, her gün en az 8 saat çalıştım.” Bu her hatırlayışımda beni ürpertir, bazen gözlerimden yaşlar gelir. Bir enstrümanı bile güzel çalabilmek için bu kadar emek harcamak gerekirse, ya insan olabilmek için, Hz. İnsan ma-kamına yükselebilmek için ne kadar çaba harcamak gerekiyor.

Efendim hep düşünürüm bir tek “Ya hayır söyle, yahut sus.” Hadis’ini yaşayabilen bir insan görsem, gidip ellerinden öpeceğim, ona sonsuz saygılarımı sunacağım. Gerçekten yetişebilmek, olgun, kâmil, güzel bir insan olabilmek ne kadar zor. Ama bu işin başka yolu da yok. Her gün daha artan, daha çoğalan, daha büyüyen bir aşkla, heyecanla, daha iyiye, daha güzele gidebilmek için kendi kendimizle yarışacağız, ama gidebildiğimiz kadar, yürüyebildiğimiz kadar.

Karıncaya sormuşlar, “Nereye gidiyorsun?” demişler. Karınca, “Kâbe’ye” demiş. Soran hayretler içinde kalmış. “Kardeşim” demiş, “Bu ayaklarla sen nasıl Kâbe’ye varacaksın?” Karınca saygıyla cevap vermiş, “O mübârek beldeye varamayacağımı, erişemeyeceğimi ben de biliyorum, ama o yolda yürümek, o yolda ölebilmek. Benim de yaptığım bu.” Peygamber Efendimiz’in Hadis’i, bir an dahi olsa aklımdan çıkmıyor. “Farzedin ki” diyor Yüce Peygamberimiz “Elinize bir meyve ağacının fidanını aldınız, dikmek için bahçeye indiniz, herkes ba-ğırıyor, feryat ediyor, kaçın kaçın diyorlar, kıyamet kopuyor. Siz,” diyor Allah’ın Resulü “Hiç oralı olmayın. Elinizdeki fidanı dikin, mümkünse dibini sulayın, bırakın kıyamet koparsa kopsun.” Bütün mesele burada, efendim. Yaşadığımız sürece ne yapabilirsek, elimizden ne gelirse iyi adına, güzel adına, temiz, büyük, yüce olan adına onu yapalım son nefesimize kadar. Hangi sözümüzün, hangi davranışımızın bizi ne dereceye kadar kurtaracağı orada belli olur. Allah cümlemizin yardımcısı olsun. Allah size de, yeryüzündeki bütün insan kardeşlerimize de iman ile çene kapatmayı nasip etsin.

Selâmların, sevgilerin ve saygıların en içten geleni ile...

Sabri Tandoğan

Aziz Ruhlarına Fatihalarla

*Selamlar, rahmet, bereket, esenlik ve iyilik dolu cumalar.*

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]