|
Konu : Medine Notları.
Gönderen :
Özden
Tarih :
2/28/2025 4:49:47 PM
.
.
MEDİNE NOTLARI
Okuyucu Mektubu-Cevap
--------------------------------
Efendim Size ve Bütün Dostlara Selamlar,
Mekke ile ilgili izlenimlerin yani sıra Medine’nin bizim için ayrı bir yeri ve büyük bir hissiyatı oldu onlardan da bahsetmek istedim izninizle...
Ramazan ayınız mübarek olsun Rabbim yardımcınız olsun
Saygı ve Hürmet ile ....
MEDINE NOTLARI -1
Sabah namazından sonra kahvaltımızı edip Medine’ye doğru yola çıkıyoruz. Heyecanlıyız aslında. Önümüzde 425 km lik bir yol var. Bu sanki hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor bize başlangıçta. Bismillah deyip yola çıktığımızdan yarım saat sonra hala Mekke’nin içinde dolaşıyoruz. Çünkü yine kaybolduk. Tabelaları dikkatle takip ediyoruz ancak bir yerden sonra birden Medine tabelası yok oluyor. Neyse bir iki kişiye sorup birkaç tur attıktan sonra birden bulunduğumuz caddenin Medine’yi Münevvere caddesi olduğunu görüyoruz. Elhamdülillah doğru yoldayız demek ki! Aslında bu cadde Mekke’nin en bakımlı ve düzenli caddelerinden. Yolumuza devam edip şehir dışına ilerliyoruz.
Yol geniş rahat, otoban yol. Önümüzde tepelerle minik dağlarla dolu engebeli bir arazi uzanıyor. Biraz sonra hayretler içinde arazinin yüzeyinin siyah taslarla kaplı olduğunu görüyoruz, Altı toprak ama göz alabildiğine, dağ, tepe, düzlük her yer bu siyah taşlıklarla kaplı. Bir de bodur çalı bitkileriyle… İşte burada bir kez daha her şeyi gözlerimizle görmenin, yerinde görmenin önemini kavrıyoruz. İsterseniz yüzlerce kitap ya da hikâye okuyun, gözle görmeden orayı tam tanımanız, olayları tam kavramanız mümkün olmuyor.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem)'in Mekke’den Medine’ye hicretini hepimiz biliyoruz. Defalarca okuduk, dinledik. Ama ilk kez bunun nasıl zorlu bir yolculuk olduğunu hissediyorum. Ürperiyorum. Anlamaya, gözümde canlandırmaya çalışıyorum. Ben nedense Mekke Medine arasını; yer yer tepeler dağlarla çevrili, toprak ya da kumla kaplı bir arazi olarak düşünmüşüm. Sevr mağarasından sonra dümdüz bir yolculuk gibi canlandırmışım gözümde. Oysa üzerinde yürümesi çok ama çok zor, siyah irili ufaklı taşlarla kaplı bir zemin ve inanılmaz engebeli bir arazi uzanıyor önümüzde… Yol şimdiden bize uzun, pek uzun geliyor. Hem de rahat arabamızda, klimalar çalışırken….
Hızla ilerliyoruz otobanda. Tur otobüslerinin dışında tek tuk araç görülüyor. Yol çok sakin. Hayret edilecek diğer bir şey hiç yerleşim birimi görülmüyor yol üzerinde. Sadece bir iki terkedilmiş ev, yıkık binalar ve iki koy… Ayrıca benzin istasyonlarının yanında doğru dürüst konaklayacak hiçbir yer de yok…
Rabbimin yardımıyla bize uzun gelen bu yol da sonuna yaklaşıyor…. Yavaş yavaş yeryüzü şekilleri değişmeye, toprak yüzünü göstermeye, küçük köyler, hatta ağaçlar belirmeye başlıyor… Yaklaşıyoruz galiba… Evet Medine ilk gördüğümüz anda bizi sarıveriyor sevgiyle… Gerçekten bir Peygamber şehri… Kulağımızda Medinelilerin Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) Hz'ni karsılarken söyledikleri karşılamanın sözleri çınlıyor. O an gözümüzde canlanıyor. Asırlar sonra Medine, bağrında o yüce Peygamberimizi, Sahabelerini, ailesini, Halifelerini, yüzlerce şehidini saklıyor….
Geniş otoban yoldan ilerleyerek şehre giriyoruz. Burası yeşil, ağaçlık yolları, bakımlı cadde ve binaları ile Mekke'den çok farklı bir görüntü sunuyor bizlere. Yol üzerinde beyaz, bembeyaz çok bakımlı küçük camiler göze çarpıyor. Girişten itibaren tabelaları takip ediyoruz, alt ve üst yollardan geçerek kendimizi birden Mescit-i Nebevinin önünde buluyoruz.
Muhteşem, tarif edilemez bir duygu… Çok geniş, büyük, çok ama çok güzel bir cami burası. Büyük bir alanın ortasında yer alıyor. Etrafı yine oteller ile çevrili. Ama burada yer müsait diye midir bilmem daha edepliler, daha geride, geniş çift yol bir caddenin gerisinde yer alıyorlar. Çevre geniş kocaman bir bahçe ile çevrili, yerler beyaz tas tertemiz. Çok geniş bir yapı; ortada büyük kapısı iki yanlarda iki nispeten küçük kapısı var. Tabi bu sadece önden görünüş. Daha sonra yanlarında ve arkada sayamadığım daha pek çok kapısı olduğunu görüyorum. Fazla bekleyemeden nefesimizi tutarak içeriye giriyoruz. Daha arkada bulunan ilk küçük mescide ilave olarak bu devasa yapı sonradan inşa edilmiş.
Daha önceden yaptığım araştırmadan Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam Hz'nin mescidi ile ilgili bazı bilgiler edinmiştim. Hicretin hemen ardından Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) buraya mescidini inşa ettirmeye başladığını, kendisinin de bizzat bu inşaatta çalıştığını düşününce insan bulunduğu yerin ve anın değerini daha bir anlayıp ürperiyor. Hele ki bu mescidin hemen doğu tarafında bitişik olarak yapılmış küçük odalarda kaldığını, yaşadığını, yani Mescit-i Nebevinin Kâinatın Efendisi’nin (Sallallahu aleyhi vessellem) hem mescidi hem evi olduğunu düşününce insan bulunduğu yerde ayaklarının titrediğini hissediyor. Namaza duruyoruz. Başımızı secdeye koyduğumuz an, burada yüzlerce asırdır namaz kılanlar ve sahabeler ile birlikte cemaat olmuş gibi hissediyoruz kendimizi. Ya Rabbim bu ne müthiş bir duygu. İnsanın kaldırması çok zor, çok güçlü bir hissiyat…
Bir süre sonra bu muazzam büyük yapının içinde dolaşırken, Yine yüzyıllardır bu Mescidi onaran, genişleten ve bu günkü konumuna getiren medeniyetler, ona emek sarf eden o büyük kumandanlar, sultanlar bir bir gözümde canlanıyor. Her birinin ayrı ayrı katkıları var üzerinde… Bildiğim kadarı ile Mescit-i Nebevi Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) tarafından yaptırıldığı zamandan itibaren aynı zamanda, bütün faaliyetlerin yürütüldüğü bir merkez niteliğinde idi. Resulullah Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem), ashabıyla orada istişare eder, savaş ve barış kararlarını orada alır, elçi heyetlerini orada kabul eder, savaşa çıkacak orduları orada teçhiz ederek yola çıkarır, topluma ait bütün meseleler orada çözüme kavuşturulurdu. Eğitim-öğretim faaliyetleri, mescidin "Suffa" denilen kısmında yerine getirilirdi.
İslâm ümmetinin nüvesini oluşturan Ashab ve seçkin sahabe âlimler, İslâmda ilk üniversite sayılabilecek bu mekanda yetişmişlerdi. İslâm'ın esaslarını öğrenmek üzere Medine dışından gelenler için aynı zamanda bir yatakhane vazifesi görüyordu Ve Kainatin Efendisi (Sallallahu aleyhi vessellem) Rabbine kavuştuğunda bu mescidin bitişiğindeki Hz. Aişe Validemize ait odada idi ve de orada defnedildi. Daha sonra Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer vefat ettiklerinde Peygamber Efendimiz Hz. (Sallallahu aleyhi vessellem)'in yanına defnedilmişlerdi.
Bu mescide ilk ilave ve genişletme Hz. Osman (Radiyallahu anh) in Halifeliği zamanında yapılmış. Daha sonraları Emevîler zamanında, Abbasiler zamanında, Yemen Meliki Muzaffer ve Mısır Meliki Nureddin Ali İbn Mu'iz zamanında ve Osmanlılar zamanında defalarca onarılmış inşa edilmiş, ilaveler yapılmış. Hatta geçirdiği iki büyük yangından sonra hemen hemen yeniden inşa edilmiş. Sultan Abdülmecid tarafından 1849-1861 yılları arasında on iki şene süren inşa çalışmaları ile mescit kesme taşları yeniden yaptırılmış, 1953’te ise son ilaveler ve onarımlar ile bu günkü halini almış. Allah, Kâinatın Efendisi’ne (Sallallahu aleyhi vessellem) aşkla bağlanan, onun pesinden giden, sünnetini takip eden, tebliğine uyan, İslam’ı O’nun anlattıkları ile bilip gönülden iman eden ve bu Peygamber ocağına, mescidine bir tuğla bile katkı koyan herkesten razı olsun. Rabbimin rahmeti onların üzerine olsun diyorum…
Burası maneviyatı öyle büyük bir mekân ki: Sa'd ibn Ebi Vakkas (r.a)'dan rivayet edildiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi vessellem) şöyle söylemiş:
Mescidimde namaz, Mescit-i Haram hariç, diğer mescitlerde kılınan bin rekât namazdan daha hayırlıdır."
İste bu düşünceler ile içinde yürüyoruz. Öyle büyük ki bir ucundan obur ucuna ulaşmak için epey caba sarf ediyoruz. Kubbeli ve revaklı yapısı bize hiç yabancı gelmiyor. İçeride yine kuşlar uçuşuyor, bu nasıl mümkün oluyor derken, ortalarda küçük avlular bulunduğunu ve buradan gökyüzünün muhteşem maviliğinden süzülerek gelen kuşların içeriye doğru kanat çırptıklarını görüyoruz. Peygamber Efendimiz Aleyhisselam'ın (Sallallahu aleyhi vessellem) kabri Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in kabirleriyle birlikte şimdi bu büyük Mescidin ortalarında ve arkaya doğru kalan kısmında yeşil kubbenin altında yer alıyor. O kubbeyi Memluk sultani yaptırmış, Osmanlı sultani I. Mahmut zamanında ise tekrar onarılıp yenilenerek yeşile boyanmış. O yüzden buraya Kubbetu'l-Hadra yani yeşil kubbe deniliyor. Ravza–i Mutahhara, ise Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem)’in kabri ile minberi arasına deniyor.
Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam Hz. genelde nafile namazlarını burada kılarmış. Bir hadisinde Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) şöyle buyuruyor:
'Benim evimle minberim arası cennetten bir parçadır.' İşte bu nedenle orada namaz kılmak için insanlar birbirleriyle yarışıyorlar. Şimdi umre zamanı vakit namazlarının dışında aşırı kalabalık olmadığından bu mümkün oluyor. Ancak öğrendiğim kadarı ile Hac zamanı ve Ramazan ayında vakit namazları arasında saatlerce bekledikleri halde sıra gelmeyen secde edecek bir karış yer bulamayan insanlar olurmuş.
Rabbime şükürler olsun o anda sakin bir zamanda esime nasip oluyor Ravza da namaz kılmak. Maalesef bayanlar iç kısımdan çok yakınına kadar ilerleseler de Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) in kabrini görmeleri mümkün olmuyor. Sadece erkeklerin ziyareti mümkün. Onlarda ahşap kafesin dokusu arkasındaki kabri pek göremeden önünde dua ediyorlar. Bir ara dışarıya çıkarak, bahçeden arkaya geçiyoruz. Orada esimle buluştuğumuzda bizi Yeşil kubbe ye doğrudan açılan kapının önüne yani Bab–üs Selam kapısına kadar götürüyor. Kapı acık uzaktan da olsa Kâinatın Efendisi’nin (Sallallahu aleyhi vessellem) kabrini çevreleyen kafesleri görebiliyorum. Orada dualar ediyoruz.
Zaten bu Mescidin, bu mekânın maneviyatı öyle yüksek ki her noktada Onu hissetmek mümkün. Kalbimiz sürekli bir kusun kanat çırpması gibi çırpınıyor.
Vakit namazı yaklaşırken birden Mescide doğru büyük bir insan akını başlıyor ve içerisi hınca hınç doluyor. Dikkati çekecek bir husus Mekke de Kâbe de bulunanların çoğunluğunu Umre ve ziyaret için dışarıdan gelenler oluştururken, burada çok sayıda yerli insanın vakit namazını eda etmek için mescidi doldurması. .
Yine ziyaretçiler de çok sayıda tabi ki. Bu koskoca mekanda Kainatin Efendisi’nin evinde, binlerce insan tek bir yürek oluyor ve Rabbinin huzurunda duruyor o an.
Özden Gülen
Sayın Sabri Tandoğan Hz'nin cevaben yazdıkları :
---------------------------------------------------------------------
Sayın Özden Gülen,
Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Bizi elimizden tutarak Mekke'den Medine'ye götürdünüz ve oradaki bütün güzellikleri inanılmaz bir haz içinde bize içirdiniz. Ya Rabbi belki bugüne kadar hiçbir yazara Medine'yi bu kadar güzel anlatmak nasip olmadı. İnsan bu yazıyı aylarca değil, yıllarca okusa yine de güzelliğine doyamaz.
Ben ve sitemiz izleyenleri adına size sonsuz teşekkürler ediyor, sevgilerin, saygıların sonsuza kadar olanını sunuyoruz.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhlarına Fatihalarla.
|