Sayın Fatma Hanım,
12.7.2007 atrihli mailinizi aldım.
Kıymetli yavrum, bizim hayattaki en büyük yanılgılarımızdan biri de herşeyi aklın ölçüsüne vurmak. Şimdi ben o Gülten Akın’ın şirindeki mısraı belki bin kere okudum. Doyamıyorum okumaya. Ama bir kere bile ne manaya geldiğini düşünmedim. Şimdi sen sorunca düşündüm. Aklın daracık, minicik sınırları içinde kalmak bizi hayatın hapishanesine sokar. Ne olur bunu yapmayalım. Aklı yerinde, zamanında kullanalım. Ama varoluştaki sonsuz güzellikleri ille aklın hudutları içinde algılamaya çalışmayalım. Bakın, size Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Asu isimli kitabındaki “Uyanı” isimli bir şiirini okuyacağım. Bu kitap 1957 yılında yayımlandı. O tariten beri okurum. Çok seviyorum, çok beğeniyorum. İlk çıktığı zaman fakültenin kuytu bir köşesinde onu Rıdvan Çongur’la okurduk. Rıdvan Çongur o güzel sesiyle, o muhteşem diksiyonuyla “Uyanı” yı okurken mest olurdum, kendimden geçerdim. O gün de, bugün de bu şiirin neyi kastettiğini, ne manaya geldiğini bilmiyorum. Belki binlerce kere okudum. Her okuyuşumda ayrı bir haz duydum. Allah nasip etsin ömrüm varsa nice yıllar yine okumak isterim. Şimdi biliyorum gerek sen, gerek hayata akıl gözüyle bakanlar “Aman ne saçma şiir” diyecekler. Ama ben onu yaşadığım sürece aşkla okumaya devam edeceğim. Şimdi dinle:
Uyanı
“Neyi bölüştük binbir ışıktan, binbir gece
Kirpiklerim ıslanmış duy beni
Haydi, dön
Kötü düşüncelerden öte
Yitirmiş varlığımız anıları nicedir
Artık, istesen de bu, istemesen de bu
Haydi, dön
Çok var, dağlara, yıldızlara, ormanlara,
Ölüme çok,
Bir daha uyanmayacağım
Haydi, dön”
Bu şiiri yıllarca önce bütün hayatı boyunca aklın dar sınırları içinde kalan bir arkadaşıma okumuştum, söylediği şu oldu: “Bu bir deli saçması. Bunun neyini beğeniyorsun?” Yahya Kemal, insanlardaki bu takıntıyı harikulade güzel anlatır:
“Gel, kurtar kendini varlığın dar hendesesinden
Yürü, hür maviliğin bittiği son hadde kadar”
Şöyle bir düşünsek, anlamak, anlamak diyoruz. Neyi anlamak? Neyi anlıyoruz ki? Hayatın muhteşem manasını anlayabiliyor muyuz? En yakınımızdaki, yanıbaşımızdaki insanları anlayabiliyor muyuz? Atilla İlhan ne güzel söylüyor:
“Anladım imkansız şey,
Bir insanın bir başka insanı anlaması”
Necip Fazıl, bir adım daha atıyor:
“Aynalar söyleyin bana, ben kimim?”
Çok rica ediyorum, bu dar kalıpları yıkalım. Herşeyi otuz sayfalık mantık kitabının dar kalıpları içine sokmayalım. Mesela bir aşk olayı var. Akıl ölçüleriyle aşkın izahı mümkün mü? Evet, diyen varsa şaşarım onlara. Aslında hiçbirşeyi anlayamıyoruz. Hayat bilinmeyenlerle dolu. Hayat karanlıklarla dolu, hayat meçhullerle dolu. İşte hayatın çıldırtıcı güzelliği de biraz bu yüzden gelmiyor mu? Ne olur, günlük hayatımızdaki zorunlu durumların dışında hayata, insanlara, tabiata, sanata biraz da aşk gözüyle bakabilsek. Anlamayı filan, bu ıvır zıvırı şöyle bir kenara koyup
“Mestane nukuş-u suver-i aleme baktık
Herbirini bir özge temaşa ile geçtik”
diyebilsek. “Aşk gelicek, cümle eksikler biter” diyebilsek. “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyebilsek. “Seviyoruz, seviliyoruz, güzelliğimiz bu yüzden” diyebilsek ve şu kafamızdaki önyargıları, saçma takıntıları bir kırıp, parçalayabilsek. Ottan Allah’a kadar bütün kainatı Muhammedi bir aşkla kucaklayabilsek.
Neden aşk denince insanların aklına karşı cinsten birine karşı duyulan tutku geliyor. Tamam aşk öyle başlıyor. Ama önemli olan onun sınırlarını büyütmek, büyütmek, büyütmek, bütün kainatı içine alacak kadar büyütmek. Ve Özdemir Asaf gibi “Dünya kaçtı gözüme” diyebilmek. Artık burada söz bitiyor, aşkın güzelliğin, sonsuz saltanatı başlıyor. Susalım ve dinleyelim.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Aklın en muhteşem özelliği gerektiğinde aklı da bir kenara koyabilmektir Yazan Fatma
Cvp: Aklın en muhteşem özelliği gerektiğinde aklı da bir kenara koyabilmektir Yazan Sabri Tandoğan