Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : “Ya hayır söyle, yahut sus”
Gönderen : Kardan Adam
Tarih : 7/16/2007 7:50:03 PM


Değerli Üstâdım Sabri Bey ve Sevgili Dostlar,


 


Birgün, televizyonda kanalları tararken bir Âzeri kanalı ekrana gelmişti.. İki âzeri, ilk defa şâhit olduğum bir tarz içinde atışıyorlardı... Âşık atışması.. Atışmalarının seyrini önceden belirlenmiş bir nakarat belirliyordu.. Atışmanın temposunu ve ateşini ise fondan verilen müziğin ritmi etkiliyordu.. Seyirciler de alkışlarıyla müziğin ritmini destekliyorlardı...


 


Ne söylediklerini tam olarak anlamak mümkün olmuyordu ama o atışmayı izlemek gerçekten çok zevkliydi...


 


Sonra, bir başka gün öğrendim ki Hüseyin Turan bu nevi bir Âzeri atışmasından ilham alarak ve orjinal atışma metnine sâdık kalarak şarkı yapmış... (http://www.youtube.com/watch?v=CmIwyd2qqas&mode=related&search=)


 


Daha sonra, atışmanın aslını da dinlemek mümkün oldu... Atışmanın gerçeği de şarkısı da hakikaten çok eğlenceliydi...


 


Ancak, geçen Cuma bir kere daha (muhtemelen binbirinci defa) gördüm ki, hayatın içindeki atışmalarımızın hiç tadı yok.. Hiç eğlendirici değil.. Hiç zevk vermiyor.. Bizim atışmalarımızdan şarkı yapılması hiç mümkün görünmüyor...


 


Evet bugün öğleden önce bir ilkokul mezunu ile ve öğleden sonra bir profesörle "atıştım"... Kendi yöntemimle, kendimce tâbii... Atışmanın seyrini etkileyecek ne müzik geldi fondan; ne de seyirci alkışları...


 


İlkokul mezunu, işyerimdeydi; ekibimizdendi... Bizden 15 yaş küçük, 25 yaşlarında temiz bir kardeşimizdi..  Anlaşılan “atışması” gelmişti ki, bizi “dinleyici” gördü ve başladı verip veriştirmeye... Mesele işiydi ve biz dâhil pek çok şeyden şikâyetçiydi.. Biz, Âzeri aşıklar gibi muhatabımıza şöyle diyemezdik...


 


Ne var; sen üstüme mırıldıyırsan?/ Sanki paslanmış, cırıldıyırsan/


Sesin de çıkmıyır hırıldıyırsan../ Benzinsiz çakmaklara benziyirsen!


 


Böyle demedik; bilakis insanların -âdâbı muaşereti gözeterek- görüşlerini özgürce ortaya koyabilmelerinden yanayız. Medenî cesâreti teşvik kasdıyla kardeşimizi dikkatle ve saygıyla dinledik..


 


Kat’î biçimde anladık ki, kardeşimiz çok yanlış zihinsel bir denklemin ızdırâbını beyhûde yere yüklenmiş.. Kendisine, kurduğu denklemin zayıf noktalarını -sağlam bir matematikle- tek tek göstermeye çalıştık... Ne yazık ki mesafe alamadık ve muhatabımızın kendisine saygıyla söylenen onca şeye rağmen, saygıda sınır ihlali ile denkleminin e=mc2 seviyesinde olduğu iddiasıyla karşılaştık.. Bir ara kendimi A. Einstein ile konuşuyorum sandım... Kendisini denklemi ile başbaşa bıraktık; gördüğümüz saygı ihlâlini görmemezlikten geldik ve hayrına bir dua ile sükûtu tercih ettik..


 


Vakit geldi; en yakınımızdaki camiye Cuma namazı için gittim.. Kürsüde bir ilâhiyat profesörümüz vaaz ediyordu.. Muhakkak güzel şeyler anlatıyordu ve söylediği her şey kimbilir ne kadar değerliydi! Buna rağmen, kendisini dinleyemedim… İşittim ama dinleyemedim… Câmi âdâbına uymadığı için sesimi çıkarıp itiraz edemediğimden veya kalkıp başka bir camiye gidemeyeceğimden, bir başka camiye gittiğimde dinlenebilir bir vaiz bulma ihtimali çok zayıf olduğundan içten içe Âzeri aşıklar gibi başladım atışmaya…..


 


“Senin de kabul olur oruç namazın/ Hıçkırırsan tutulmuyor boğazın/


Mikrofonsuz da gür çıkar avazın/ Klorak satanlara benzirsen…


 


Evet, kürsüdeki profesöre ve bilumum vaizlere içten içe böyle teessüf ediyordum.. Çünkü, onlar vaaz etme salahiyetini kendilerinde buluyorlar da, hitabet sanatının gereklerini öğrenmeye ve kendilerini bu yönden geliştirmeye ihtiyaç duymuyorlar.. Bu yüzdendir ki, kürsüdeki hocanın sesini yerli yersiz neden yükselttiğinin anlaşılması ve huzur içinde dinlenmesi mümkün olmadı.. Oysa, yıllar önce izlediğim Küçük Ağa dizisinde, bir  sahnede rol ve senaryo gereği vaaz eden Çetin Tekindor’un belleğimde bıraktığı iz hâlen tâzedir…


 


Camîden ofise döndük ve kendilerinden kısa süreli hizmet alacağımız 25 yaşlarındaki bir arkadaşla ve saygıdeğer babası ile tanıştık; görüştük..


Sohbetin bir yerinde, iş hayatında ve hayatın her alanında mülâyim olmanın, davranmanın güzelliğinden bahis açıldı.. Bu konuda baba tecrübe ve görgüsünü şöyle dile getirdi.. Sözlerini direkt oğluna hitaben söyledi.. “Oğlum” dedi; “Birisinin sana kızgın, kırgın, îmâlı bakışına  tanık olursan; bakışın sahibinden önce kendini yokla… Acaba, bunu hak edecek bir kusurun mu var diye.. Kişi, bunu yapabilirse mülâyim olur…”


 


Evet, sabah yaptığım ilk görüşmede bulamadığım mülâyemeti gün sonunda bir babanın evlâdına yaptığı nasihatte bulmuştum… Keşke, vaizin sözleri de o babanın sözleri kadar üzerimde çiçek kokulu etkiler bırakabilseydi… O babaya, başarılı bir “vaiz” ve mülâyimlik tavsiye ve telkin eden başarılı bir baba olduğu için müteşekkir oldum…


 


En kalbi saygılarımla,


 


Kardan Adam


Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :

“Ya hayır söyle, yahut sus” Yazan Kardan Adam
Cvp: “Ya hayır söyle, yahut sus” Yazan Sabri Tandoğan

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]