Sayın Gül Hanım,
2.11.2007 tarihli mailinizi aldım.
Efendim, gönderdiğiniz mail ve hakkımdaki güzel düşünceleriniz için çok teşekkür ederim.
Zaman, insan için en önemli birkaç kavramdan biridir. Zaman terbiyesi ne yazık ki bizim toplulumumuzda hemen hemen yok gibi. Hiçbirşey zamanında başlamıyor. Çünkü insanlarımız küçük yaşta ne aile içinde, ne okulda, ne de toplumda o terbiyeyi almıyorlar. Bunun güzel örneklerini görmüyorlar. Bu tamamen çok küçük yaştan itibaren başlayan bir eğitim meselesi. Koca demiryollarında trenler ne zamanında gelir, ne zamanında gider. Maçlar zamanında başlamaz. Televizyon programları zamanında verilmez. Mesela gazetede okursunuz. Yıllar önce seyrettiğiniz çok güzel bir film o gece yeniden verilecek. Heyecanlanırsınız. O saati ümitle beklersiniz. Zamanında verilmez. Sizi ekran başında bazan dakikalarca, bazan daha uzun zaman beklersiniz. Kahrolursunuz. Pazar günleri benim için ıstırapla dolu oluyor. Çünkü bütün ısrarlarıma rağmen televizyon programlarım zamanında verilmiyor. O kadar üzülüyorum ki, tir tir titriyorum. Be adamlar bir düşünsenize ben bu güne kadar yaptığım programlardan on para ücret almadım. Tek amacım insanlara faydalı olmak, yaşadığım güzellikleri izleyicilerimle beraber paylaşmak. Bunu kendileri de biliyorlar. Allah rızası için yaptığım hizmetlere karşı bana kan kusturuyorlar. Çünkü hiç birinde zaman kavramı yok. Körolası bir vurdumduymazlık içinde bana ne diyorlar. Ben de yarın mahkeme-i kübrada hiçbirine hakkımı helal etmeyeceğim.
İnsanlar randevülerine vaktinde gelmiyorlar. Arada konferanslar veriyorum, en yakın bildiğim insanlar geç geliyorlar. Kapıdan alınmayınca küsüp gidiyorlar. Bu da beni ayrıca çok üzüyor. Gerek okul hayatında, gerek çalışma hayatında, gerek randevülerimde Allah’a şükürler olsun bir kere geç kalmadım. Bunun için kendimi zorlamıyorum. Ona göre kalkıyor, ona göre hazırlanıyor, ve çok zaman vaktinden evvel bekliyorum. Çünkü çocukken bu terbiye bana verilmiş. Başkalarını bekletmeye ne benim, ne başkalarının hakkı yok ki. Avrupa ‘da gezerken öyle tren tarifeleri gördüm ki mesela trenin geliş saati onbiri bir dakika geçe. O bir tek dakika onlar için o kadar önemli ki. Bu konuda başka ne diyebilirim? Bizdeki bu zaman karşısındaki boşvermişlikten, laubalilikten utanç duyuyorum. İnsanlar biraraya geliyorlar, çeşitli nedenlerle. Konuşmalarına kulak verin, nasıl bir zamna savurganlığı içindeler. Zamanı değerlendirmek diye en ufak bir kaygıları yok. Ortada görülen sadece “Lay lay lom”. Bazan Armada Uludağ’a gidiyorum. Çünkü Ankara’da en güzel iskenderi, en güzel salatayı, en güzel kabak tatlısını onlar yapıyorlar. Bazan hanımgünleri oluyor. Mesela yirmi hanım toplanıyor. Gün yapıyorlar. Yirmi kişi aynı anda konuşuyor. Kimse kimseyi dinlemiyor. Ve çevre çirkin bir koroyu dinlemek mecburiyetinde kalıyor. Ne kadar üzülüyorum anlatamam. Günümüzde artık aşk bitti diyorlar. Biter ya kardeşim, siz erkek olsanız böyle bir kadına nasıl sevgi, saygı, hayranlık duyabilirsiniz. Ona nasıl aşık olabilirsiniz. Geçenlerde oturduğum masanın yanına böyle bir gurup geldi. O çirkin koro derhal başladı. Yüzüm sararmış, fenalık gelmiş, bayılacağımı anlayan garsonlar beni müdüriyet odasına götürdüler. Yemeğimi orda tamamlayabildim. Bütün bunlar bir iyiniyet, kötü niyet meselesi değil. Herkes iyiniyetli. Ama bize bir insanlık terbiyesi, bir medeniyet terbiyesi ne ailede, ne okulda artık verilmiyor. Durum bundan ibaret Gül hanım. Kabalık, saygısızlık, küstahlık, vurdumduymazlık hayat ilkeleri olmuş. Kimse kimseyi düşünmüyor, kimse kimseye saygı duymuyor. Ve ne yazık ki kimse kimseyi anlamıyor. Sonuç ne oluyor; gül yaprağı inceliğindeki zarif, temiz, asil kadınlar, erkekler yalnız kalıyorlar. Yalnızlıkları içinde boyunları bükülüyor. Hayata küsüyorlar... Bu şartlar altında yapılacak tek şey var, insanın kendi dünyasını kurması. Öyle bir dünya ki orada yalnız iyilikler, güzellikler, yücelikler olsun. Mümkün mü? Mümkün ya. Şu toplumda bunu yapan nice değerli insanlarımız var. Din, tasavvuf, müzik, resim, edebiyat, şiir, tabiat sevgisi, insanlara yardım, bütün doğaya beslenen sevgi ve saygı , insanlara hizmet edebilmenin heyecanı. Çok şükür bu güzellikleri yaşayan insanlar da mevcut. Neden bizler de o güzel insanlardan biri olmayalım. Hayatımızı öyle güzel, öyle temiz, öyle nezih yaşayalım ki dünyamız cennet gibi olsun. Unutmayalım ki dünyası cennet olanın ahireti de cennet olacak. O zaman ateşin ortasındaki Hazret-i İbrahim’in gül bahçesinden makamına neden biz de sahip olmayalım. Mümkün mü? Mümkün ya. Çünkü çevremizde örneklerini görüyoruz.
Efendim, söyleyeceklerim bunlardan ibaret. Bugün bazı üniversitelerde sapıklık klüpleri kuruluyor, üniversite panosuna ilan veriyorlar, gelin siz de aramıza katılın, bizim gibi sapık olun diyorlarsa, o üniversitelerin insanlıktan uzak rektörleri, dekanları buna seyirci kalıyorlarsa ve adına basın denilen o paçavralar zaman zaman bu sapıklıkları teşvik edici yayınlar yapıyorlarsa, temiz insanlar bir ateşin içinde değiller mi? Ve onlar kendi dünyalarını kurmaktan başka ne yapabilirler?
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Ateşin ortasında gül bahçesi Yazan Gül
Cvp: Ateşin ortasında gül bahçesi Yazan Sabri Tandoğan