Çok Değerli Aziz Büyüğüm ve sevgili gönül dostları,
Hepinize sonsuz selam ve sevgilerle yeniden merhaba...
Bir olaya doğru yorum getirebilmek ve gerçek çözüm yolunu görebilmek, adamına göre, durumuna göre, şahıslarına göre bir çıkış ve çözüm yolu bulabilmek sadece akıl ile olabilecek bir iş kesinlikle değildir. Burada hayat tecrübesi gerekli olduğu gibi bir de en önemli esas olarak kalb gözü açıklığının da olması gerekir. Olaylara bu vasıflara sahip olarak yapılacak bir bakış ile bunlardan bihaber bir bakış arasında çok derin uçurumlar olacağı bir gerçektir. O nedenle hayat yolunda ilerlerken yapılacak en güzel iş bir manevi büyüğün mihenk taşına vurmaktır olayları ve insanları ve ona göre çıkış yolunu belirlemektir... Ben bilirim, aklım var, mantığım var demek aslında kendini beğenmişlikten başka nedir? Ne güzel söylemişler büyükler eğer bin bilsen bile yine bir bilene danış diye. Evet eğer bin bilsek bile yine de sormalı, belki hiç gözümüze çarpmayan bir hususu o bir bakış farkıyla bulabilmeliyiz... Böyle bir imkanı olabilenler hayat yolunda ne mutludurlar, ne kadar şanslıdırlar...
Sevgili dostlar, bir ev düşünün ki kapısı bütün herkese açık, anahtarı üzerinde. İster gündüz, ister gece ziyaret edilebilir, orada isteyen herkes güzel bir selam ile karşılanır ve kendisine ikram edilir. Ancak yapılan ikramlar gelenin bedenindeki ve mizacındaki hastalıklar, noksanlıklar tesbit edilerek ona göre verilmekte, misafir farkına varmadan bir taraftan da tedavi edilmektedir. Gelen misafir dert verip derman almakta, içerdeki diğer misafirlerle dertleşmekte sorunlarından kurtulma yolları kendisine anlatılmakta, onunla sevinilip, onunla ağlanmaktadır. Evet, böyle bir ev düşünelim, öyle bir ev ki bütün bunların hiçbir karşılık beklenmeden, hiçbir menfaat ve nefsaniyet gözetilmeden yapıldığı bir ev. Evi bu şekliyle onca fedakarlıklarla döndüren de evsahibinin engin gönlüdür, gece gündüz uzanan bir el karşılıksız bırakılmadan, üstelik sevgiyle, saygıyla kucaklanarak... Yine düşünün ki birisi bu eve geliyor ve sofraya oturup başlıyor yapılan ikramları eleştirmeye, diyor ki bu sirke fazla keskin olmuş, filanca yemeğin biberi fazla, niye bana şu yemeği değil de bu bunu ikram ettiniz, niye bana tatlı ikram etmediniz, şu yemek de tuzsuz olmuş, diğer misafirin önünde şu yemek var ama bana bunu verdiniz....Ve belki darılıp çıkıp gidiyor... Biz olsak ne yaparız bu durumda, kendi bilir der, hiç üzülmeyiz, kendi kaybetti, ne yapalım der, çıkarız işin içinden. Ancak hiç mi hiç böyle düşünmez ev sahibi onun içi rahat değildir. O herkesi sevgiyle kucaklamıştır ve anlaşılamamak, hatta yanlış anlaşılmak, bir de üstelik edep dışı ifadelerle karşılaşmak kendi nefsi için değil ama karşı tarafın içinde bulunduğu durumun ilerisini görmek adına, insanlığın durumunu görmek adına üzüntü verir ona, onun için hüngür hüngür ağlar... Üzüntü duyar bir gün varılacak hesap gününde o kimsenin durumu hakkında... Çünkü bu evde herşey ama herşey Allah rızası içindir... Oradaki herşeyin bir hikmeti vardır ve oradaki güzel davranışlar da yanlış davranışlar da karşılığını “Rızası hedeflenilenden” bulacaktır... ve hiçbirşey karşılıksız kalmayacaktır... Bu evde duyulan hiçbir üzüntü herşeye rağmen nefsani değildir, ama bazılarınca bu yanlış anlaşılır. Hz Mevlananın deyimiyle kafasını kuyuya daldırmış bir adam tabi ki burası karanlık ben ışık filan göremiyorum diyecektir. Onun baktığı taraftan bakılınca karanlıktır her yer. Ancak o göremiyorsa hiç bunda güneşin kabahati olur mu?...
Yine Hz. Mevlananın Mesnevisinde bir güzel hikaye anlatılır: habis ruhlu, kötü bir adam bir gün çarşıda bayılıverir. Etraftan koşarlar, gelirler, onu ayıltmak için başına sular serperler. Birisi kokusu keskin bir gül suyu getirir, adama koklatır ama nafile, her gül suyu koklatılışta adam biraz daha kendinden geçer, baygınlığı artar. Bir türlü gelemez kendine. Bunun üzerine güzel bir insan olan, gönül gözü açık bir büyüğe haber uçurulur, durum anlatılır. O zat bakar ki adamlar telaşlı, siz der hiç merak etmeyin, ben onun ilacının ne olduğunu biliyorum. Ve gider bir parça köpek pisliği alır bir beze ve insanların hayret dolu bakışları arasında doğruca çarşıda bayılan kardeşinin yanına koşar ve etraftakiler tiksintiyle karşılasa da koklatır derin derin. Köpek pisliğinin kokusunu aldıkça adam kendine gelmeye başlar ve nihayet tamamen iyileşir, ayılır. Etraftakiler şaşkındır ama adam gayet sakin “Bunda der şaşılacak ne var, ben ona mizacının gereği ne ise, onun ilacı nerdeyse ancak onu verdim, eğer sizin gibi gülsuyu koklatmaya devam etseydim birdaha kendine gelemezdi” ...
Çok değerli aziz büyüğüm, bir Fransız atasözü “Gençlerin aynada göremediklerini yaşlılar bir toprak parçasında görebilirler” der. Siz çok değerli büyüğümüz de bir elini Rabbine bir elini ise bizlere uzatmış, büyük ve güzel dostlarla hemhal olmuş ve her an olmakta, çok değerli, çok hassas, bir billur zerafet ve inceliğinde, nur yumağı, sevgi yumağı bir büyüğümüzsünüz. Ne mutlu bizlere ki sizin ışığınızın bize her zaman en güzeli işaret edeceğine ve en güzel ve olması gereken neyse o şekilde işaret edeceğine inanıyoruz, şükürler olsun. Çünkü siz bizlerin bilmediklerini biliyor, görmediklerini görüyor, duymadıklarını duyabiliyorsunuz. Siz çok uzaklarda ağlayan bir gönül dostunun derdiyle gönül gözüyle görerek dertlenebiliyor, ona el uzatabiliyorsunuz.
Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek de manevi hocası, Büyük Veli Arvasi Hazretlerine gönülden tabi olmuş ve onu her yönüyle benimsemiştir. Bir şiirinde de şöyle anlatır:
“Aklım, fikrim gözüm var deme, hepsini öldür
Sana çöl gibi gelen, o göl diyorsa, göldür”.
Haddini bilmek ne güzel...Bilmediğini bilmek ne güzel... Bilirim diyenlere şimdiye kadar ne verildi? Gerçek bilenlere ve hiç olmazsa bilmediğini bilenlere ebedi selam olsun. Sonsuz hürmet, minnet ve sevgilerle efendim...
Çiğdem Seçkin Gürel
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Yürü, bu yol şeref, zafer yolu Yazan Çiğdem Seçkin Gürel
Cvp: "Yürü, bu yol şeref, zafer yolu" Yazan Sabri Tandoğan