Sayın Özden Çiçek,
3 Mayıs 2006 tarihli mailinizi aldım. Hem size kavuşmuş olmanın sevincini yaşadım hem de anlattığınız bazı hususlar beni fevkalade müteessir etti. Şu anda bu satırları ağlayarak yazıyorum.
Efendim, buyuruyorsunuz ki Kabe'nin avlusunun hemen bitişiğinde devasa oteller yükseliyor, Kabe'nin çevresi yüksek, çok yüksek apartmanlarla dolu. İşte bu olmuyor. Bu Vehhabi zihniyete materyalist bile diyemiyorsunuz...
Efendim, bir örnek vereyim müsadenizle. Paris'in içine gidelim, beraber gezelim. Göreceğimiz şudur: Binalar iki, üç katlı; pek nadir 1-2 tane dört katlı bina var. 18.yüzyıl ve 19.yüzyıl Fransız ressamlarının eserlerinde gördüğünüz evler, o kendine özgü panjurlarıyla aynen devam ediyor. İşte diyorsunuz; Monet'in,Sisley'in, Utrilyo'nun eserlerindeki evler aynen devam ediyor. Fransız, Parisli gözü gibi bakıyor şehrine. Fransız Cumhurbaşkanı bile Paris'in ortasında ev yaptırma hakkına asla sahip değil. Çünkü O da Paris'in havasına, sanatına saygılı. Berlin hakeza. Üç, dört katlı binalar. Hiç kimse şehrin ortasında dev gibi binalar dikmek özgürlüğüne sahip değil. Ama Vehhabi kardeşlerimiz kainatın gözünün bebeğinin bebeği olan Kabe'nin hemen avlusunda incelikten, edepten, saygıdan, tarih şuurundan, kültürden, insanlıktan mahrum olduklarını adeta haykırıyorlar, adeta kusuyorlar. Şu anda içim nasıl ezik, nasıl acıyla, ıstırapla dolu bunu ancak hissedebilen, sezebilen insanlar anlayabilir. Vehhabiler gibi hoyrat, kaba, edepten, incelikten, zarafetten yoksun insanlar nerden bilecekler? Onların asıl taptıkları altın ve Dolar. Onlar ruhlarını Dolara satmışlar. Kainatın gelmiş, geçmiş ve gelecek en büyük insanının evine saygı göstermeyenler, kainatın kalbi olan Kabe'ye mi saygı gösterecekler?
Prag'a gidin, 11. ve 12. yüzyıldan kalma yapılar göreceksiniz. Praglı şehrinin üstünde tir tir titriyor. Ama bunlar turistler için, görsünler diye tutulan yapılar değil. Hayatın içindeler. İçinde her köşe bir iş yeri. Ama öyle saygıyla, öyle titizlikle korunuyor ki, bir badana yaptırmak için bile Belediye'ye müracaatınız gerekiyor. Hangi malzeme kullanılacak, hangi renkle yapılacak buna Prag Belediyesinin yetkili uzmanları uzun uzun incelemelerden sonra karar veriyorlar. Bütün bunları gören bir kimse olarak anlattığınız hususlar beni çok yaraladı.
Senelerce evveldi, bir yaz günüydü. Merhum eşim Rana Hanımla beraber Prag'da geziyorduk. Birden bir sesler duyduk. Bir kalabalık, bir gürültü. Baktık çevremize bir anlam veremedik. Sorduk, araştırdık, mesele ortaya çıktı. 12. yüzyıldan kalma yapıların birinden bir sıva düşmüş. İlgililer hemen düşen sıvayı alıyorlar, laboratuara tahlile götürüyorlar. Acaba bu sıva hangi malzemeden yapılmış, hangi oranda bir araya getirilmiş? Ona göre yamanacak sıva hazırlanıyor. O gün merasimle o sıva duvara konulacakmış. O günkü Kültür Bakanı, Bakanlığın ileri gelenleri, tarih uzmanları, Belediye yetkilileri bir araya geliyorlar. Bütün gazeteciler ve televizyoncular durumu anında tespit ediyorlar. Merasim Kültür Bakanının konuşmasıyla başlıyor ve binbir titizlik, binbir itina ile o düşen sıva yerine konuluyor. O gün tarihe karşı olan saygının, kültürün ne olduğunu farklı bir şekilde bir kere daha idrak ettim. Rahmetli Necip Fazıl ne güzel söylüyor:
"Çıbanımız derinde işletmiyor yakılar,
Nerde bizim şarkımız, nerde öbür şarkılar..."
İşte böyle Özden Hanım. Yazdığınız mail beni nerelere götürdü. Hepimiz dua edelim, Allah sonumuzu hayır getirsin.
Selam, sevgi ve saygı ile...
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Mekke Notları II Yazan Özden Çiçek
Cvp: Mekke Notları II Yazan Sabri Tandoğan