Sayın Özden Çiçek,
4 Haziran 2006 tarihli mailinizi aldım. Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Yeryüzünde teşekkürü ifade eden kelimelerden bir gül demeti yapıp size sunsam acaba duygularımı anlatabilir miyim. Sağ olun, var olun. İnanın okurken yine gözlerim yaşardı. Siz ne güzel bir yaşam felsefesine sahipsiniz. Allah sizden razı olsun. Bir çok kimsenin "Of, bu ne sıcak, ayıldık, bayıldık" diye feryat edeceği bir iklimden siz en güzel bahar çiçeklerini açtırıyorsunuz insan gönüllerinde.
Efendim, bütün mesele burada. Alkadraz Kuşçusu'nu örnek vermeniz ne güzel. Sizin hayata bakış açınızın ne güzel bir örneği. Allah sizden razı olsun. Her rağmen direnebilmek, herşeye rağmen mücadele edebilmek, ümidinizi kırmamak, her gün daha iyiye, daha güzele gidebilmenin vecdi, heyecanı içinde olmak. Cahit Sıtkı Tarancı, "Sevmek, devam eden en güzel huyum." diyordu. Çölde de olsak, ekvatorda da yaşasak, kutuplarda da olsak yine de çevremizde bir güzellik, bir incelik, bir fevkaladelik aramak, hissedebilmek, bulabilmek. Büyük Yunus, "Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır." diyordu. Yine Yunus,
"Cümle yerde hak nazır,
Göz gerektir göresi."
diyordu. Bütün mesele, Kuran - ı Kerim'deki Ayet-i Kerime'yi hangi zaman, hangi toplum, hangi mekanda yaşarsak yaşayalım hayatımıza getirebilmek, onu içimize sindirebilmek, uygulayabilmek. Ne yana bakarsan bak, Allah'ın vecdi oradadır. Aslında asıl güzellikler kendi içimizde, bizde. Dış alemde herşey yaratıldıktan sonra insan var oldu. Divan edebiyatının en ince, en zarif, en hassas şairi Şeyh Galip, "En büyük kainat insanın içinde gizlidir." diyordu. Gerek iç dünyamız gerekse dış dünyamız binbir güzelliklerle dolu. Neşati,
"Mestane nukuş-ı suveri aleme baktık,
Herbirini ayrı bir özge temaşa geçtik."
diyordu. Hiç unutmam 40 yıl evvel yazdığı bir yazısında rahmetli Prof. Mehmet Kaplan, "Geçtik yerine ben olsam, sevdik kelimesini koyardım." demişti. Ben o mısraı hep Mehmet Kaplan gibi okudum.
"Mestane nukuş-ı suveri aleme baktık,
Herbirini ayrı bir özge temaşa sevdik."...
Çocukken Obiere' in bir yazısını okumuştum. Ona sormuşlar "Efendim" demişler "siz hayatta en çok neyi sevdiniz?". Obiere cevap vermiş, "Ben" demiş " hayattta en çok bulutları sevdim." Bende o gün bugündür bulutlara aşığım. Ne kadar baksam doyamam. Hayat o kadar güzelliklerle dolu ki hayret etmemek, hayran olmamak mümkün değil. Gökyüzü ayrı güzel yeryüzü ayrı. Denizler ayrı güzel denizdibi dünyası ayrı. Ama Özden Hanım, bu güzellikleri yakalayabilmek için, o güzellikleri hissedebilmek için coşup kendinden geçebilmek için çok ama çok çaba harcamak, gayret etmek, çalışmak gerekiyor.
Yıllarca önceydi. Merhum eşim Rana Hanımla beraber Ankara'da Cumhurbaşkanlığı Konser Salonunda İdil Biret'in bir konserine gitmiştik. İdil Biret piyanosunun başında hayatının en güzel konserlerinden birini verdi. Zaman zaman, duyduğum güzelliği içime sığdıramıyordum. Kendimi tutamadım, konserin bir çok yerinde gözyaşı döktüm. O kadar coşmuş, o kadar heyecanlanmıştım ki konser bittikten sonra koştum, İdil Biret'in yanına tebrik etmek için gittim. Bu hayatımda ilk belkide son defa yaptığım bir çılgınlıktı. İdil Biret eksik olmasın saygıyla karşıladı, yer gösterdi, beni oturttu, biraz sohbet ettik. Anlattıkları beni yıllardır her gün düşündürüyor. "Sabri Bey" dedi "ben piyanonun başına oturduğumda beş yaşındaydım. 40 yıl bir tek gün bile dinlenmeksizin her gün en az 8 saat çalıştım." Bu her hatırlayışımda beni ürpertir, bazan gözlerimden yaşlar gelir. Bir enstrümanı bile güzel çalabilmek için bu kadar emek harcamak gerekirse ya insan olabilmek için, Hz. İnsan makamına yükselebilmek için ne kadar çaba harcamak gerekiyor.
Efendim hep düşünürüm bir tek "Ya hayır söyle, yahut sus." Hadis'ini yaşayabilen bir insan görsem gidip ellerinden öpeceğim, ona sonsuz saygılarımı sunacağım. Gerçekten yetişebilmek, olgun, kamil, güzel bir insan olabilmek ne kadar zor.Ama bu işin başka yolu da yok. Her gün daha artan, daha çoğalan, daha büyüyen bir aşkla,heyecanla, daha iyiye, daha güzele gidebilmek için kendi kendimizle yarışacağız ama gidebildiğimiz kadar, yürüyebildiğimiz kadar...
Karıncaya sormuşlar, "nereye gidiyorsun?" demişler. Karınca, "Kabe'ye" demiş. Soran hayretler içinde kalmış."Kardeşim" demiş "bu ayaklarla sen nasıl Kabe'ye varacaksın?" Karınca saygıyla cevap vermiş, "O mübarek beldeye varamayacağımı, erişemeyeceğimi bende biliyorum ama o yolda yürümek, o yolda ölebilmek. Benimde yaptığım bu."
Peygamber Efendimiz'in Hadis'i, bir an dahi olsa aklımdan çıkmıyor. "Farzedin ki" diyor Yüce Peygamberimiz "elinize bir meyve ağacının bir fidanını aldınız, dikmek için bahçeye indiniz, herkes bağırıyor, feryat ediyor, kaçın kaçın diyorlar, kıyamet kopuyor. Siz," diyor Allah'ın Resulü "hiç oralı olmayın. Elinizdeki fidanı dikin, mümkünse dibini sulayın, bırakın kıyamet koparsa kopsun."
Bütün mesele burada, efendim. Yaşadığımız sürece ne yapabilirsek, elimizden ne gelirse iyi adına, güzel adına, temiz, büyük, yüce olan adına onu yapalım son nefesimize kadar. Hangi sözümüzün, hangi davranışımızın bizi ne dereceye kadar kurtaracağı orada belli olur. Allah cümlemizin yardımcısı olsun. Allah size de, yeryüzündeki bütün insan kardeşlerimize de iman ile çene kapatmayı nasip etsin... Selamların, sevgilerin ve saygıları en içten geleni ile...
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Çölde açan çiçekler Yazan Özden Çiçek
Cvp: Çölde açan çiçekler Yazan Sabri Tandoğan