Sayın “Gönül Yolcusu”,
1.1.2009 tarihli mailinizi aldım.
Kıymetli yavrum, hepimiz her an bir sınav içindeyiz. Ve bu sınav son nefesizmize kadar devam ediyor. Sınavda olmayan kimse yok. Nasıl yoksulluk bir sınavsa zenginlik de öyle, ayrı ayrı sınavlar. Yapılacak iş her halükarda o sınavdan yüzümüzün akıyla çıkabilmek. Sınav karşısında kaldığımız zaman elimizdeki imkanlarla işin içinden nasıl çıkacağımızı, ne yapabileceğimizi düşünmek ve derhal uygulamasına geçmek... Şundan emin olalım ki Allah, büyüktür, Rahmandır, Rahiymdir. Allah, kimseye kaldıramayacağı yükü vermez.
Yıllarca önceydi. Paris’teyim. Louvre Müzesini geziyorum. Bir bölüm beni ürpettti. Uzun uzun düşündürdü. Hala da düşünüyorum. Bir ressamın kalemle, kağıt üzerine çizdiği desenlerdi bunlar. Herbiri ayrı ayrı inanılmaz güzellikte bir çerçeve içine alınmış, sonra da hava şartlarından etkilenmemesi için üzerlerine cam fanus kapatılmıştu. Sonra o ressamın hayatını inceledim. Yalnız yaşıyordu. Yemeklerini bir lokantada yiyordu. Garsona siparişini verdikten sonra yanında getirdiği kalemi ve kağıtları çıkarıyordu. O birkaç dakikayı değerlendirmek için çevresinde ne görürse onu çiziyordu. Bu bazan çorbasını içen ihtiyar bir kadın, bazan yemeği üstüne döken bir çocuk oluyordu. Bazan müşterinin istediği yemeği getiren bir garson... Öldükten sonra Fransız Kültür Bakanlığı bu desenleri almış, Louvre müzesine götürmüştü. Dikkat edersek şunu görürüz. Adam, garsona siparişini verdikten sonra boş oturmamış, o birkaç dakikasını bu resimleri yaparak değerlendirmişti.
Rahmetli annem edebiyat öğretmeniydi. Okumayı çok severdi. Evde iş yaparken ne zaman dinlenmek için divana uzanırsa muhakkak eline bir kitap alır, o birkaç dakikayı öyle değerlendirirdi. Herhalde ne demek istediğimi anlıyorsun. Yakınlarım bilir, ben, ne rüya anlatırım, ne de rüya dinlemekten hoşlanırım. Bana ne rüyadan. Kur’an-ı Kerim’le, Hadis-i Şerifle benim gideceğim yol belirlenmiş. Niçin rüyalarla yol bulmaya çalışayım. Bu zaman kaybı değil midir? Hayat boyu bir kere bazı insanlar gibi camın önüne oturup salak salak etrafıma bakmadım. Hep dakikaları, saniyeleri kazanmaya, değerlendirmeye çalıştım. Hayatı ve insanı bütünüyle, maddi, manevi varlığı ile kavramaya çalıştım. İnsanı ilgilendiren herşey beni de ilgilendirdi. Hayatımda hiç oturup üzücü, acı olaylarla zaman kaybetmedim. Hayat yolunda herkes gibi ben de bazı dostların ihanetine uğradım. Yüreğim, onların sevgisiyle doluyken, onların iyiliği için çırpınırken beni terkettiler, bana ihanet ettiler. Bir gün bile bunların muhasebesini yapmadım. Ama onlar için hep hayır dua ettim. Güzel dileklerde bulundum. Ama olayı didiklemedim. Hayat bu. İnsanı seven de oluyor, sevmeyen de. Ben, sadece seven de sağolsun sevmeyen de dedim. Ve onlar için dua ettim. Köroğlu bir şiirinde
“Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir”
diyor. Bir belediye otobüsü ilk duraktan kalkıyor, son durağa kadar inenler oluyor, binenler oluyor. Şoför, bunların muhabesini yapacak olsa kendi yolunda doğru dürüst gidemez. İnsanın hayat yolculuğu da öyle. Bazan o hayata birileri geliyor, bazan birileri çıkıyor. Bize düşen gelene de evallah, gidene de eyvallah demek. Oturup gidenler için ağlayacak olursak önümüzdeki sınavları başarıyla veremeyiz. Hayat, yalnız içinde bulunduğumuz an’dır. Mazi geçip gitmiş, gelecek meçhul. Kimse yarın sabaha çıkıp çıkmayacağını bilemiyor. O halde ben neden mazinin dertlerini mıncıklayım, neden geleceğin boş hayalleri ile avunayım. Ama şu an varım, yaşıyorum. Bana düşen bu anı en güzel şekide değerlendirmek, gerisi hikaye. İşte böyle yavrum. Sorduğun için bunları anlatıyorum. Benim hayat maceram böyle. Artık karar senin. Dilediğin gibi hareket edebilirsin.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Hayat, içinde bulunduğumuz andan ibaret... Yazan "Gönül Yolcusu"
Cvp: Hayat, içinde bulunduğumuz andan ibaret... Yazan Sabri Tandoğan