Çok Sevgili, Aziz Babacığım,
Öncelikle gönül dolusu hürmet ve sevgilerimi sunuyor, değerli gönül dostlarını da sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Sevgili büyüğüm, bugün, farklı olarak, bir değerli gönül dostu ile “Aşka Dair” karşılıklı yazışmalarınızdan oluşan notları yararlı olacağı umudu ile müsaadelerinizle sunmak istiyorum.
Bütün hayırlar, güzellikler, yücelikler ve esenlikler her nefes üzerinize olsun...
Hoşçakalın...
Ç. Seçkin Gürel
Sayın Büyüğümüz Sabri Tandoğan’ın bir gönül dostunun sorularına vermiş olduğu cevaplardan alınmıştır:
Aşk Gelicek Cümle Eksikler Biter
Muhterem Efendim,
Bir felsefeci olarak belki tanrı-insan-evren ilişkisini anlamada yanlış yapabilirim. Ancak tanrıyı anlamlandırmada nihai noktada geleneksel öğretilerin kavramlarını kullanmak bir zaruret midir? Ama Tanrıyı anlamak gibi iddialı bir söz yerine "Allahı sevmek" denilse bile o da son adımda bizi "anlamadan sevmenin mümkün olup olmadığı" konusuna götürecektir diye düşünüyorum. Sonuçta tanrı ya bir bilgi konusu olacak (ki ben bu alandan yoruldum artık) ya da bireyin subjektif iç
duyuşlarının konusu olacaktır. Bu bizi deizme götürür mü? Deizm konusunda kanaâtlerinizi kısa da olsa lütfederseniz memnun olurum.
Kıymetli yavrum,
Ben tanrı kavramının akılla ve bilimle değil daha çok sevgi, aşk, hayranlık yoluyla kavranabileceği kanaatindeyim. Sizin şu ısrarla kullandığınız “yorgunum”, “kafam karışık” gibi sözleriniz de gösteriyor. Sevgiyle kavranılacak bir hususun, aşkla idrak edilecek bir konunun ille bilim ile, hele hele materyalist batı bilimi ile kavranabileceğine kesinlikle inanmıyorum.
Kıymetli yavrum, asıl ilim aşk ilmidir, asıl ilim ledün ilmidir. Biz materyalist batı bilginlerinin dar, kısır, zavallı kavramları içinde kaldıkça bunalırız, sıkılırız, daralırız ve yoruluruz. Atila İlhan bir şiirinde
“Senin kanatların yok, düşersin, yorulursun
Beni koyup koyup gitme, ne olursun”
diyor. Siz bu yorgunluktan ancak Yunus’la, Mevlana’yla, Münir Derman’la, Sabri Tandoğan’la çıkabilirsiniz. Deneyin isterseniz. Eğer yanılırsanız, şaşırırsanız, huzurunuzda boynumuz kıldan ince.
Muhterem üstad,
Aşk nedir? Bana ol da gör demeyiniz. Nasıl olunur onu söyleyiniz? Bu bir nasip
işi midir? Yoksa asli özümüzde zaten meknuz ise açığa çıkması nasıl olur? Hani
sizin bir sözünüz var ya mealen "nefsinizle meşgul olmayın, nefsinizi meşgul
edin" diye tıpkı burdaki incelik gibi bir şeye abartılı eğilmek onun tamamen
kaçmasına neden oluyor. Hava gibi. Havayı tutmak isterseniz yoksun
kalıyorsunuz. Ama içinize çekerseniz can veriyor. Aşk havasını solumak nasıl
olacak? Kitaplar hep yakalatmaya çalışıyor. Bunun bir sırrı olmalı. Bu sır da
sizde olmalı diye düşünüyorum.
Efendim,
Yunus’un bir mısraı var, bir ömür boyu beni ürpertti. Diyor ki
“Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır”
Bu mısraın derinliklerine indikçe kendinizde aşkın çoğaldığını, büyüdüğünü, yeri göğü kapladığını göreceksiniz. Dikkat, saygı, edepli yaklaşım bizi aşka götürür. Bir kimse çok saygı duyduğu, hayranlık duyduğu karşı cinsten bir insanı bir süre sonra sevmeye başlar. Saygı, aşkı doğurur. Edep, incelik ve zerafet aşkı doğurur.
Kitaplar ne yazar bilmem. Ama benim görüşüm bu. Arzu ederseniz bu konuyu daha derine inerek işleyebiliriz. Karar sizin. Size her işinizi aşkla yapmanızı, kainatın özünde aşkı bulmanızı diliyorum.
Muhterem üstad,
”Ben” nedir veya kimdir? “Karınca” neyi temsil eder ve “ulu nazar” nedir? Ve hangi his veya düşüncenin formudur?
Efendim,
Bütün bunların çözülüşü:
Şeytan, “ben” dediği için cennetten kovuldu. Bütün ilmine rağmen şeytan ben dediği için güzelliklerden uzaklaştırıldı. Çünkü “ben” diyordu “ateşten yaratıldım. İnsan, topraktan yaratıldı. O halde ben daha üstünüm”. Bu mısraında Yunus, Hakkın yüce varlığı önünde kendi “ben”ini feda ediyor. Değil bir insanın, minicik bir karıncanın önünde bile “ben”ini saf dışı ederek edeple, saygıyla, incelikle karıncayı selamlıyor. Olay bu efendim. Kendi “ben”ini saf dışı edebilmek, olaylara Hakkın gözüyle bakabilmek.
Bir gün bir genç, bir veliye gider. “Efendim” der, “siz nasıl velayet makamına yükseldiniz, bunun sırrı nedir? Çok mu ibadet ettiniz, alnınız sabahlara kadar secdede mi kaldı?” O zat, güler, “Yok evladım”, der, “benim bir adetim vardır, her sabah Besmeleyle evden çıkarım. Sonra o sokağın, o mahallenin, o şehrin en günahkar, en hatalı, en kusurlu insanı olarak kendimi görürüm. Ve Allah’ım derim, iyilerin yüzüsuyu hürmetine beni Sen günahlarımdan kurtar. Temiz bir müslüman olmayı bana nasip eyle.” Mesele bundan ibaret yavrum.
Biz, ne zaman ki yaşantımızda benliğimizi, nefsaniyetimizi bir kenara koyuyorsak o zaman kainattaki büyüklükleri, yücelikleri, incelikleri, güzellikleri görebiliyoruz. Japon dilinde küçük, basit, önemsiz, sıradan kelimeleri yok. Onların nazarında en küçük bir zerre bile harikuladeliklerle dolu. Yahya Kemal, bir şiirinde
“Gel, kurtar kendini varlığın dar hendesesinden
Yürü, hür maviliğin bittiği son hadde kadar”
der. Olay bu efendim. Özetin, özeti: Azize Anne’nin tabiriyle “Var olan Hak’tır, gayrısı yoktur”.
Sayın Üstadım,
İnananlara da Allah'a da; "mü'min" deniliyor. Bunun izahı nasıl olabilir? Andre
Gide'in "Dar Kapı" adlı eserindeki letafet, rikkat ve erdirici aşk'ı İslama
ilişkin eserlerde göremiyorum. Niçin? Bir Kazancakis, bir Halil Cibran'ın
imanına eriştiğime inanmıyorum. Bu eksikliğimi nerden nasıl giderebilirim?
Efendim,
Öyle insanlar vardır ki aşkı bütün boyutlarıyla yaşarlar ve sonra başlarını öne eğer edeple sükût ederler. Öyle insanlar vardır ki aşkın edebiyatını yaparlar. Onlar aşkı yaşamamışlardır. Onlar sadece aşka aşıktırlar. Bana göre Andre Gide böyle bir kimseydi. Eğer, Andre Gide’nin bütün kitaplarını satır satır okuduysanız onun hep aşk arayışı içinde olduğunu görürsünüz. Genellikle doğulu insanlar aşklarını iç dünyalarında yaşarlar, batılı insanlar bunun edebiyatını yaparlar. Ama Allah için bu işi güzel beceriyorlar. Bilen bilmeyen de onların aşık olduğunu sanacak.
Kıymetli yavrum, siz bir öğretim üyesisiniz. Şimdi size soruyorum, gönül kelimesinin herhangi bir batı dilindeki karşılığını bana gösterin. Buyurun, meydan sizin. Ama gösteremeyeceksiniz, çünkü yok!
Daha gönül kelimesinin lisanlarına girmediği insanlar, aşkı nereden bilecekler?
Muhterem efendim,
Ne kadar da haklısınız. Alçak sıfatı her şeyi kendine benzetirken "gönül" ün
yanında o bile kendini yitiriyor.
Efendim,
Şair Ahmet Muhip Dranas, bir mısraında
“Açılan bir gülsün sen, yaprak yaprak”
der. Ben de aşk olayı karşısında sizin nezih, temiz, ince gönlünüzün bir gül gibi yaprak yaprak açıldığını görüyorum. Bu ne güzel bir olay. Sizi yürekten kutluyorum.
Muhterem Üstad,
Aşk konusunda şairini hatırlamıyorum Farsca şöyle demiş:
"Ey murg-ı seher; aşk, zi pervane beyamuz" :
"Ey seher kuşu aşkı pervane'den öğren"
Sanırım kelebekler ışığa aşık olurlarmış ve sonunda ışığa ve ateşe
dalıp, bize göre kendini itlâf ediyorlarmış. Sanırım üzerine epeyce
konuşulur. Gönlünüz feyizlere mir'at olsun.
Efendim,
Bu Farsça mısra o kadar güzel ki size çok teşekkür ederim. Okudukça içim ışıdı, gönlüm aydınlandı. Pervanelerin ışığa koşması ne kadar mânidar. Günümüz insanlarının pek çoğu ışığı görüyorlar da kılları bile kıpırdamıyor. Pervane, gözünü kırpmadan ışığa gidiyor ve kendini fâni ediyor.
Allah bizlere de yolunda yürüyüp, nefsimizin baskılarından kurtulup kendi yolunda fâni olmayı nasip etsin...
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri TANDOĞAN