Merhaba Sabri amca;
Biraz önce mailleri okudum. O yüksek çıkan değerinize çok üzüldüm. İnşallah tez zamanda normal değere düşer. Sizi üzen kişi gibi insanlar ne yazık ki var hayatta. Sizin hep dediğiniz gibi herkes bu dünyadaki görevi neyse onu yapıyor. Benim de işyerimde öyle şeyler oldu, hiç beklemediğim insandan öyle davranışlar gördüm ki bir süredir bayağı üzüldüm. Hatta geçen hafta şirkette dayanamadım ağladım, sinnirlerim bozuldu. Aysonu itibariyle işten ayrılıyorum. Size anlatmak istiyorum ama sizi üzmek de istemiyorum. O insanı Allah’a havale ettim ve de affettim beni kırdığı, üzdüğü için. Şuan aynı şirkette ve üstelik de masası hemen yanımda ve kendisiyle tek kelime konuşmuyoruz. Çok zor bir durum tam yanınızda bulunan insanla tek kelime bile konuşmadan koca günü gçirmek. Bana nasıl kinle bakıyor! Oysa beni üzen o, kıran o, ağlatan o. İlk başta çok şaşırmış ve çok da üzülmüştüm yaptığına ama artık üzülmüyorum. Ama ay sonu ayrılırken şirketten onun da elini sıkıp Allah’a ısmarladık diyeceğim. Dün müzik kursuyla birlikte huzur evine gittik. Annem, babam ve eşim de geldiler. Orada konser verdik. Dün hava okadar yağmurlu ve rüzgarlıydı ki İstanbul’da; hiç durmaksızın tüm gün yağan yağmurdan ve böylesine kuvvetli bir rüzgardan sonra bugün havanın böyle yumuşak olacağını hiç düşünmemiştim. Gerçi şuan kapadı biraz hava yine, sanki yağmur yağmaya başlayacak gibi. Dün, Huzur evine o havada biraz zor ulaşabildikten sonra içeri girdiğimizde okadar güzel karşıladılar ki bizi çok hoşuma gitti. İçeri girince etrafı inceledim biraz, sonra girişte lobi gibi bir yer vardı büyük bir televizyonun yer aldığı; oraya oturduk. Oldukça büyük bir binaydı; binanın en tepesinde de huzur evinin adı ve de “öğretmen dinlenme evi” ibaresi yazıyordu. Burada kalanlar herhalde öğretmenler diye düşündüm; sonradan öğrendim ki orada kalanların çoğunluğu öğretmen olmakla birlikte başka meslek gruplarından insanlar da varmış. Herkesin deniz manzaralı müstakil odası ve balkonu varmış. Tüm koro ekibi gelince huzur evinde yetkili orta yaşlı bir beyefendi hepimizi alt kata yemekhaneye götürdü; orada yemek ikram ettiler bize. Cam kenarında bir masaya oturup yemeklerimizi yedik. Huzur evinin binası yüksek bir yere yapılmış ve tepeden heryer seyrediliyor; açıklık, ferah görünüyor. Yemeklerimizi yerken cam kenarından etrafı da seyrettik. Düzenlenmiş sahneyi ve mikrofonları da orada görünce anladım ki konseri orada vereceğiz. Bu arada da anons yapılıyordu belli aralıklarla “şu saatte yemekhanede konser verilecek, herkesi bekliyoruz” şeklinde. Zaman yaklaştıkça biz sahnedeki yerlerimizi almaya başladık ve yemekhanede belli bir düzen halinde dizilmiş sandalyeler de dolmaya başladı. Yaşlılar yavaş yavaş geliyorlardı ve boş gördükleri, beğendikleri yerlere konseri izlemek için oturuyorlardı. Annem, babam ve eşim de izlemek için yerlerini almışlardı. Ben de sahnede koronun arasındaydım. En öndeki sıradaydım ama orada çok ortada rahat edemedim, sanki çok gözönünde hissettim kendimi ve bir arka sıraya geçtim. Sonra zaman geldi ve konser başladı. Şarkıları söylerken bir yandan da yaşlı insanları izliyordum; tam karşımda hepsini görebiliyordum; bir çoğu söylediğimiz şarkı sözlerine eşlik ediyordu. Bazıları ayaklarıyla tempo tutuyordu. Bir tanesi dikkatimi çekti; tekerlekli sandalyede oturuyordu; oldukça yaşlı, mavi gözlü, bembeyaz saçlı... Kımıldayamıyor. Arkasında da hasta bakıcı ya da hemşire gibi görevli bir hanım duruyordu. O yaşlı hanım gözüme takıldı ve babaanneme benzettim onu bir an. Baktım hiç hareket edemiyor ama eli hep aynı pozisyonda durmasına rağmen onu şarkılara tempo tutuyormuşcasına hareket ettiriyor. O an okadar duygulandım ki hemen gözlerimi onun üzerinden çektim ki gözyaşım gelmesin, ağlamayayım diye. Çektiğim anda gözlerimi, gözlerim başka bir yeri görüverdi; en arkada yaşlı bir bey ağlıyor ve gözlerini ovuşturuyor. O an gözlerimden yaş geldi ve dayanamadım. Gözlerimden yaşlar geliyordu; ben de kimse anlamasın diye silmeye çalışıyordum; eşim, annem, babam anladı, gördü tabii beni hemen. Sonra kendi kendime “İlknur, kendine gel, bu insanlar seni izliyor şuan; şarkılara eşlik ediyorlar, mutluluk içerisinde hoş vakit geçiriyorlar; ağlama, kendine gel; bunlardan ders alacaksın, ibret alacaksın” diyerek içimden tekrarlamaya ve dua etmeye başladım. Çok şükür geçti o hal biraz sonra. Sonra konserimiz bitti ve yaşlıca bir hanım bizi üst kattaki atölyelerine götürdü; orada dikiş dikiyorlarmış, çanta, şapka, tahta boyama gibi el becerisi gerektiren işler yapıyorlarmış. Yaptıkları ürünleri gösterdiler bize. Kamburu çıkmış 70’li yaşlarda yaşlı bir hanım, bize alalım diye yaptıkları ürünleri göstermeye çalışıyordu. Bir tane örtü alayım dedim ben de, beş liraymış ve salondaki sehbaya koymak için ufak, işlenmiş, hoş bir örtü aldım; memnun oldular. O sehba evimizin salonunda tam camın önünde duruyor ve orada oturup eşimle sohbet etmek; etrafı, bahçeyi, ağaçları, çiçekleri seyretmek; orada oturup müzik dinlemek çok hoşuma gidiyor. O örtüyü o sehbanın üzerine sererim ve o örtü bana orayı hatırlatır, o günümü ve orada hissettiklerimi hatırlatır ve unutturmaz diye düşündüm ve aldım. İşte böyle Sabri amca. Güzel bir gün geçirdik dün. Eve döndüğümüzde eşim dedi ki “oradan ayrılırken yaşlı bir hanıma bir kadın diyordu ki “anne, hadi hakkını helal et, ama helal at bak” diyordu”; sonra o kadın kocaman bir jipe bindi gitti İlknur” dedi. Üzüldüm dedi onu görünce eşim. Eşim arkasından da dedi ki; o kadının annesine hakkını helal et demesi neye yarar ki; sonuçta annesini oraya bırakabilmiş” dedi. Üzüldüm. Ne acı birşey. Bir insan annesini ya da babasını nasıl bırakabilir oraya! Allah herkese, hepimize iyi yazılar yazsın. Size yazamıyorum sık sık diye sizi unuttuğumu sanmayın Sabri amca. Hep aklımda ve kalbimdesiniz. Hergün okuyorum sitedeki mailleri. İşyerindeki sıkıntıları anlatıp sizi üzmek istemiyorum; istiyorum ki hep güzel şeyleri, güzellikleri anlatayım size.
Sevgi ve saygıyla ellerinizden çok çok öpüyorum. Allah’a emanet olun Sabri amca’cım.
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
“Bu dünya dopdolu kalleş, herbirinden bir ses gelir” Yazan İlknur
Cvp: “Bu dünya dopdolu kalleş, herbirinden bir ses gelir” Yazan Sabri Tandoğan