Röportajları

 

subHeader_l

“BİZİ ANCAK BİZ KURTARIRIZ” -  MESAJ DERGİSİ

Sabri Tandoğan, 1934 yılında Ankara’da doğdu. Hukuk Fa­kültesi’nden 1957’de mezun oldu. 1960 yılından bu tarafa Da­nıştay’da görev yapıyor. Halen İkinci Daire üyesi Tandoğan, arkadaşımız Mehmet Öztürk’ün sorularını cevapladı.

Mesaj-Televizyondaki programlarınızda vermek istediğiniz şeyler nedir?

    Tandoğan- Amacım yaşadığım güzellikleri hem sevenler hem de dinleyicilerle paylaşmak... Bugün hepimiz zor bir çağda, güç şartlar altında yaşıyoruz. Hepimizin binbir sıkıntısı, sorunları var. Sohbet, bu patırtı gürültüden bir güzellik damıtabilmek, onu başkalarıyla paylaşabilmek sanatıdır. Gönül sohbetinin amacı, insanın içinde zaten varolan güzellikleri ortaya çıkaran bir ortam hazırlamaktır. Bir dalgıç gibi bizi kendi içimize daldırıyorsa, ken­di gönlümüzden bize inciler çıkartıyorsa, ona gönül sohbeti de­nir.

Mesaj- Sizce kültürel temel öğeler nelerdir?

    Tandoğan- Kültür, Latince kökenli bir kelimedir. Ekmek, sürmek, işlemek demektir. Kafanın ve gönlün işlenmesi, sürül­mesi, iyinin, güzelin ve doğrunun tohumlarının atılması demek­tir. Kafa ve kalp. İşte insanı insan yapan öğeler. Biz kalbimizi ve kafamızı maddî ve mânevî ilimlerin ışığında aydınlattığımız, te­mizleyip arıttığımız zaman, kalbin ve kafanın sentezini kendi günlük yaşantımıza yansıtabildiğimiz zaman, karşımızda güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel bir dünya bulacağız. Ha­yat güzel, insanlar güzel, yaşamak güzeldir. Hayatta kötü, fena insan yoktur. Yalnız çeşitli sosyal, ekonomik, psikolojik neden­lerle içlerindeki güzelliği dışarıya yansıtamamış insanlar vardır. Kötü denilen insanlarda güzellikler, meziyetler, değerler içte gizli kalmış, dışarıda çiçeklenme ve tezahür imkânı bulamamışlardır. Toplumda öyle insanlar var ki üstünde elbisesi yok. Öyle elbi­seler görülüyor ki içinde insan yok... Dünyada en büyük bahti­yarlık insanın kendi kendinden memnun oluşudur. Kültürün amacı inceliktir, tevâzudur. Edep, saygı, zarafettir. Başkaları için yaşamanın, verebilmenin, paylaşabilmenin güzelliğini farkede­bilmektir. Bizi bize götürüyorsa, bize bizden yakın olanla temasa götürüyorsa, ben ona kültür derim. Gerisi iri lâkırdılar, ukalâlık, edepsizliktir. Günün adamı değil, hakikatin adamı olmadadır hü­ner. Gün değişir hakikât değişmez. Bu dünya darılma pazarı de­ğil, dayanma pazarıdır. Son nefesimize kadar hayat bir okul, bizler o okulun öğrencileriyiz.

    Büyük Yunus, “Her dem taze doğarız/ Bizden kim usana­sı” der. Her dem yeniden doğmak, her an yepyeni oluşlar, pırıl pırıl güzellikler yaşamak ne büyük... ne muhteşem bir olaydır. Her zerreye ilk görüyormuşçasına hayret ve hayranlıkla bak­mak. Onlardaki gün ışığına çıkmamış gizli güzellikleri görebil­mek, yakalayabilmek nasıl tat verir insana... Ne olur nefsin hapishanesinden çıkalım. Allah’ın verdiği armağanları şükranla karşılayalım. Farkına varalım bu güzelliklerin. Güzellik Allah’ın cemâl tecellisidir. Doya doya içelim bu pınardan. Hayatta hiçbir şey, insanı öğrenmek ve onu anlamaya çalışmak kadar heye­can verici değildir. İnsan bir sentezdir. Bunu çözümleyebilmek, müthiş zekâ, dikkat ve gayret sarfını gerektirir. Kalbin edebi, sü­kûttur. Mânâ âleminin kapıları sabır, şükür, tevâzu ile açılır. Gö­zü yerde olanın gönlü âsumana çıkar. Elde edilmesi en güç dostluk insanın kendisiyle dost olmasıdır. Ve kendimizi yalnız kendimiz kurtarabiliriz. Ebedî Yunus, “Bir siz dahi sizde bulun, benim bende bulduğumu” diyor. Önemli olan içimize inebil­mek. İnsanoğlu kendine dönmediği, bilâkis kendinden uzaklaş­tığı için huzursuz ve mustarip dolaşıyor. Ne gaflet! Oysa bu âlemde her zerre bizi irşâd edebilir. Yeter ki, o şeyin ikazından ders alabilelim. Şâd olamıyorsak, bilelim ki kabahat bizdedir. Suçu topluma, ona buna atmakla yalnız kendimizi kandırmış oluruz. İnsanlara dünyayı cehennem gibi gösteren, kendi varlık­larının mânâsını bilemeyişleridir.

    Gerçeğe ve güzele ulaşmanın yolu, “hayret duygusu”dur. Felsefenin de, ilmin de, san’atın da kaynağı budur. Güzellik kav­ramının doğup gelişmesi için ilk şart, kalp temizliğidir. Vücut bir mâbettir. İçinde sana, senden yakın olan vardır.

    Sait Faik “her şey bir insanı sevmekle başlar” demiş. İş, o sevgiyi büyütüp, yüceltip, yeryüzündeki bir kum tanesinden gök­yüzündeki Samanyolu’na kadar, bütün kâinatı kucaklayabil­mektir.

Mesaj- Kimlik arayışı sürecinde Türk insanı hangi nokta­dadır?

    Tandoğan- Bugün toplum tam mânâsıyla pusulayı şaşırmış durumda. Ekonomik güçlükler, sosyal baskılar, pek çok insanda bunalım yaratmış durumda. Umudunu, yaşama sevincini yitir­miş, uyur gezer gibi. Anadolu’da bir söz vardır; “ver yesin, ört uyusun” diye. İşte öyle bir şey. Ama bütün bu olumsuzluklar içinde tertemiz kalabilen, kendini yetiştirmiş, topluma faydalı olabilmek için çırpınan insanlarımız da var. Yarınları onlar ku­racak.

Mesaj- İnsanda davranış ve kalp ilişkisi nedir?

    Tandoğan- Efendim, insanda küçücük bir et parçası var ki, o düzeldiği, temizlendiği zaman her şey güzelleşiyor, ihtişam kazanıyor. O aslî hüviyetinden uzaklaşınca hayat bir cehen­neme dönüyor. Davranışlarımız kalbimizde taşıdığımız duygu­larla paralel gidiyor. Kalp düzelmedikçe, arınmadıkça, temiz, ne­zih davranışlar beklemek hayal olur. Yunus bir şiirinde, “Seni deli eden şey, yine sendedir sende” der. Bu, üzerinde uzun zaman düşünülmesi gereken bir sözdür.

Mesaj- Toplumdaki huzuru tesis etmenin yolları nelerdir?

    Tandoğan- Çok önemli bir soru. Teşekkür ederim. Nasıl ki, Sait Faik “Her şey bir insanı sevmekle başlar” diyorsa; huzu­ra giden yol da, insanın “huzura” çıkmasıyla başlar. “Huzur”da olabilen ancak huzurlu olabilir. Bu çağda insana yapılacak en büyük iyilik, onu kendi kendisiyle barış haline sokabilmektir. Bu­gün insanlar küs kendilerine. Asıl savaş kendi içinde. Varoluş kanunlarına aykırı yaşamanın doğal sonucu. Önce insanı kav­gadan, kargaşadan kurtarmak gerekir. Önemli olan karanlıklara küfretmek değil, karanlıklar içinde bir mum yakabilmektir. Tra­fodan elektrik akımı gelmiyorsa, zavallı ampul ne yapsın. Bugün birçok insan susadıkça tuz yalayan insanlara benziyorlar. Önce insana neden susadığını, aradığı suyu nerede bulacağını öğ­retmek lâzım. Bilmem diyen öğrenir. Bilirim diyene ne verilir! Güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel bir dünyada yaşı­yoruz. Şu anda birçok insanın söverek, tükürerek baktığı şu dünyada nice güzel insanlar yaşıyor. Bir gül gibi kendilerini ye­tiştirmişler. Etrafa mis gibi inancın, efendiliğin kokusunu saçı­yorlar. Ama görene. Köre ne! Şikâyet, şikâyet, hep şikâyet! Biz bunun için mi yaratıldık? Kimi kime şikâyet edeceğiz! Bunlar hayatın, varoluşun mânâsını bilmemekten doğan nefsin tekme atmalarıdır. Zaman kaybettirir insana... Yazık değil mi! Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde, “Gelme, gelme üstüme/ Bir şifâ vermeyeceksen eğer” der.

Mesaj- Dün ve bugün etkilendiğiniz kitap ve simalar han­gileridir?

    Tandoğan- Efendim, bir tasavvuf şairi, “insanda duyan kulak, gören göz, hisseden kalp varsa kâinattaki her zerre onu irşâd eder” diyor. Ben de çok küçük yaştan itibaren, ko­nuştuğum her şahıstan, okuduğum her kitaptan, dergiden, yazı­dan bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Herkese, her zerreye say­gıyla, edeple bakmaya çalışıyorum.

Mesaj- Teşekkür ediyorum efendim.

    Tandoğan- Asıl ben teşekkür ederim.

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]