SEYAHATLER VE İNSANA KAZANDIRDIKLARI
Eklenme Tarihi : 8/5/2005 5:42:05 PM
Beş yaşında bir çocuktum. Bir komşu teyze misafir gelmişti. Annemle sohbet ediyorlardı, ben hem önümdeki oyuncakla oynuyor, hem komşu teyzeyi dinliyordum. Bir söz dikkatimi çekti: "Çok okuyan değil, çok gezen bilir." Günlerce bu sözü düşündüm.Yıllar geçti hala zaman zaman düşünürüm. Birçok hakikatleri fısıldıyor kulağıma. Gezmek, görmek, görebilmek, müşahede edebilmek, hayata ve insanlara ait bir takım sırları yakalamak. Seyahet etmek çok heyecan verici bir olay, bir nevi hayat kitabını okuyabilmek. Allah nasip etti, yurtiçinde ve yurtdışında pek çok yerler gezdim, gördüm; hala da büyük heyecanlar duyarım yolculuklar için. Her gezi bana bir sırrın ifşası gibi gelir. Ürperir, heyecanlanır, düşünürüm. Günümüzde turizm denilince sanki gezmek-görmek; yalnız denize gitmek, deniz hayatını yaşamak gibi bir izlenim bırakıyor pek çok insanın kafasında. Güneşin karşısında mütamadiyen kızarmak sonra da bayılmak derecesinde bunalıp, daralıp denize atlamak. Turizm acentalarının reklamlarında olay hep böyle gösteriliyor. Oysa gerek durum ne kadar farklı, ne kadar başka. Yeni bir şehir, yeni bir ülke görmek; yeni insanlar tanımak, yeni örf adetler, yaşama üslupları görmek ne kadar ürpertici bir olay. İnsan ki kainatın bütün sırlarının içinde gömülü olduğu yüce varlık... Onu tanımak, onu anlamaya çalışmak kadar heyecan verici ne olabilir? Ülkeler değişiyor, insanlar değişiyor, onların hayata bakış açılan değişiyor, varoluşun anlamına getirdikleri bakış açılan değişiyor. Hayatta insanı bu kadar etkileyen başka neler olabilir? Bazı ülkelerde öyle tipler görüyorsunuz ki sizin günlük yaşamınızda onları görebilmek görebilme imkanı yok, bulabilme imkanı yok. Onlar bazen bir ömür boyu bilinçaltında kalıyor, sizi etkiliyor. Yerine göre bir jest, bir bakış, bir tebessüm mana aleminizde ölümsüzleşiyor. Sanki onlar sizin içinizde yaşıyorlar. Bu kazancın boyutları durmaksızın yenileniyor. Bazen trende, arabayla geçerken gördüğünüz bir ev, o evin bir perdesi, o evin bahçesindeki çiçekler sizi yepyeni güzelliklere götürüyorlar. Bir kimse Louvre Müzesi'ni gezdikten sonra yaşamına yepyeni boyutlar katılmıyorsa ne denilebilir? Hayat alabildiğine zengin, ihtişam dolu, pınl pırıl önümüzde uzanıyorken onun güzelliklerine bigane kalmak, omuz silkmek, bana ne demek, umurumda bile değil demek ne ile izah edilebilir?
İnsanoğlu bugün var, yarın yok; hayat öylesine kısa ki, halk şairi ne güzel söylüyor: "Dünya bir penceredir, her gelen baktı geçti." Önemli olan o bakışın güzel, derin, anlamlı olabilmesi. Güzellikler önümüzde bizi bekliyor, hadi gel diyor, ne duruyorsun diyor. İnsan hayatını öyle canlı, öyle renkli, öyle güzel yaşamalı ki baştan sona ihtişam içinde geçebilmeli. Güzelliklerle dolmalı, sevgilerle dolmalı. İnsan hayata bakarken: "Seviyoruz, seviliyoruz, güzelliğimiz bu yüzden." Diyebilmeli. Yunus Emre gibi: "Sevelim, sevilelim dünya kimseye kalmaz." Diyebilmeli.
Gezdiğimiz ülkelerdeki doğa güzelliklerinin, sanat güzelliklerinin yanı sıra o ülkelerin yetiştirdiği büyük adamların kabirlerini de ziyaret etmeli. Mana aleminde onlarla beraber yaşamanın, onlarla beraber olmanın aşkını, lezzetini ve heyecanını da duyabilmeli. İnsanoğlu hayatta biraz da sevgileriyle, yücelttikleriyle beraber olursa hayat daha bir farklı oluyor. Gezdiğimiz ülkelerdeki dinde, tasavvufta, bilimde, güzel sanatlarda, devlet yönetiminde kainat çapında hizmet etmiş insanları gördükçe, onları aşkla, coşkuyla, selamladıkça; kendi içinde de arındığını, temizlendiğini, yüceldiğini hissediyor. Bir büyüğü sevmek de; ona aşkla, hayranlıkla bağlanmak da; hayatın, varoluşun en asil duygusu değil midir? İnsan alemde insanları sevdiği müddetçe yaşıyor. Unutmayalım ki insanı insan eden yine insandır. Bir insanın kalbinde yaşayan büyük ve değerli insanlar kadar o insanın da bir kıymeti vardır. Hayat her an yeniden varoluyor. Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde: "Ve bir an yaşıyorum bütün bir ömre bedel." diyor. Önemli olan gezdiğimiz, gördüğümüz yerlerde o anları olabildiğince çoğaltmak. Onlar öyle çoğalsın, öyle büyüsün ki bütün hayatımız bir renk, bir ışık, bir güzellik haline gelebilsin. Ve o güzellikler içimizde mütemadiyen yediveren güller gibi acıtabilsin. Öyle insanlar vardır ki; bir köy, bir kasaba görürler, hissettikleri güzellikleri bir ömür boyu iç dünyalarında müstesna sanat eseri gibi taşırlar. Öyle insanlar vardır ki; dünyayı gezerler hiçbir heyecan, ürperti duymazlar. Bütün mesele görmektedir, görebilmektedir. İnsanoğlu yaşadığı sürece bu görme duygusunu geliştirmeye çalışmalı. Rilke en büyük eserine: "Görmeyi öğreniyorum" diye başlar. Görme duygusu da yaşadığı sürece insanla birlikte gelişir, tekamül eder. "Görenedir, görene; köre nedir, köre ne?" sözü ne kadar anlamlıdır. Herhalde hayatta en acı şey bakar kör olmaktır. Bu tür insanlar Kuran-ı Kerim'de: "Onlar ki gözleri vardır görmezler, kulakları vardır işitmezler, kalpleri vardır hissetmezler." diye anlatılır. Allah cümlemizi, bütün insan kardeşlerimizi bu gibi durumlardan esirgesin. Kainatın her zerresi binbir güzellik, binbir renkle doluyken aman dikkatli olalım. Aşık Veysel'in dediği gibi: "Yumma gözün kör gibi" hitabına maruz kalmayalım.
|