İLİM BİR NOKTA İDİ ONU İNSANLAR TEKSİR ETTİ
Eklenme Tarihi : 1/15/2006 10:51:53 PM
İlk gençlik yıllarımda idi. Bir söz okumuştum. Aradan nice yıllar geçti. O sözün üzerimdeki etkisi azalmadı, çoğaldı. Hep düşündüm. Cevap alabileceğimi düşündüğüm kimselere sordum. Bu konuda yazılmış kitaplar okudum. Kafamdaki soru bugün bile tam cevabını almış değil. Hz. Ali’ye ait olan bu söz sanırım beni son nefesimi verinceye kadar da düşündürecek. Gün oluyor, bu sözü hatırladıkça ürperiyorum. Bazen hayretler içinde kalıyorum. Bazen titriyorum. Bazen ağlıyorum. Bir takım minik detaylarla, bizi hayatın özünden, aslından, ruhundan uzaklaştıran küçücük nüanslarla kaybettiğimiz zamanlar karşısında nasıl üzülmeyeyim. Nice yıllar bilgi diye bize sunulan aslı faslı olmayan, işe yaramayan, öze dokunmayan hususlarla vakit geçirdik. Bilgi hamallığı yaptık. Yıllarımızı kaybettik. Karımız ne oldu? Kaybımız çok, hem de pek çok.
Hayatta acaba bazı inceliklerin idraki için, onların şuuruna varılabilmesi için, bir ömrün boşuna mı akması gerekiyor. Hayatımızın en güzel yıllarında bize aşılanan hep bilgi hamallığı idi. Okuyun, öğrenin, bilgi sahibi olun. Ama bu öğrendiğimiz bilgiler ne işe yarayacaktı? Benim aile hayatımda, iş hayatımda, sosyal hayatımda, bana faydalı olmayan, problemlerime cevap vermeyen, bana yol göstermeyen bilgiler bir süsten, bir fanteziden, bir zaman kaybından başka ne idi?
Lisede öğrenciydim. Bir gün coğrafya öğretmenimiz geldi : “Kâğıt kalem çıkarın yazılı yapacağım.” dedi. Sorular başladı. Aradan benim de hatırlayamadığım nice yıllar geçti. Ama bir soru hiç unutulmayacak. Soru şuydu: Paris’e Temmuz ayında düşen yağmur ortalaması ne idi? Allah aşkınıza, bu, kendini yetiştirmek için canını dişine takan, çırpınan, gecesini gündüzüne katan bir genç için ne ifade ediyordu? Cevabını lütfen siz verin. Bugün okumayan, düşünmeyen, hissetmeyen, idrak etmeyen, muhakeme yapmayan, mukayese yapmayan nesiller işte böyle palavralarla yetiştirildi. Ama önemli olan hayattı. O hayatta insanca, efendice, medeni bir şekilde yaşayabilmek, sevgi dolu, saygı dolu, edep incelik dolu, şefkatli, yardımsever, çalışkan bir insan olabilmekti...
Günümüzde insanlar boş yere çırpınıp duruyorlar huzuru bulabilmek için. Adım başı psikologlar, psikiyatrlar, eczaneler, ilaçlar, ilaçlar. Sonuç ortada. Çılgın bir tempoyla artan içki sigara tüketimleri, uyuşturucu satışları, Kur’an ifadesiyle, insanı hayvandan daha aşağı düşüren zina çeşitleri. Oysa bakıyorsunuz inanılmayacak kadar az bir gelirle, tertemiz bir hayat yaşayan bir takım kadınlar, erkekler de var bu ülkede. Geçenlerde radyoda dinledim. Bir hanımla röportaj yapılıyordu. Rahmetli eşi Bağ-Kur’dan emekli olmuş. İnanılmayacak kadar az bir maaş alıyor. Onun diyor, yarısını ev kirasına veriyorum, yarısı ile de iki günde bir şişe süt ile bir belediye ekmeği alıyorum. Allah’ım diyor, bu nimetin için nasıl teşekkür edeyim. Ve ilave ediyor; Allah’ım benim yaşadığım bu saltanatı cümleye de nasip eyle. Mesele burada. O rıza, o şükür makamına erişebilmek ne güzel bir olay. Her şeye rağmen hayata, aydınlık, iyimser gözlerle bakabilmek. Her şeye rağmen memnun olmak, sevincini bulmak. Acaba trilyonerlerin, katrilyonerlerin içinde sevinicini bulan kaç kişi var?
Bazen düşünürüm. Ya Rabbi derim. Bu büyük lafları, iddiaları şöyle bir kenara bıraksak da günlük yaşadığımız hayattaki minicik durumlarla mutlu olabilsek, huzur bulabilsek, sevincimizi bulabilsek. İçimizdeki o bembeyaz, o tertemiz, o el değmemiş, kirlenmemiş, lekelenmemiş duygularla hayata ve insanlara sevgiyle, saygıyla, edeple bakabilsek. “ Sevmek devam eden en güzel huyum” diyebilsek. “ Seviyoruz, seviliyoruz, güzelliğimiz bu yüzden” diyebilsek. Aslında güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel bir dünyada yaşıyoruz. Bizi bu güzellikleri görmekten mahrum eden tek şey var; kendi nefsimiz, egomuz, benliğimiz. O hep daha, biraz daha, biraz daha illeti var ya, işte bize hayatı zehir eden o. Yediğimiz velev ki bir dilim ekmek, bir bardak su bile olsa ona sevgiyle, saygıyla, edeple yaklaşıp, Allah’ım ben bu nimete layık değilim ama Sen büyüksün, Rahmansın, Rahimsin, lütfediyorsun. Sana sonsuz şükürler olsun diyebilenler ne güzel insanlardır. İnsanlığa doğru ilk adım şikâyet ikliminden kurtulmakla atılır. Her şeyden şikâyet eden, şikâyet etmek için bahane arayan insanlar, kendi nefislerinin karanlığında boğulan insanlardır. Bir veliye soruyorlar: “ Efendim, “ diyorlar. “ Biz manevi yola girmek, o yolda ilerlemek istiyoruz.” O zat diyor ki : “ İlk yapacağınız iş şu olmalı: Sabahleyin evden çıkarken kendinizi çevrenin en kusurlu, en günahkâr, ıslaha en çok muhtaç olan insanı kabul edin, iyilerin yoluna girmek için Allah’tan niyazda bulunun.”
Her şey bu ilk adımla başlar. Dünya maraton şampiyonu, ilk bir adımı atarak yarışa başlar. Bir gün Vehbi Koç ‘ a sormuşlar; “ Efendim, siz Türkiye’nin en zengin insanısınız. Bu kadar servete nasıl sahip oldunuz?” Koç cevap vermiş:” İlk bir lirayı kazanarak.” demiş. Bir lisanı öğrenmek bir kelime ile başlar. Hayatın pozitif yönleri de, negatif yönleri de hep bir ilk ile başlar. Bugün Türkiye’de banka kartı yüzünden mahkemeye verilenlerin sayısı bir milyonu aştı. İnsanlar ayaklarını yorganlarına göre uzatsalar bu olur muydu? Boşanma davalarını inceleyin. Gerek şifahen dinleyerek gerek mahkeme kararlarını okuyarak göreceğimiz şudur: Hep bir olumsuz sözle başlıyor olaylar. En kalın bir kitabın okunması, ilk sayfanın ilk cümlesiyle başlar. Başlamak bitirmenin yarısıdır. Kısa bir süre sonra neticeye ulaşırız.
Bir kimse binlerce, on binlerce, yüz binlerce işe yaramayan, saçma sapan, çöplük mesabesinde bilgilerle, malumatla kafasını dolduracağına, şişireceğine, işe yarayan, her an karşısına çıkabilecek durumlara cevap verecek birkaç bilgi ile yetinsek daha iyi olmaz mı? Günlük hayatta nice insanlar görüyoruz. Ağızları açılmaya görsün. Bir sürü kitap isimleri, yazar isimleri sıralıyorlar. Laflarının sonu da gelmiyor. Hayatlarına bakıyorsunuz, iş hayatları da, aile hayatları da, sosyal hayatları da perişanlık içinde, derbeder, darmadağın. İnanın, sayın kardeşim, bu kadar okumuşsun, etmişsin ama bana işine yarayan, günlük hayatına intikal ettirdiğin, yaşadığın bir tek söz söyle desen cevap veremezler, şaşırıp kalırlar. Allah Allah derler, bu nasıl söz?
Bütün bunlar hepimizin her gün yaşadığımız, gördüğümüz, karşılaştığımız durumlar. Eminim sizler de daha nice örnekler söyleyebilirsiniz.
Ne var ki bunlar karın doyurmuyor. Hiçbir derde şifa olmuyor. Önemli olan bir tek şey var. Şu içinde yaşadığımız hayatı, renk dolu, ışık dolu, şiir dolu, aşk dolu bir hale getirebilmek. Bunu yapamadıktan sonra duvardaki diplomalarımız, duvarlar boyu uzanan kütüphanelerimiz ne işe yarayacak ki? Hayatta en acı şey insanın kendi kendisini aldatması değil mi? Allah cümlemizi, bütün insan kardeşlerimizi böylesi aldanışlardan korusun. Allah cümlemize “Aşk gelicek cümle eksikler biter” demeyi nasip etsin. “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” diyebilelim.
|